KÜLTÜR SANAT

Neslihan Dağlı ile Seçkin Şiirler’de Aydan Yalçın

Merhaba sevgili okur,

Bu haftanın konuğu sevgili Aydan Yalçın, 1964, Mersin/ Silifke doğumlu. İlk ve Orta öğrenimini Silifke’de, Lise öğrenimini Ankara’da tamamladı.

Yükseköğrenimini Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümünde yaptı. Tarım ve Köyişleri Bakanlığında idareci olarak görev yapmaktayken 2005 yılında emekliye ayrıldı.

2014 yılında memleketi Mersin’e dönerek bir Özel Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezinde Şirket Müdürü olarak çalışmaya başladı.

Bir kız evlada sahip olan şair şiire ve edebiyata olan tutkulu yaşamını Mersin’de sürdürmektedir.

 ŞİİR VE YAZILARI ;

Varlık, Hayâl, Yasakmeyve, Sincan İstasyonu, Papirüs, Kurşunkalem, Mühür, Karşın ve Patika gibi birçok şiir ve edebiyat dergilerinde yayımlandı. Şiirleri; Fransızca, İngilizce ve Romence’ye çevrildi. Ayrıca şair; çocuk şiirleri, düşünce yazıları, denemeler ve öyküler de yazmaktadır. Bir dönem Karşın adlı edebiyat ve sanat dergisinin yazı işleri müdürlüğünü de yapan Aydan Yalçın, Çağdaş Şair ve Yazarlar Derneği ile Türkiye Yazarlar Sendikası üyesidir.

ÖDÜLLERİ ;

 -Şair İbrahim Yıldız Şiir yarışması: Mansiyon ödülü-2010

-Kumru şiir sitesi yarışması (Hayâl, Patika, Lacivert Edebiyat Dergileri): 1.lik  ödülü ve jüri özel ödülü- 2005

– 8. Akdeniz’e Bakış A. Neşet Dinçer şiir yarışması: Jüri özel ödülü-2005

– 10.Akdenize Bakış  Şiir Yarışması: Başarı ödülü-2007

ŞİİR KİTAPLARI :

Aşkence (2007, Kül Sanat Yay.) ; Ay Konuşsun (2010, Hayal Yay.) ; Gül Makası (2013,Yazılı Kâğıt Yay.) ; Kırbaç Düğümü (2017, Yasakmeyve Yay.)  ;  Dondurma Ağacım, çocuk şiirleri (2020, Dorlion Yay.)Deneme kitabı; Dikenli Taç (2019, Yazılı Kâğıt Yay.)

AYDAN YALÇIN’ ŞİİR ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ;

Şiir, tanrıların yeryüzündeki dansıdır ve şair düşsel gerçekliğin yegâne tanrısıdır. Onun içindir ki şiir; kuralların, yasaların, baskıların olmadığı tanrısız bir dünya ister yeşermek için.Yaşam tanığımdır şiir.

Bu tanıklıktaki en yakın arkadaşım, beni besleyip yüzüme ayna tutan, göremediğimi gösteren, sesini sesime katan, beni çoğaltandır. Yani beni kendimle, doğayla, insanla, sanatla ve de hayatla buluşturan, yoğuran, şekil verendir.

Beni dilin süzgecinden geçirip sözcüklere mayalayan, müziğiyle sarhoş edip estetikle ve sanatla buluşturan, özüme kavuşturandır. Şiir, çocukluğumdan bu yana bana göz kırpıp duran tavanı çok sinemalı evim, her gün biraz daha yeşerttiğim dilim, kâğıdın toprağını tohumlayan elimdir.

Bütün sanat dallarının omurgası, insana, yaşama, aşka dokunmanın biricik yoludur şiir. Barışın ve özgürlüğün işaret fişeği, zamansız, dinsiz, ırksız ve cinsiyetsizdir. Pasaportsuzdur şiir, ülke, sınır tanımaz.

Belli ki ondandır şiirin kanyonunda serkeş bir düş gezgini oluşum ve çölün orta yerinde bir vahayı buluşum. Dante’nin kapısız cennetinden çaldığım, her an yüreğime saplanıp duran ve asla başımdan çıkmayacak olan bir dikenli taçtır şiir.

SESİN VE KUŞLAR

bende sönen şavkıması sürsün diye yaşamın
bu kuşları senin için gözlerimde sakladım
Metin Altıok

sesindi gecenin tellerinde gezinen

dokunup yalnızlığıma incelip giden

balkonu yok evimin yoksulluğunda

kanatlı bir at gibi giden dörtnala

sesindi ürktükçe gelen peşimden

bir rüzgâr serinliği uykularımda

örtülsün o yaşlı bulut omuzlarıma

dökülsün kendine bu susuz ırmak

sevgilim kuşların neden çok ırak

kanatlanıp sesinden konsa dalıma

hangi el kaldırır, bu yıkık kadını bilmem

bir burgaç koynunda boğulup giden

ortasındayım işte perişan zamanların

eklendim en sonuna karınca katarının

sesin bir koşu gelip de tutsa elimden

var olan ki eksiliyor, parça parça an

yanlış bir hesapmış masaya bırakılan

çekmecede unutulmuş kırık bir ayna gibi

yıllarca bekletilmiş yüreğimde kilitli

sesin ki son demimde giriverse kapımdan

sahi o ölümü ben ilk nerede ölmüştüm?*

sesinin kuşlarıyla huzurlu gömülmüştüm

*Metin Altıok / bozlak, kedi ve ölüm

**

DİLSİZ EV

önce saçlarını çözdü ev

savurdu dört bir yana

fesleğen kokulu bahçe kadar dilsiz

duvar dibine diktiğin akasya

ve göğsüne basa basa gittiğin

kaldırım taşlarında ayak izlerin

tersine akan nehir gibi uzamakta

ezik bir sabah geçiyor içimden

sular çekilmiş

ay yorgun

türküsüne ağlıyor yakamoz

yağmalanmış, yırtılmış, tartaklanmış

beynimde anıların dişlediği ses

ah! nefes, nefes, biraz nefes

bir aşkın etine saplanıyor tırnağım

şiirin kanyonundayım

dilsiz bir evde, rehnedilmiş

şiirgözü akmış

gecikmiş düş cambazı

öldamarımda ürkek bir sardunyanın

göğe ağan yalnızlığı

boğulmuş suda yıkanıyor sessizliğim

**

O KADIN

                                           İngrid Jonker’e…

kanatları eksik bir akşamla çıkageldi ıslak

bir kuştu yorgun tozlu yatağında nehrin

camdan bir suretti geçtim içinden sessiz

elleri bataklık yırtığı kanlı bir cenin

demir kapıları inleten beli kırık anahtar

sanki kendi nehrinde boğulan sandal

kandelen gözleriyle çocuk ölmedi dedi

en çiçeklenmiş yerinden hiç kesilir mi dal

yansımalar topladım girdim ruhuna sessiz

ıslaktı bilekleri, çok yaralı nefessiz

kazıdım duvarlardan yorgun şiirlerini

deniz giyindi kadın ardına bakmadan gitti

bir çift siyah kelebek, yolcuyduk Afrika’ya

uzundu yol. Nyanga belki Langa’da

gördüm ki her yerdeydi çocuk

evde, sokakta, okulda

hayır, kafasında bir kurşun yok

ve yatmıyor hiçbir yerin polis karakolunda

anne karnında çocuk yaşam hakkı elinde

çocuk; evde sokakta, okulda eğitimde

bu bir şiir değildir say Afrika çığlığı

kanayan bir bulutun cebinden çıkardığı

çocuk ölmedi biliyordum türküsüydü barışın

ince bir gülümsemeyle el salladı o kadın

pasaportsuz bir çocuk geçerken bu şiiri

hayır, hayırrr! çocuk ölmedi

bir yeşil uykuya gitti…

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.