“İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı…” / Eşref
Önce bir ‘La Havle‘ çekelim.
Ardından Gök Tanrı’ya zyakarıda bulunup “Aklımıza mukayyet olmamızı
sağlamasını” dileyelim.
Devleti soyanı, hatta ve hatta adamın cebinden cüzdanını aparan bir yana, kadının gözünden sürmeyi çalanı da bilirim.
Kendilerine ‘Defineci’ diyen mezar soyguncularını da bilirim.
Bunların uluslararası kartellerle bağlantısı olduğunu da…
Yoksa elin garibanı koca heykelleri, lahitleri nasıl çıkarır yurt dışına?
Lakin mezar taşı çalanını ilk kez duydum.
Tövbe tövbeee.
Tarihi gavur mezarlığından olsa bir nebze aklım alır da Müselman mezarlığından mezar taşı çalmak da neyin nesi?
Demek ki o iş bile ‘ekmek meselesi“!
Beni tanıyanlar bilirler, dirilerden bunaldığım zaman genellikle mezarlıklara giderim. Ömrümün ahirine yaklaştığımdan mıdır nedir, dirilerin aşağılık homurtuları yerine, ölülerin nasihatleri daha bir
yol gösterici gelir. Ya da bencileyin öyledir!
Öyle olmasına öyledir de mezarlıkta bile dirilerin uğrusu gelir beni bulur, herhal bu da kısmetimizdendir!
Yer isimlerinin önemi
Geçtiğimiz vakitlerin bir deminde Adana İli Karataş İlçesinde Ataköy’e yolum düştü. Seyhan Nehri’nin Akdeniz’e döküldüğü yerdir burası.
Sevdiğim ender insanlardan biri olan Cengiz Çetinöz’ün köyüdür burası.
Mihmandarlığımızı da zaten Cengiz Çetinöz yaptı.
Bölge ile ilgili bilgilerin çoğunu da ondan apardım.
Ataköy’den başlayalım.
Köyün asıl ismi Nalgulak.
Köylü kısmısı anlamamış, anlaşılan nal ile kulak arasında bir bağ
kuramamış ki, köyüne Narkulak demeye başlamış.
Ne demekse?
Ahbap çavuş ilişkisi ve dahi köylülük münasebetiyle hasbelkader devlet memurluğuna getirtilenlerden bazı aklı evveller de bunu benimsemişler. Bunlar sözüm ona çarıklı cahiller… Okumuş , seçilmiş / seçtirilmiş gravatlı
cahiller de bunu anlamsız bularak yaklaşık 200 yıllık köyün
adını Altınköy’e çevirmişler…
İmdii, bilenler elbet bilirler ki nehirlerin kaynaklarına, doruklarda
doğdukları denize doğru çağlayarak aktıkları yerlere ‘Bulak’ denilir.
Azerbaycan Türklerinin ünlü bir mahnısı vardır. “Serin sulu bulaklardan
size selam getirmişem” der.. İşte bulak budur.
Gelelim Gulak’a..
Ana nehir ya da sair akarsuların denize kavuştuğu yerlere
de ‘Gulak’ denilir.
Demek ki Nalgulak ne demekmiş.
Nehrin kollarının nala benzer bir şekil alarak denize kavuştuğu
yermiş.
Düşünün bakalım 200 yıl önceki Türkmen mi cahil, yoksam
Nalgulak adını Ataköy’e döndüren ahmaklar mı?
Kararı siz verin.
Nalgulak Köy Mezarlığı …
Çok mezarlık gördüm. Dedim ya mezarlıklar ruhuma huzur verdiği
için sıklıkla gittiğim yerlerdendir. Müselman mezarlıklarının çoğu
bir harcı alemdir. Çarpık çurpuk mezar taşları bakımsız, birbirleriyle
hemhal olan ayrık otlarıyla bayır ve çayır dikenleri…
Dişleri eğri büğrü olana bir vakitlerde “Bir dişçiye gitsene o ne
ağız öyle Müslüman mezarlığı gibi” derlerdi.
Şimdilerde belediyeler ellerinden geldiğince, hiç değilse bayramlarda
seyranlarda dahi olsa bakım yapıyorlar da mezarlıklarımıza
biraz nizam ve intizam geldi.
Bizimkiler de biraz olsun ‘gavur!’ mezarlığına benzemeye başladı…
Hele hele asri mezarlıkları daha birçok severim.
Çünkü onlar Cumhuriyet Mezarlıklarıdır. Cumhuriyet ile ayrımı ortadan kaldırarak yaşayanları bir araya getiren Gazi Paşa elbet ölüleri de bir araya getirecekti.
Öyle ayrı gayrı yoktu.
İnsanoğlunun tekmili birden aynı nurdandı…
Tanrı insanoğluna şahdamarından daha yakındı ve dahi nefesini
bedenine katmıştı. Asri mezarlıklar din ayrımı yapmadan insanların
Tanrı katında huzura kavuştukları yer olmalıydı ve o yüzdendir ki
Cumhuriyetten sonra kuruldular.
Neyse bu ayrı bir konu.
Geçelim. Sadede gelelim.
Nalgulak Köyü (Israr ve inatla) Mezarlığı gibi köy mezarlığı hiç
görmemiştim. Cazibesi daha girişte başlıyor!
Hani, Lisan-ı Arabi’de Cennet orman demek ya… Nalgulak Köyü’nün mezarlığının girişi de ha keza öyle. İnsanın içine bir rehavet bir huzur veriyor ki akıl alası değil. Sanki cennete girmişsin hissi ile ister istemez,
orada bulunanların tekmiline birden saygı duyuyor, rahatsız etmemek
için bastığın yerdeki kırılmış ağaç dallarını dahi incitmemeye çalışıyorsun.
Mezar taşı hırsızlarını
duyunca…
Böylesine hüşu içindeykenCengiz Çetinöz huzurumuzu bozdu.
“Ağabey gel şu tarihi mezarlarımıza bir bak. Sen seversin. Seversin de şerefsizler mezarlarımızın taşlarını bile çalmışlar”
“Davete icabet sünnettir” deyip o yana seyirttim ki gitmez olaydım.
Tam bir Türk mezarlığı. Taşlarında üçgenler, semboller. Herbiri
Türklüğün tamgaları…
Çıkmışlar da Asya’nın Tanrı Dağlarından ulaşmışlar asırlar
boyu kafilelerle Çukurova’ya ve adını koymuşlar ‘Nalgulak ’
olsun burası.”
Obalar sökün etmiş evvelinde, oymaklar gelmiş ahirinde, yurt tutmuşlar, vatan eylemişler Nalgulak’ı.
Ruhları şad olsun.
Onlar Nalgulak’ı vatan yapmasına yapmışlar da yeni yetme nesillerdeki
uğrular mezar taşlarını bile çalmışlar.
Rahmet okuyacakları yerde meyyitlerin mezar taşlarınıyürütmüşler.
Gel de Eşref’i anma…
Uğrular mezar taşlarını çalınca gel de vasiyetine rağmen mezar
taşı çalınan Hiciv Ustası, Kaim makamların Evliya çelebisi Heccav,
şair Eşref’i anma..
Mübarek, 1878-1900 yılları arasında Çaparçuk, Hizan, Ünye, Tirebolu,
Akçadağ, Garzan, Garbi Karaağaç, Buldan, Kula, Kırkağaç, zDaday ve Gördes’te kaymakamlık yaptı.
Bu kadar yere sürülünce doğrudan doğruya Kaymakamların
Evliya Çelebisi unvanını hak etti.
“Kabrimi kimse ziyaret etmesin
Allah için Gelmesin, reddeylerim billahi öz kardaşımı,
Gözlerim ebnâ-yı âdemden o kadar yıldı ki,
İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı… “
***
Hadi meraklıları için günümüz Türkçesi’ne çevirelim. (Gözüm insanlardan
o kadar yıldı ki, kabrimi ziyaret etmek için öz kardeşim dahi gelse kovarım. Ben insanlardan fatiha dahi istemem, yeter ki mezar taşımı çalmasınlar.)
Mübarek sanki heccav değil, kahindi…
Bu günkü uğruların eski mezar taşlarına kadar tenezzül edeceklerini bildi.
Bizim bilmediğimiz hırsızların bildiği eski Türk mezar taşlarının piyasası ne menemdi?
O fasıl da etkili ve yetkilileri ilgilendirmeli.
Öyle değil mi?