Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından hemen sonra 1826’da kurulan “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” çok geniş sınırları olan imparatorluk topraklarını koruyup kollaması
hem ekonomik olarak hem de asker sayısının zaten bozuk ekonomiye yükünden dolayı yetersiz olması dolayısıyla imkânsız hale gelmişti. Çözüm olarak 1834 yılı Ağustos başlarında toplanan Meclis-i Şura da Redif Taburları’nın kurulmasına karar verilmiş ve II. Mahmut tarafından onaylanmıştır.
Yemen türküsünde,
“Kışlanın önünde redif sesi var,
Bakın çantasında acep nesi var?
Bir çift kundurayla bir de fesi var.”
Dizelerindeki redif sesi (yedek askerin) talim sesidir. Buna göre 5 yıllık normal askerlik süresini tamamlayanlar 7 yıl da rediflik (yedeklik) hizmetinde bulunurlardı. (II. Abdülhamit döneminde rediflik süresi 8 yıla çıkarılmıştı.) Yemen’deki 7. Ordu dışında Osmanlı Devleti’nin diğer altı ordusunda redif teşkilatı mevcuttu.
Ancak Yemen’e esas olarak Merkezi Erzincan olan 4. Ordu’yla (ki Osmanlı Devleti’nin en geniş mıntıkaya sahip ordusu olup Trabzon, Sivas, Erzurum, Ma’mûretü’l-aziz, Bitlis, Van ve Diyarbakır vilayetlerini kapsamaktaydı) merkezi Şam olan 5. Ordu’nun redifleri gönderilirdi. Elazığ 1. Dünya Savaşı'nın ardından kol ordu olunca 4. ordu Erzincan’a taşınır. Türküde geçen kışla Elaziz 4. Kolordusu’nun kışlasıdır. Yemen’e gidenlerin toplanma yeri burasıdır. Kışlanın önünde “REDİF” sesi var kısmı da buradan gelir, çünkü 4.ordu askerlerine REDİFLER (Yedek askerler/İtiyat Birlikleri) denirdi. Bu gün de Elazığ 8. Kolordu’sunda hala bu şehitlere ithafen “Redifler kışlası” bulunur.
Yemen, başlangıçtan beri Osmanlı Devleti’nin tam olarak nüfuz edemediği, isyanların, iç karışıklıkların eksik olmadığı bir bölgedir. Defalarca askerî harekât yapılmış başarılı olamamıştır. Yemen halkının büyük kısmı Şii-Zeydiye mezhebindendir ve Zeydî imamları Osmanlı padişahını halife olarak tanımazlar. İmamların halk üzerindeki etkisi çok fazladır. Kastamonu Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr., Yahya Yeşil Yurt’a göre savaşın getirdiği dinamizm ve yerel halkın verdiği destekle Türk birlikleri İngiltere’ye karşı başarılı kara harekâtı yaparak Yemen’de İngiliz varlığını büyük tehlikeye sokmuştur. Arap coğrafyasında yanlış bilinen, “Araplar Osmanlı Devleti’ni arkadan vurdu,” şeklindeki söylemleri ortadan kaldırmayı amaçlayan doçentimiz ne kadar tırmalarsa tırmalasın yanlılıktan kurtulamamış. Çünkü Arapların bizi arkadan vurduğu cephe gerçektende bu cephedir.
Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih ABD öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr., Cengiz Çakaloğlu’na göre ise halkın ve gönderilen Suriyeli birliklerin hainlikleri vardır. Yahya Yeşilyurt kaynağı olan Türkiye’deki Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) arşivindeki belge, "ATASE, BDH., 163/718-019-01" doğru değildir! Doğrusunu Halit Çavuş'tan dinleyelim.
İmam Hamidüddin liderliğindeki isyanlar sebebiyle 1891 ve 1897-1898 yıllarında Yemen’de büyük askerî harekâtlar düzenlense de başarılı olamadı. Hamidüddin ölünce yerine geçen oğlu Yahya kısa bir süre sonra isyan etti. İsyan günden güne büyüdü şehirler birer birer Yahya'nın eline geçmeye başladı. Ardından vilayet merkezi San‘a kuşatıldı. Şehirde yeterli asker ve yiyecek yoktu. Bu sırada Yemen valisi olan Tevfik Bey aynı zamanda 7. Ordu'nun da komutanıydı. Gevşek tutumlu Arap hayranı askerlik bilgisi kıt bir fukaradır. Hicaz’dan sevk edilen Arif Hikmet Paşa komutasındaki üç buçuk taburluk bir kuvvet kuşatmayı yararak San‘a’ya girmeye muvaffak olarak yardımı ulaştırdı. Kurtarma amacıyla Suriye’deki 5. Ordu'dan nizamiye ve redif olmak üzere 24 tabur Ferik Rıza Paşa Komutasında Yemen’e gönderildi. Hazırlanan bu kuvvetlerin yeterli gelmeyeceği anlaşılınca Rumeli’den 8 taburun daha ilave edilmesi kararlaştırıldı. Kaylar’lı (Kayılar) Halit Çavuş işte bu taburlardan birinde askerdir. Halit Çavuş yaklaşık 1894 yılında Osmanlının kaybettiği ecdat yadigârı Manastır’a bağlı Kayılar Köyü’nde doğmuştur. 20 yaşında iken askere alınmış ve Yemen’e gitmiştir. Suriye’den katılanlar arasında kendisine bir de Tokat’lı arkadaş bulur; Semerci Mustafa. Halit Çavuş’un anlattıklarına göre İngilizler Osmanlı’ya karşı üç defa hücum etse de başarılı olamamıştır.
Halit Çavuş’un anlattıkları buradan itibaren farklıdır. Kaynaklara göre Sana’yı kuşatmadan kurtarmaya giden Rıza Paşa komutasındaki 12 taburluk kuvvet yolda eşkıyanın baskınlarına maruz kalır. Gerçekte ise Yemen’e 5. Ordu mıntıkasından sevk edilen bu Suriyeli askerler eşkıya ile ortak iş yapar. Menaha ile San’a arasındaki karakollarda görevli bazı Suriyeli askerler eşkıya reisleriyle görüşüp, bundan sonra mecbur edilseler bile kendilerine karşı silah kullanmayacaklarını söylerler. Araba güvenilmeyeceği Rıza Paşa denen dangalağa iletilse de paşa bunu önemsemez. Halit Çavuş hiç olmazsa gece nöbetçilerinin değiştirilmesini erzak ve cephanenin bunlara bırakılmamasını istese de komutan Halit Çavuş’u azarlar, arabın temiz millet olduğu mavalını okur. Ancak gece Suriyelilerin nöbet yerlerini terk etmeleri yüzünden çok büyük miktarda malzeme asilerin eline geçer. Ardından hem karakollarda görevli Suriyeliler hem de 5. Ordu mıntıkasından sevk edilen Suriyeliler erzakı ve atları alarak firar edip eşkıyaya katılırlar. Semerci Mustafa. Halit Çavuş’un içinde bulunduğu bu kuvvetler aç ve susuz bir vaziyette 29 Mart 1905’te Sana’ya ulaşır. Artık kuşatma altındakiler için hiç bir ümit kalmamıştır. Yeni gelenlerle birlikte erzak sıkıntısı had safhaya ulaşır. Bunun üzerine şehirdekiler teslim olmak zorunda kaldılar. Tevfik Bey ve Rıza Paşa’nın imzaladığı bu rezil teslim anlaşmasından sonra San‘a 20 Nisan 1905’te asilere teslim edilir. Yapılan anlaşma gereği, şehirdeki bütün memurlar ve sadece 800’ü silahlı olmak üzere 11.000 asker kafileler halinde Sana’dan çıkarak Menaha’ya çekilebilecekti. Devlete ait birçok eşyanın dışında, muhtelif çapta 56 top, 11.000 mermi, yeni silahlardan 16.000 tüfek ve 160 sandık fişek İmam Yahya’nın eline geçmiştir. Paşa diye ordu idare etmek için gönderilenlere bakar mısınız? Maalesef bu silahlar daha sonra Türk askerlerine karşı kullanılacaktır.
Bu olaylar üzerine, gerek Müşir Rıza Paşa, gerek vali Tevfik Bey ve kumandan Ferik Tevfik Paşa azledilerek Vali ve Kumandanlığa Müşir Ahmed Feyzi Paşa tayin edildi ve Müşir Şakir Paşa da kendisinin yanına katıldı. Menaha şehri geçici olarak ordu ve vilayet merkezi yapıldı. Böyle bir ortamda bir yandan mevcut asker tekrar düzene konulmaya çalışılırken, bir yandan da Anadolu ve Rumeli’den yeni nizamiye askeri ve redif taburları Yemen’e sevk edilmeye başlandı. Yeni baştan 48 tabur ve 7. Ordu taburlarının tekrar canlandırılması için 20.000 er gönderilerek Yemen’deki genel kuvvet 114 tabura yükseltildi.
İmam Yahya kesinlikle İngiltere karşıtı bir siyaset takip ediyordu. Çünkü 1905’te Osmanlı Devleti'yle anlaşmadan önce Türk Devletine karşı giriştiği isyan hareketinde İngiltere’ye müracaat etmiş ancak ancak umduğu desteği alamamıştı. Ayrıca İngiltere Yemen’de sürdürülecek geleceği belirsiz bir savaş için İmam Yahya'yı ila nihaye destekleme niyetinde de değildi. Çünkü Seyyid İdrisî’nin Mısır El-Ezher ve Senusi hareketiyle bağlantısından dolayı İngiltere’ye yakınlığı İmam’a şüpheli geliyordu ve Aden’deki işgal İmam’ın haklarını ihlal anlamına geliyordu. Bu sebeple devlete başkaldıran İmam geleceğe yönelik bir politika çizerek Osmanlıya yaklaşmış hatta yerel milli taburların oluşturulması niyetlenmesine rağmen kabileler arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle geciken bu organizasyon hareketi ancak İmam Yahya’nın araya girerek, bu anlaşmazlıkları gidermesiyle başarılı olmuş ve yaklaşık 3000 civarında gönüllüden oluşan birlikler teşkil edilmiştir. Çünkü İmamın Yemen, Asir, Hadramut ve Aden bölgesinin kontrolünü ele geçirme ve bölgenin tartışmasız tek lideri olma hevesi vardı.
Bir süre dinlenmenin ve ikmalin ardından Sana’nın geri alınması ve İmam Yahya’nın yakalanması için harekât planlanır.
O sırada garip bir olay olur. Sadece insanlar değildir açlık çeken Alay komutanının atı da açlıktan ölür. Ölmesi üzerine koca ordunun askerleri atın bir parçasını kapmak için bir birlerini öldürecek dereceye gelir. Halit Çavuş, “yarım saat içerisinde atın derisinin bile yendiğini” anlatır.
Uzun soluklu ve çok kayıplı bir harekâtın ardından San’a düşer. İmam Yahya kendi üssü Şehare’ye çekilir. Şehare muharebeleri devam ederken bir ara Müşir Feyzi Paşa çok zor duruma düşer ve eşkıya tarafından çembere alınır. 5 Aralık tarihinde zor duruma düşüp el-Ecram köyüne sığınan Feyzi Paşa’yı kurtarmak amacıyla gönderilen birlikler arasında Rize Redifi, Zile Redifi ve bir de Rumeli redifi vardır. Burada Semerci Mustafa ve Halit Çavuş omuz omuza savaşır. Feyzi Paşa’nın elEcram’dan Sûku’s-selâs’e çekilmesini kolaylaştırmak ve doğu tarafını emniyete almak için Miralay Rıza Bey (53. Trabzon Redif Alayı Kumandanı) Trabzon Taburu ve Zile’nin iki bölüğü ve bir dağ topuyla hareket ettirilir. Bu kuvvetler, kaynakta adı belirtilmeyen bir köyü gece ele geçirir. Ertesi gün harekâta devam etmek için geceledikleri sırada düşman baskın yapar. İki tabur geri çekilirken Halit Çavuş kayalıklardan küçük bir çukura düşer ve bir müddet baygın kalır. Uyandığında düşman hattı içindedir. Esir edilen Türk askerlerine sizin bağırsaklarınızda Osmanlı altını var diye Yahya’nın adamlarının esirlerin boğazlarını kesip karınlarını deşişine şahitlik eder ve kafayı oynatır. Ertesi günü yüksek tepeyi de ele geçirdiklerinde Semerci Mustafa Halit Çavuş'u kan gölü içinde ölen arkadaşları arasında ağlarken bulur. Böylece Feyzi Paşa kuşatmadan kurtulur ve Sûku’s-selâs’eye döner. 28 Ekim 1905’te başlayıp, 10 Ocak 1906 tarihinde tekrar San’aya dönülmesiyle noktalanan Şehare Harekâtı’ndan hiçbir sonuç elde edilememiştir. Ancak sevk edilen ordunun 3'te ikisi can vermiştir. Kurtulanlar arasında Halit Çavuş ve Semerci Mustafa'da vardır. Ardından Trabzon, Rize ve Balkan Rediflerinin bir kısmı gönderilir, fakat iki kafadarın rediflerine izin çıkmaz. Ta ki birinci Dünya Savaşı'na kadar Yemen'de kalırlar. Dizanteri ve bit artık sıradan hadise olmuştur. Birçok arkadaşlarını paçalarından kan akarak kaybederler. Su yok, yiyecek yok, ilaç yok, sıtma ve dizanteri çoktur.
Bu şartlar altında gelinen 1914 yılında Taʹiz’e asker sevkiyatı yapılarak Osmanlı Devleti’nin Yemen’de de savaşa hazır olduğu izlenimi verilir. 1 tabur ve 4 makineli tüfekten oluşan İngiliz birlikleri 9 Kasım 1914’te Bâbü’l-Mendeb girişindeki Şeyh Said’e çıkarma yapınca Ta’iz’den gönderilen Osmanlı birlikleri karşılık verir. Şiddetle çarpışmaların ardından İngilizler büyük kayıplar vererek çekilir. 11 Kasım 1914’te çarpışmaların ardından bölgeyi tahliye etmek zorunda kalırlar. 39. Tümen, İngilizlerin Kasım 1914’teki çıkarma hareketini bastırdıktan sonra İngilizlerin himayesindeki Dâli bölgesini kuşatır. 5 Şubat 1915’te Dâli kabilesine ait mıntıka ele geçirilerek İngilizlere karşı ilk başarı elde edilir. 39. Tümen toplamda 4 bin civarında bir kuvvetle İngilizlere karşı taarruz ederek 1 Temmuz 1915’te, Milli Taburlarla birlikte Yahya'nın düşmanı Havaşib kabilesine ait bölgeyi de ele geçirerek İngilizlere ikinci darbeyi vurur. 5 Temmuz 1915 sabahı Laheç’e girilir. Kasaba içerisinde İngiliz birlikleriyle karşılaşan 39. Tümen, Laheç sokaklarında süngü savaşı verir. Halit Çavuş ve Semerci Mustafa omuz omuza elde süngü dalar düşmana. Mustafa daha güçlüdür, daha iridir. Süngüyü göğsüne taktığını havaya kaldırdığı gibi arkasından atar. Ardında leşler bırakarak Laheç merkezine doğru ilerler. Halit Çavuş arkada kalmıştır. Çarpışmalar akşam karanlığına kadar sürer. Harp tarihine Laheç Zaferi olarak geçecek olan bu çarpışma, 5 Temmuz 1915 sabahı, Laheç’in alınmasıyla nihayet bulur.
Yokluk içinde kazanılan bunca zafere rağmen 1918’de Osmanlı savaşı kaybedenler arasında yer aldığı anlaşılınca vakit öğleden sonradır. Alay komutanı yüksekçe bir taşın üstüne çıkarak, “Osmanlı bitti, kaçın kendinizi arabın kılıcından kurtarın. Bu gece yarısından itibaren serbestsiniz,” der.
Halit Çavuş, Semerci Mustafa ve iki arkadaşı daha geceleri hareket edip gündüzleri çölde saklanarak tam yedi ayda Adana’ya gelebilirler. Geldiklerinde Mustafa Kemal’in Samsun’dan “Ya İstiklal Ya Ölüm!” parolasıyla yola çıktığını öğrenirler.
Halit Çavuş 1949 yılında vefat etmiştir, Semerci Mustafa ise 1953’te. Bunları babama anlatan her ikisidir. Babam sağdır ve Atatürk’ü gören sanırım son kişidir.
Yahya Yeşilyurt, “Osmanlı Devleti’nin seferberliği üzerine çalışan Beşikçi’nin, Hicaz ve Yemen’in seferberlikten muaf tutulmasını askerlik şubesinin bulunmamasına bağlamasını ve Shaw’ın Arapların, savaş esnasında olası bir isyana kalkışma ihtimali sebebiyle Yemen ve Hicaz seferberlikten muaf tutulmuştur,” demesini doğru bulmaz. Ona göre bu görüşlerin haklılık payı olmakla birlikte her iki vilayetteki orduların mevcut yapısına bakmak konuyu anlaşılır kılmaktadır. Anlaşılan Yeşilyurt, olaya, “bu kadar asker neden seferberlik dışı bırakıldı, anlaşılır gibi değil,” şeklinde bakmaktadır. Böyle baktığından dolayı da ilgili bölgelerdeki askeri varlıkların karşılaştırmasına girişir: “Bu açıdan bakıldığında, Yemen’i savaştan muaf tutmak, askerî varlığın kolorduyla temsil edildiği bir bölgede anlaşılabilir değildir. Hem Beşikçi’nin hem de Shaw’ın tespitleri, Hicaz bölgesi düşünüldüğünde anlaşılır olabilir. Çünkü Hicaz’da Osmanlı Devleti fırka bulundurarak Kutsal Beldeleri mücadeleden uzak tutmaktaydı. Fakat Yemen’le Hicaz’ın konumu farklıdır. Zira Osmanlı Devleti, daha savaşın başında Yemen’de İngiltere’yle sınır antlaşması imzalamıştı. Osmanlı idarecilerinin bu antlaşmayı görmemezlikten gelmesi şüphesiz düşünülemez. Çünkü Osmanlı Devleti’nin Almanya saflarında harbe iştiraki, Yemen’de doğrudan İngiltere’nin karşısına çıkaracaktır.
Ancak Yeşilyurt, Yemen’de Osmanlı askerî yapılanmasının taşıma suyla değirmen döndürmeye benzediğini anlayamamış. Yemen’de asker Anadolu ve Balkanlardan toparlanan Türkmen askeriyle kaimdir.
Bu durumu Yemen’deki 39. Fırka Kumandanı Ali Sait Paşa şöyle ifade ediyor: “Osmanlı ordusu baştanbaşa seferber edildi. Fakat seferberliği Yemen kolordusuna teşmil etmediler. Çünkü anavatandan Yemen’e ne asker, ne silah ve cephane, ne de erzak, para göndermek mümkün değildi. Cihan Harbinden evvel Yemen’deki yedinci kolordunun buğdayına hatta ununa kadar bütün erzakı merkezden gönderilirdi.”
Yeşilyurt anlaşılan savaş nedir bilmediğinden konuya Fransız kalmış. “LOJİSTİK” nedir bilse idi ikmali imkânsız olan bir coğrafyada ne taarruz yapabilirsiniz ne de savunma.
Yeşilyurt bir de dâhiyane bir soru sorar ve buna cevap da arar: “Durum böyleyken Osmanlı seferberliğine dâhil olmayan bir vilayet, I. Dünya Savaşı’na nasıl katıldı?”
Anlaşılan doçentimiz “ÇARESİZLİK” kelimesinin de anlamını henüz öğrenememiş! Sahi sen nasıl doçent oldun yahu, ISI kayıtlı ESBED diye bir dergide yayının var ancak internette adı bile bulunmuyor. İşin garibi internet ESBED’in kaynağı olarak senin üniversite sahifeni veriyor, ne ilginç!
Yazar bir de dâhiyane yorum yapıyor: “I. Dünya Savaşı başladığında seferberlik haline geçen Osmanlı Devlet’i, Yemen’i her ne kadar savaştan muaf tutmuş ise de bu kararın, Yemen Vilayeti’ndeki askerî ve idarî makamları boş durmaya sevk etmemiştir.”
Ne yapacaktı ya?
Yemen türküsü, 1905 yılında Yemen’e gönderilip 1.Dünya Savaşı sonunda çölde yüz üstü bırakılan işte bu Türk evlatları için yazılmıştır. Üç beş kişi dışında bir tanesi bile geri dönmeyen Türk evlatları…
Türkü her ne kadar Muş sanılsa da Harput türküsüdür. İlk olarak Harputta Hafız Osman Öge tarafından derlendiğinden Harput türkü geleneği ölçülerine uyar. Bu bilgilerin bir kısmını Hasan isimli dedesi Yemen'de şehit olan “Ğuraba Production” linkinin sahibinden öğrendik. Türkü El aziz halk türküleri diye kaydedilip literatüre geçirilmiştir. Ancak daha sonra Muş'ta değişik bir şekli derlenmiş ve Muş Türküsü diye kakalanmıştır!
KAYNAKLAR
Zekai Çataloluk. Birinci ağızdan Halit Çavuş ve Semerci Mustafa’dan dinleyen kişi.
Ğuraba Production (https://www.youtube.com/watch?v=q9s4n_qTqJA)
Stanford J. Shaw. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu. Beyza Sümer Aydaş, TTK Yayınları, Ankara, 2014, 59-71.
Mehmet Beşikçi, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Seferberliği, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul, 2014, s. 125.
Yahya Yeşilyurt, Yemen’de Osmanlı-İngiliz Mücadelesi 1871-1914, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erzurum 2011, s. 240; ATASE, BDH., 4116/003-001.
Zeki Ehiloğlu, Yemen’de Türkler, Kardeş Matbaası, İstanbul 1952, 131.
Yahya Yeşilyurt. Medeniyetler Beşiği Kadim Bir Osmanlı Ülkesi-Yemen. Babiali Kültür Yayıncılığı,
İstanbul 2011, 125.