Bundan önceki “Mesih Planı” başlıklı yazımda, 1990’da başlayan Amerikan Hegemonyası’nın 2004 yılında sona erdiğini; bu tarihten sonra çok kutuplu bir dünyaya geçildiğine işaret etmiştim. İşte o çok kutuplu dünyaya geçişte “Mesih Planı”na alternatif bir uygulama oluşturacak seçeneği ele alan son derece özgün bir çalışma olarak Mehmet Ali Güller’in “Kuşak Ve YolBüyük Avrasya Ortaklığı” adlı yeni çıkan ve daha önce (2019) yayımlanan “Amerikan Hegemonyasının Sonu” adlı kitaplarını dikkate alarak tanıtım çerçevesinde bir yazı sunmak istiyorum.
1. ABD Hegemonyasının Sonuna İşaret Eden Üç Özellik
ABD’nin tek kutuplu dünya liderliği konumundan inişinin nedenlerini Sayın Güller’in yaptığı tespitle konuya girebiliriz.
Süper güçlerin hegemonyasının sonunun gelmekte olduğunun en önemli üç işareti şudur:
(1) Üstünlükle bitirdiği bir savaşı ana hedefi bakımından aslında kazanamamış olmasıdır.
(2) Üstünlükle bitirdiği bir savaşta üçüncü bir kuvvetin kendisinden çok daha fazla kazançlı çıkmasıdır.
(3) Savaşı çıkarabilse bile, barış masasını kuramamasıdır.
Aslında ne demek istediğimizi en iyi ABD Kara Kuvvetleri Komutanlığı açıklamaktadır.
ABD Kara Kuvvetleri, 2003 ile 2011 yılları arasında ABD’nin Irak’taki faaliyetlerini değerlendiren “Irak Savaşı’nda ABD Kara Kuvvetleri: İşgal, İsyan ve İç Savaş: 2003-2006 Cilt I” ve “Irak Savaşı’nda ABD Kara Kuvvetleri: Yığınak ve Çekilme 2007-2011 Cilt II” başlıklı 1300 sayfalık bir rapor yayımladı.
Yazımına 2013’te başlanan ve 2016’da tamamlanan ama gizliliği hemen kaldırılmayan raporun sonunda şu değerlendirme yapılmaktadır:
Bu proje 2018’de tamamlandığında cesaretlenmiş ve yayılmacı bir İran (Irak’ta) tek kazanan olarak görünüyor.
Yani yukarıda (2). maddede işaret edildiği gibi, ABD’nin bir savaşında asıl kazanan bir başka kuvvet (İran) olmuştur.
(3). maddeye örnek ise Suriye’dir. ABD, Suriye’de savaşı çıkarmış ama barış masasını kuramamıştır. Barış masasını Rusya kurmuştur.[1]
Çin ve Rusya, ABD’ye Karşı Birleşmiş Durumda
ABD istihbaratının yönetim kadrosunun senatörlere bilgi verdiği ve sorularını yanıtladığı Ocak 2019’daki Senato İstihbarat Komisyonu oturumunda çok önemli saptamalar vardı. CIA ve FBI başkanlarının da bulunduğu ve bilgi verdiği oturumda ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Dan Coats şu çok önemli iki saptamayı yaptı:
(1) ABD’ye yönelik dört büyük tehdit Rusya, Çin, Kuzey Kore ve İran’dır.
(2) Çin ve Rusya, hiç olmadığı kadar ABD’ye karşı birleşmiş durumda.[2]
ABD istihbarat yetkililerinin bu saptaması, yani Çin ve Rusya’nın ABD’ye karşı birleşmiş olduğu gerçeği, önümüzdeki sürecin en önemli gerçeğidir.
ABD hegemonyasının sonunun ne hızda geleceği de, yerini neyin dolduracağı da, öncelikle Çin-Rusya işbirliğine bağlıdır.
Kuşkusuz, “Amerikan Hegemonyasının Sonu” kitabında incelendiği gibi, Çin ile Rusya arasında da çelişkiler vardır, AB ihmal edilmemesi gereken bir kuvvettir ve Hindistan dengeleri değiştirecek oranda hızla büyümektedir.
Sıcak Savaş Riski
Önemle vurgulan durum şudur: Süper güçlerin hegemonyasının sonu bugünden yarına gelmiyor, zamana yayılıyor. Dahası süper güçler, hegemonyaları inişe geçtiğinde, liderliği kolay kolay teslim etmiyorlar.
Son 150 yıl, hegemonya mücadelesinin ne kadar sert geçtiğine ve bayrak değişikliğinin ne kadar kanlı olduğuna sahne oldu. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı İngiliz-Fransız hegemonyasıyla sonuçlandı. Kuşkusuz üretimi ve ekonomisiyle aslında ABD, liderliği kısa bir süre sonra ele geçireceğinin işaretini veriyordu.
İkinci Dünya Savaşı ise ABD, SSCB, İngiltere, Fransa ve Çin’in yeni bir uluslararası düzen kurmasıyla sonuçlandı. Kuşkusuz aslında iki kuvvet vardı: ABD ve SSCB.
Yeni yarış ise ilk ikisinin çapına ulaşmayan bir mücadele içinde sürüyor ve Çin kısa bir zaman içerisinde ABD’ye yetişip, onu geçeceğinin işaretlerini veriyor.
Elbette bu öyle kolay olmayacak. En azından ABD stratejik savunma içinde taktik ataklar yapacaktır, yani geri çekilirken yeni yangınlar çıkaracaktır. Dahası Güney Amerika gibi yakın coğrafyalarında hegemonyasını sürdürme atakları yapacaktır.
ABD ile SSCB’nin sıcak savaşa dönüşmeyen soğuk savaşının ABD ile Çin arasında nasıl seyredeceği, dünyanın en büyük problemi olarak önümüzde duruyor.
Uluslararası para spekülatörü ve ABD’nin turuncu darbe sponsoru George Soros, ABD ile Çin’in er geç sıcak savaşa gireceğini düşünenlerin başında geliyor.
“Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’i ‘açık toplum’un en tehlikeli düşmanı” ilan eden Soros, “ABD ve Çin soğuk savaştalar ve bunun sıcak savaşa dönmesi tehdidi var,” demektedir.[3]
Yeni Düzen
ABD hegemonyasının sonu haliyle Amerikan düzeninin de sonudur ve yerini yeni bir düzen alacaktır. Bu, Batı’dan Doğu’ya pek çok uzman tarafından saptanmaktadır. “Bazı uzmanlara göre, gelişmekte olan ekonomilerin yükselişi son 500 yıldaki üçüncü güç aktarımıdır. Ve böylesine yapısal bir güç aktarımı, yeni bir uluslararası düzenin kurulacağına işaret etmektedir.”[4]
Dahası düzenin en önemli temsilcileri de tablonun değişmekte olduğunu belirtmektedir. Örneğin, küresel ekonomide belirleyici grupların başında gelen Rotschild ailesinin en yaşlı üyesi Jacob Rotschild, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan küresel finans sisteminin tehlikede olduğunu söylüyor. [5]
Yeni düzenin nasıl olacağı öncelikle sosyalizm ile kapitalizmin mücadelesinin sonucuna bağlı olacaktır. Sosyalist piyasa ekonomisinin kapitalist piyasa ekonomisine göre daha başarılı olduğunun görüldüğü son 30 yıl, aynı zamanda kapitalist dünyada “karma ekonomi” eğilimini de geliştirdi.
Bu süreç, kaçınılmaz olarak, yeni ekonomik kuramların başat rol oynadığı yeni bir ekonomik düzene ve haliyle de yeni bir siyasal düzene evrilecektir.
ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Fransa’dan oluşan BM Güvenlik Konseyi’nin genişlemesi, bu beşliye Hindistan ile Almanya’nın, hatta Brezilya’nın dâhil olduğu yeni bir yapının ortaya çıkması olasıdır.
Küreselleşmeye karşı bölgeselleşme eğiliminin daha da gelişeceği bir süreç önümüzdedir. Örneğin, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün, NATO karşısında daha ağırlıklı bir yapıya dönüşeceğinin işaretleri var. Dış politikalarda ve uluslararası ilişkilerde ulusal devletlerin tekil davranışlarının yerini, bölgesel birlikteliklerin almaya başladığı bir sürece giriyoruz. Arap Birliği’nden Afrika Birliği’ne tüm birlikler 20. yüzyıldaki yapılarını geliştirecek ve daha etkin olacaklar.
Sayın Güller bu durumda konuyu şöyle bağlıyor:
“Ve yarın mutlaka bugünden daha çok insan merkezli olacak; yani emek merkezli ve eşitlikçi…”[6]
2. 21. Yüzyılın İkinci Çeyreğinin En Önemli Problemi:
Emperyalist ABD’yi, Küresel Bir Saldırganlıktan Caydırabilmek
Hegemonyası zayıflayan, kurallarını belirlediği sömürü düzeni çatırdayan emperyalist ABD’yi, küresel bir saldırganlıktan caydırabilmek, 21. yüzyılın ikinci çeyreğinin en önemli problemidir.
Zira bir üçüncü dünya savaşı, ilk ikisinin toplamıyla bile kıyaslanmayacak ölçekte ve tahribatta olacaktır.
Peki bu olasılık nasıl azaltılacak?
Dünyanın ABD’ye teslim olmasıyla mı?
Bu elbette mümkün ve gerçekçi değil. Dahası ABD’nin küresel liderliği ve emperyalist tekellerinin iştahı savaşları önlemiyor, tersine yeni savaşlar, yeni işgaller üretiyor.
Bu durumda ABD’yi savaştan nasıl caydıracağız?
Bu sorunun yanıtını Sayın Güller, “Kuşak ve Yol Büyük Avrasya Ortaklığı” kitabında veriyor:
İşte Kuşak ve Yol İnisiyatifi, emperyalist ABD’nin saldırganlığını ve küresel bir savaş açma olasılığını zayıflatan en önemli işbirliği modelidir.
ABD’yi saldırganlıktan caydıracak en önemli etken, Avrupa’yı ABD’den kurtarmaktan geçer. Atlantik kampının dağılması ve ABD’nin en önemli müttefikinden mahrum kalması, saldırganlığını azaltır.
Bana göre Kuşak ve Yol İnisiyatifi, pratikte ve doğal işleyişinin gereği olarak, 21. yüzyılda Avrupa’yı Trans-Atlantik kampından çıkarmayı ve Asya ile çıkar ortaklığına yöneltmeyi de teşvik etmektedir.
Böylece ABD, Çin, AB, Rusya ve Hindistan’dan oluşan beş merkezli dünyada, ABD, AB ile oluşturduğu kampa Hindistan’ı eklemeye çalışırken, tersine AB’nin Çin, Rusya ve Hindistan ile birlikte hareket etmesi gündemde olacaktır.
Çin, Kuşak ve Yol İnisiyatifi ile doğrudan ABD’yi hedef almıyor. Çünkü Çin, denizlerde egemenlik için ABD ile çatışma yolu izlemek istemiyor. Dahası Çin yönetimi Batı’nın izlediği türden denizlerde genişleme ve sömürgeleştirme hedefi olmadığını da sık sık açıklıyor. Aksine Çin yönetimi, Kuşak ve Yol İnisiyatifi’nde yer alan ülkelerle birlikte denizlerde kazan-kazan ilkesiyle ticaret yapmak istiyor.
Bu, savaş tehlikesinin arttığı koşullarda, en geniş coğrafyada en geniş işbirliği sağlayan Kuşak ve Yol İnisiyatifi ile savaş riskinin azaltılması demektir.
İşte dünyanın ve insanlığın geleceği açısından da asıl mesele budur…”[7]
3. ABD ve Çin’in Temel Farkı: Yayılmacılık
Kısacası, “ABD düzeni” bitiyor ve yerini, yeni bir düzen almaya başlıyor…
Bu tablo karşısında dile getirilen “Hiçbir şey değişmeyecek, dün ABD yayılmacıydı, yarın da Çin yayılmacı olacak…” şeklindeki görüşe karşı Sayın Güller’in açıklaması şöyledir:
Kuşkusuz bu, meseleye Atlantik dünyası içinden bakmanın bir yanılsaması. Oysa ABD ve Çin, insana bakıştan devletlerarası ilişkilere kadar hemen her alanda iki farklı ve iki zıt anlayışa sahip ülkelerdir. Bu gerçek görülürse, birinin yaptığını diğerinin sürdüremeyeceği anlaşılır.
Aslında bu gerçeği Atlantik dünyası içinden görenler de var; üstelik o dünyanın en etkili isimlerinin başında geliyor: Henry Kissinger.
ABD-Çin ilişkilerinde özel bir yere sahip olan ve ABD’de, hatta Batı’da Çin’i en derinlemesine incelemiş isimlerin başında gelen kişi Henry Kissinger’dır.
Richard Nixon ve Gerald Ford yönetimlerine Ulusal Güvenlik Danışmanlığı da yapan ABD’nin ünlü Dışişleri Bakanı Kissinger, ülkesi ile Çin arasındaki temel farkı çok doğru bir şekilde şöyle ortaya koyuyor:
“ABD’nin kendisini bütün dünya ülkelerinden müstesna bir konumda görmesi, misyonerce bir tutumu beraberinde getirmektedir. ABD, sahip olduğu değerleri dünyanın her yanına yayma mecburiyeti olduğunu savunur. Çin’in kendisini müstesna bir konumda saymasının nedeniyse kültüreldir. Çin, değerlerini yaymaya çalışmaz; çağdaş kumrularının Çin’in dışındaki dünyaya uygun olduğunu da ileri sürmez.”[8]
Yine Kissinger, her iki ülkenin de özel bir rol üstlendiğini düşündüğünü belirterek şöyle der:
“Çin, Birleşik Devletler gibi kendisinin özel bir rol üstlendiğini düşünmekteydi. Ama bu düşünce hiçbir zaman değerlerini bütün dünyaya yaymak üzerine kurulu Amerikan evrenselciliğini benimsememiştir. Çin kendisini barbarları kapının önünde tutmakla sınırlamıştır.”[9]
Kuşkusuz Kissinger’ın iyi gözlemlediği bu fark vardır ancak fark her iki ülkenin de kendisini müstesna görmesinden ya da ABD’nin misyonerce tutumundan kaynaklanmamaktadır. Farkın kaynağı,
– ABD’nin emperyalist kapitalist,
– Çin’in ise sosyalist olmasıdır.
Yeni pazarlara, yeni hammaddelere ihtiyacı olan kapitalizmin en yüksek aşaması emperyalizm, modern sömürgecilik yapabilmek üzere yayılmacıdır. Sahip olduğu değerleri yaymak istemesi bundandır. Dahası ABD, Yugoslavya, Afganistan, Irak, Suriye ve Libya örneklerinde de görüldüğü gibi, sahip olduğu değerleri yaymaktan çok, o değerleri saldırganlığına örtü yapmak için kullanmaktadır. İnsan hakları ve demokrasi gibi iki değer, ABD’nin işgal etmek istediği ülkelere götürmek istediği değerler olmuştur!
Çin’in yayılmacı olmayan yaklaşımı, modern çağlar öncesinde de mevcuttu. “Çin daha Song Hanedanı döneminde (MS 960-1279) bile, denizcilik teknolojisi konusunda dünya lideriydi; sahip olduğu filolar imparatorluğu bir fetihler ve keşifler dönemine taşıyabilirdi.”[10] Ancak İmparatorluklar çağında bile Çin denizaşırı sömürgeler edinme yoluna gitmedi. Dahası kendi kıyısından uzaktaki ülkelerle de pek ilgilenmedi. Çin kültürüne yön veren en temel metinler olan Konfüçyüs ilkelerinin, Batı’dakine benzer şekilde, “Barbarları dönüştürme” hedefiyle dış maceralara girişme gerekçesi üretmediğine de önemle dikkat çekilir.
Çin tarihinin bu alandaki tek istisnasının ünlü Amiral Zheng He olduğu ileri sürülebilir. Ming Hanedanının ilk yıllarında, 1405-1433 yılları arasında, Amiral Zheng He komutasında büyük bir filo, Çin’in kıyısından uzaktaki ülkelerle ilgilenmeme ilkesinin dışına çıkarak Hindistan, Afrika Boynuzu ve Hürmüz Boğazı’na doğru yola çıkmıştır. Çağının en büyük, en güçlü ve teknolojik olarak en ileri seviyesindeki bu filonun, gelişmişliği bakımından 150 yıl sonra kurulacak ünlü İspanyol donanmasından bile daha ileri seviyede olduğu denizciler ve tarihçiler içinde yaygın görüştür.
Ancak Amiral Zheng He komutasındaki Çin filosunun keşifleri, keşiften ibaret kalmış; güçlü filonun, kendisinden iki yüzyıl sonraki Portekiz, İspanyol, Hollanda filolarından ya da üç dört yüzyıl sonraki Fransız ve İngiliz filolarından farklı olarak bir toprak isteği olmamıştır.
Amiral Zheng He’nin ünlü yolculuğu için yapılan en ileri yorum; “Çin adına sömürgeler oluşturma ya da bir zenginlik isteğinde bulunmadığı, en fazla Çin’in ‘yumuşak gücünü’ göstererek Çinli tüccarlar için elverişli koşullar yarattığı” şeklinde olmuştur.[11]
28 yıllık bu keşifler dönemi, 1433 yılında kesilmiştir; çünkü Çin, kuzeyindeki kara sınırlarından yeniden tehdit altındadır. Yeni İmparator filoyu dağıtmış hatta yolculuk kayıtlarını da imha ettirmiştir. Pusulayı bulan ve denizcilik alanında açık ara önde olan Çin, kıyı denizciliği ile kendini sınırlı tutmuş; pusula başta geliştirdiği teknikler ise bir süre sonra Batı tarafından kullanılarak asıl keşifler çağı (ve elbette sömürgecilik çağı) başlamıştır.
4. ABD ve Çin Arasındaki En Önemli Fark:
Kâr ve İnsan Farkı
Kissinger’ın da ifade ettiği gibi ABD ile Çin arasındaki önemli bir farktır yayılmacılık.
Sadece yayılmacılık mı peki?
Değil elbette… Hepsinden önemli fark, iki ülkenin insana bakışındadır. Birinde “önce kâr” en baştayken, diğerinde “önce insan” vardır. Biri kâr için sistem inşa ederken, diğeri insan için sistem oluşturmaktadır.
Çünkü ABD emperyalist kapitalist bir ülkedir. Çin ise sosyalisttir, “Çin’e özgü sosyalizm” uygulamakta olan bir ülkedir.
Ve en önemlisi Çin, ABD’den farklı olarak, devletlerarası ilişkilerinde “şart” aramayan bir ülkedir. ABD, yüzyıl boyunca yapacağı yatırımı bile siyasi şarta bağlayarak ilişkiler kurmaktadır.
İşte bu nedenle pek çok ülke, Çin’in ortaya attığı ama pratikte ortak yürütülecek Kuşak ve Yol İnisiyatifine olumlu bakmaktadır.[12]
5. Kuşak ve Yol ile Marshall Planı’nın Farkı
Kuşak ve Yol için en çok yapılan en önemli eleştirilerden hatta suçlamalardan biri, onun ABD’nin Marshall Planı’ndan bir farkı olmadığı şeklindedir. Suçlamanın sahipleri böylece Kuşak ve Yol’un da Marshall Planı gibi emperyalist bir proje olduğunu ileri sürmüş oluyorlar. Oysa bu gerçek değil.
Esasen Kuşak ve Yol ile Marshall Planı’nın bırakın benzerliğini, pek çok açıdan birbirinin karşıtı olduğunu ortaya koymak için öncelikle bu planı anımsayalım.
Marshall Planı, dönemin ABD Dışişleri Bakanı George Marshall’ın adıyla bilinen bir ekonomi projesidir. Marshall Planı, temelde ABD Başkanı Harry Truman’ın adıyla bilinen Truman Doktri’nin ekonomiyle ilgili bölümüdür.
O halde Truman Doktri nedir?
26 Şubat 1947’de Truman’a sunulan belge doğrultusunda ABD Başkanı ilk seferde 400 milyon dolarlık bir yardım yetkisi için Kongre’ye başvurdu. Truman, bu amaçla Senato ve Temsilciler Meclisi’nin 12 Mart 1947 tarihli ortak oturumunda yaptığı konuşmada, o günden sonra yaklaşık yarım yüzyıl boyunca ABD dış politikasının ana eksenini oluşturacak ünlü doktrinini açıkladı:
“Amerikan dış politikasının, kendilerini boyunduruk altına almak için silahlı azınlıklarca harcanan çabalara (Yunanistan kastediliyor) ve dış baskılara karşı koymaya çalışan özgür ulusları (Türkiye kastediliyor) destekleme amacına yönelmesi gerektiği kanısındayım.”
Doktrin gereği ABD özetle SSCB’ye karşı özgürlük ve bağımsızlık mücadelelerini(!) destekleyecekti!
Zaten “Truman Doktrini, ABD’nin Moskova Büyükelçiliği’nde müsteşarlık yapan George Kennan’ın 26 Şubat 1946’da Washington’a çektiği uzun telgrafındaki mesajında belirttiği görüşlerin politikaya dönüşmesi”ydi.
Doktrine uygun olarak ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, 5 Haziran 1947’de Harvard Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada “Marshall Planı’nı açıkladı. Buna göre 16 Avrupa ülkesi SSCB tehlikesine karşı ABD yardımından yararlanacaktı.
ABD Kongresi Marshall Planı’nı 11 Eylül 1947’de onayladı.
Türkiye plana dâhil edilmemişti. Bunun nedeni, Türkiye’nin ihtiyaçlarını tespit amacıyla incelemeler yapan General Oliver misyonunun, Türk ekonomisinin sağlıklı olduğu ve 5 yıllık bir askeri yardımın ardından Türkiye’nin kendi kendine yeter duruma geleceği şeklindeki raporuydu.
Planın görüşülmesi için haziran ve temmuz aylarında Paris’te konferanslar düzenlendi. Ankara bu yardımdan faydalanmak için Paris’e bir heyet gönderdi ve sonuçta Türkiye, Mart 1948’den itibaren Marshall Yardım programına dâhil edildi.
Truman Doktrini’ni ve Marshall Planı’nı tamamlayan üçüncü unsur ise 1947 tarihli “Ulusal Güvenlik” yasasıdır. Önemli tartışmalara sahne olan ve 1949’da son hali verilen yasaya göre ordu, hava kuvvetleri ve donanma komutanlığı savunma bakanlığına dönüşüyordu; Ulusal Güvenlik Konseyi kuruluyor; İkinci Dünya Savaşı’nda inşa edilen OSS, CIA’ya dönüşüyordu. [13] İşte Truman Doktri’ni ve Marshall Planı’nın kısa siyasi tarihi böyleydi…
Marshall Planı ile Kuşak ve Yol İnisiyatifinin Karşılaştırılması
* Marshall Planı, Avrupa’yı SSCB’den kurtarma planıydı ve fiilen Avrupa’yı Batı ve Doğu diye ikiye böldü. Kuşak ve Yol İnisiyatifi ise bırakın Avrupa’yı bölmeyi, tersine Asya ve Afrika ile birleştiriyor.
* Marshall Planı, kapitalist bir Atlantik kampı inşa etmenin ekonomi programıydı. Kuşak ve Yol İnisiyatifi ise bir kamp inşa etmiyor; projenin ortakları içinde sosyalist ülkeler olduğu gibi kapitalist ülkeler de var ve çoğunlukta. Kamucu ağırlıklı ekonomiler de var, serbest piyasacı ekonomiler de…
* Marshall Planı, antikomünist bir projeydi; İtalya ve Yunanistan gibi ülkelerde komünistlerin iktidar olmasını engellemeyi hedefliyordu. Kuşak ve Yol, hangi ülkeyi kimin ve nasıl yönettiğiyle ilgilenmiyor.
* Marshall Planı, kurallarını ABD’nin belirlediği dünya düzeninin başlamasıydı; Bretton Wood sisteminin hâkimiyetini pekiştirdi. Kuşak ve Yol İnisiyatifi ise kurallarının ortak belirleneceği bir kolektif düzen anlayışını esas almaktadır.
* Marshall Planı, Soğuk Savaş’ın başlangıcıdır, ABD’nin kumanda ettiği askeri aygıt olan NATO’nun ekonomik temelini oluşturur. Kuşak ve Yol, soğuk ve sıcak savaşları önlemek için sıcak barışı hedefliyor.
* Marshall Planı, yardım yapılan ülkelerde siyasi denetimi ele geçirmenin yoluydu: yardım şarta bağlanıyordu. Kuşak ve Yol anlayışında yardım da, şarta bağlı yardım da yok; kazan-kazan hedefli ortak projeler ve işbirlikleri var.
* Marshall Planı’ndan yararlanmak isteyen ülkeler, ABD’nin kapitalist düzenini kabul etmek ve onun gereklerini yerine getirmek zorundaydı. Kuşak ve Yol hiçbir ülkeye, hatta ABD’ye bile kapalı değil. İsteyen her ülke Kuşak ve Yol’a katılabilir.
* Marshall Planı, sosyalist ülkelerle ticaretin kesilmesi ve ulusal ekonomi planlarının iptal edilmesi demekti. Kuşak ve Yol ise ticarette engelleri kaldırmayı savunmaktadır.
* Marshall Planı, ABD’den Batı Avrupa ülkelerine, yani tek bir devletten pek çok devlete yönelik bir yardım programıydı. Kuşak ve Yol’da ise tek bir ülkeden pek çok ülkeye yardım yerine, pek çok ülke ile pek çok ülke arasında proje bazlı ortaklıklar var.
* Bir de Marshall Planı ile Kuşak ve Yol arasında “ölçek” farkı var. Bunu ABD’nin “gölge dışişleri” olan CFR de kabul etmektedir:
“Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi, ülkenin modern zamanlardaki en iddialı dış politika girişimidir ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in mirasının merkezinde yer almaktadır. Marshall Planı’nın ölçeğini gölgede bırakan Kuşak ve Yol, dünya çapında yollar, enerji santralleri, limanlar, demiryolları, beşinci nesil (5G) ağlar ve fiber optik kabloları finanse etti ve inşa etti. Kuşak ve Yol başlangıçta Orta, Güney ve Güneydoğu Asya’daki ülkeleri Çin ile birleştirmeye çalışırken, o zamandan beri 139 ülkeyi kapsayan dünya çapında bir kuruluşa dönüştü.”[14]
Bu ölçek farkına dikkat çeken isimlerden biri de İngiliz akademisyen Martin Jacques’tir. Cambridge Üniversitesi’nin kıdemli öğretim üyesi ve “Çin Dünyayı Yönettiğinde” adlı kitabın yazarı olan Martin Jacques, Marshall Yardımı ile Kuşak ve Yol arasında 12 katlık ölçek farkı olduğunu belirtmektedir.
Sayın Güller, eserinde, Kuşak ve Yol’un ABD açısından stratejik önemde bir sorun olduğunu ayrı bir başlık altında inceledikten sonra;
– Kuşak ve Yol’un genel amacı,
– Uluslararası belgelerde Kuşak ve Yol,
– Kuşak ve Yol ortaklıkları,
– Kuşak ve Yol’un rotaları,
– Kuşak ve Yol’un kaynakları,
– Kuşak ve Yol’da ticaret ve
– Ekonomik Küreselleşme başlıklarıyla “Kuşak ve Yol İnisiyatifi”nin ekonomik küreselleşmenin aracı olduğunu anlatıyor (bkz. s.49-60).
6. Kuşak ve Yol İnisiyatifi’nin Özellikleri
(1) BüyükAvrasya Ortaklığı
Çin Halk Cumhuriyeti’nin uluslararası ilişkilerde izlediği temel yol bağlantısızlıktır. Çin, bu nedenle devletlerarası ilişkilerde ittifaklara ve cepheleşmelere karşı çıkıyor; bunun yerine ortaklıklar ve işbirlikleri kurma yolunu izliyor.
Dolayısıyla Çin’in önerdiği Kuşak ve Yol İnisiyatifi, bir ittifak ya da cephe değildir; kapısı kimseye kapatılmamış ve inisiyatif almak isteyen herkesin dâhil olabileceği bir ortaklıktır.
Çin, Kuşak ve Yol İnisiyatifi ile “Büyük Avrasya” coğrafyasında en geniş ortaklıkların inşasını hedefliyor. Büyük Avrasya ile vurgulanan Asya ve Avrupa’ya, Kuzey Afrika’nın da eklenmesidir.
Nitekim Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Xi Jinping ile Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 4 Şubat 2022’de imzaladıkları bildiride de ifade ettikleri gibi, iki ülke “Kuşak ve Yol İnisiyatifi’ne paralel ve eşgüdümlü olarak Büyük Avrasya Ortaklığını inşa etmeye” odaklanmış durumda..
Yine Çinli yetkililerin dile getirdiği şekliyle Kuşak ve Yol ile hedeflenen Asya, Avrupa ve Afrika’daki 4,5 milyar insanla ortak çıkar topluluğu oluşturmaktır.
(2) Katılımcıların Eşitliği
Kuşak ve Yol İnisiyatifi, tüm katılımcılara açıktır ve katılımcıların tümü eşittir. Katılımcılar (a) işbirliğine, (b) uyuma, (c) kapsayıcılığa ve (d) karşılıklı faydaya açık olmak durumundadır.
(3) Kalkınma Modeli
Kuşak ve Yol inisiyatifi, kazan-kazan işbirliğine dayanan bir ortak kalkınma modelidir.
(4) Ağların Entegrasyonu
Kuşak ve Yol İnisiyatifi, ulaşım (kara, demir, deniz ve hava yolları) ve iletişim ağları ile ve boru (petrol ve doğal gaz) hatlarının entegrasyonunu hedefleyen bir sistemdir.
7. Kuşak ve Yol’u Geliştirme
Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Xi Jinping’in Kuşak ve Yol’un inşasına dair işaret ettiği “beş ilişkilenme alanı” şunlardır:
(1) Pasifik Okyanusu’na, Baltık Denizi’ne ve Hint Okyanusu’na bağlanan Trans-Avrasya ulaşım bağlantılarını inşa etmek.
(2) Engelsiz ticareti ve yatırımı hayata geçirmek.
(3) Para dolaşımını güçlendirmek. Döviz alışverişini teşvik etmek ve yerel para birimi bölgeleri kurmak.
(4) Politikalar arası iletişimi güçlendirmek ve iki İpek Yolu’nu bir ortak fayda topluluğu ve ortak kader topluluğu içinde inşa etmek.
(5) Halklar arasında karşılıklı anlayışı gerçekleştirmek için kültürel işbirliğini ve halklar arasındaki işbirliğini güçlendirmek[15].
Bu “beş ilişkilenme alanı”nın, Kuşak ve Yol’un ilerletilmesinde anahtar görevi gördüğü ortada. Ancak Kuşak ve Yol, zaman ve üye sınırı olmayan bir proje. Bu, ilerlemede ve gelişmede süreklilik gerektiren bir özellik. O nedenle Kuşak ve Yol’u geliştirmek aynı zamanda “beş ilişkilenme alanını” da geliştirmek demektir.
Kapitalist modelin 2008 krizinden çıkamadığı ve Covid-19 salgınının dünyanın önüne “ekonomiye devlet müdahalesi” ve “kamuculuk” çözümlerini getirdiği şartlarda, “birlikte kalkınabilmek” en büyük ihtiyaç haline geldi.
Şubat 1945’de Yalta Konferansı’ndan sonra başlatılan Mesih Planı’nın üçüncü aşaması “BOP”un ülkemizde oluşturulmaya çalışılan “KARŞI DEVRİM” operasyonları paralelliği bir tesadüf olabilir mi? Bir sonraki yazıda konumuz “KARŞI DEVRİM” olacak.
Kaynakça
[1] Mehmet Ali GÜLLER, Amerikan Hegemonyasının Sonu, İstanbul, 2019, Kırmızı Kedi Yayınları, s.205. [2] “ABD İstihbaratından Çin ve Rusya-Türkiye İlişkileri Değerlendirmesi”, Amerika’nın Sesi, 29.01.2019, https://www.amerikaninsesi.com/a/abd- istihbaratindan-cin-rusya-turkiye-iliskileri-degerlendirmesi/4763793.html ’den aktaran: Mehmet Ali GÜLLER, Amerikan Hegemonyasının Sonu, s.206. [3] “Soros: Şi, açık toplumun en tehlikeli düşmanıdır”, Sputnik, 25.01.2019, https: / /tr.sputniknews.com /avrupa/201901251037289919-soros-si- aciklamalari/’den aktaran: GÜLLER, Amerikan Hegemonyasının Sonu, s.207. [4] Jin Canrong, Çin’in Bakış Açısından – Büyük Gücün Sorumluluğu, (İngilizceden Çev: Sadık Can Perinçek), GB Times Turkey, 1.Basım, Temmuz 2018, s.134; GÜLLER, a.g.e., s.208. [5] “Rotschild ailesinden kritik açıklama: Ekonomik düzen tehlikede”, Sputnik,10.08.2018, https: / / tr.sputniknews.com / ekonomi / 201808101034699697- ; GÜLLER, a.g.e., s.208.
[6] Mehmet Ali GÜLLER, Amerikan Hegemonyasının Sonu, s.208. [7] Mehmet Ali GÜLLER, Kuşak ve Yol Büyük Avrasya Ortaklığı, İstanbul, 2022, Kırmızı Kedi Yayınları, s.139-140. [8] Henry KİSSİNGER, Çin – Dünden Bugüne Yeni Çin, (Çev: Nalan Işık Çeper), Kaknüs Yayınlan, 2015, İstanbul, s.14’den aktaran: M.Ali GÜLLER, Kuşak ve Yol Büyük Avrasya Ortaklığı, s.37-38. [9] KİSSİNGER, Çin- Dünden Bugüne Yeni Çin, s.40; GÜLLER, Kuşak ve Yol Büyük Avrasya Ortaklığı, s.38. [10] John King FAİRBANK ve Merle GOLDMAN, China: A New History, 2.Basım, Cambridge, Belknap Yayınları, 2006, s.93’ten aktaran: Henry KİSSİNGER, Çin- Dünden Bugüne Yeni Çin, s.29. [11], [12] M.Ali GÜLLER, Kuşak ve Yol Büyük Avrasya Ortaklığı, s.39-40. [13] M.Ali GÜLLER, Kuşak ve Yol Büyük Avrasya Ortaklığı, s.71. [14] Jennifer HİLLMAN, David SACKS, “How Should the United States Compete With China’s Belt and Road Initiative?”, Council on Foreign Relations CFR, 23.4.2021: https:/ /www.cfr.org/blog/how-should-united-states-compete- chinas-belt-and-road-initiativeJennifer HİLMANN ve David SACKS, CFR’nin Mart 2021’de yayınladığı 190 sayfalık “Çin’in Kuşak ve Yolu” başlıklı raporunun proje direktörleriydi; GÜLLER, Kuşak ve Yol Büyük Avrasya Ortaklığı, s.72-73.
[15] Wang YİWEİ, Çin’in Kazan-Kazan Projesi – Çağdaş İpek Yolu – Bir Kuşak Bir Yol, İpekyolu Kültür ve Edebiyat Yayınları, (Çev: Gülizar Özkaya), 2019, s.128;GÜLLER, Kuşak ve Yol Büyük Avrasya Ortaklığı, s.61-62.