Merhaba sevgili okur,
Bu haftanın şair konuğu sevgili Durmuş Ali Özkale Eğitimci, Şair, yazar, müzisyen 1944, Kadirli / Osmaniye doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini doğduğu ilçede, liseyi Ceyhan’da bitirdi. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca ve Türkçe bölümleri (1969) mezunu. Eğitimi gereği bir süre Avrupa’da bulundu. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik ve yöneticilik görevlerinde bulunarak emekli (1995) ayrıldı.
Müzisyenlik ve bağlama öğretmenliği yaptı. Adana Baraj Lisesi Halk Müziği Korosu, Natürel Müzik Merkezi, Adana Edebiyatçılar Derneği, Adana Öğretmenler Halk Müziği Korosu kurucuları arasında yer aldı. Çukurova Edebiyatçılar Derneği Onursal Başkanı seçildi.
Şiir ve yazıları; A-Edebiyat, Aykırısanat, Söylem, Ardıçkuşu, Lül, Çıkrık, Kavak, Beşparmak, Maki, Türk Dili, Millî Eğitim dergileri ile Bölge, Yeni Adana ve Ekspres gazetelerinde yayımlandı. Aydın’da yayımlanan Beşparmak dergisinin düzenlediği şiir yarışmasında üçüncülük (2002-04), Çukurova Üniversitesi Adnan Yücel Şiir Yarışmasında ise mansiyon aldı.
ESERLERİ:
ŞİİR: Sevgi Çiçekleri (1994), Gönül Ağacı (1995), Yüreğimdeki İzler (1996), Yaşama Tutkusu (1997), Mavi Düşler Gezgini (1998), Umut İstasyonu (2000), Ayışığı Gözlerin, Kutup Güneşi, Dilber Dünya.
ARAŞTIRMA-İNCELEME:
Ülkemizde Eğitim Sorunları ve Çözüm Önerileri (2000), Sanat ve İnsan I, Sanat ve İnsan II, Siyasî Araştırma.
DURMUŞ ALİ ÖZKALE’NİN ŞİİR ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ :
Şiir için: edebiyatın en önde gelen bölümü kuşkusuz şiir olduğundan bahseder. Şiirde şair dış dünyadan veya etkilendiği olaylar karşısında kendi iç dünyasındaki yansımalarıyla birlikte bir sentez yaparak elde ettiği olgunun, yani duygu ve düşüncenin dışa vurumun estetik olma hali olduğundan bahseder. onun için şair ve şiir, iyilik ve güzelliğin toplamı olan erdemin tarafıdır.
şiirinde estetik, lirik, akıcı, coşku ve imge oldukça önemlidir. Ve kendi ruh güzelliğini yansıtır. şiirini olumlu yönde etkileyerek mutluluğa hizmet eder.
Şiiri dinleyiciyi ruhen, alıp başka yerlere, duygusal dünyalara götürmekte. insana ruh doyumu yaşatmakta. Yani şiiri insanın elinden tutup gitmek istediği güzelliklere götürmekle birlikte çeşitli yolculuklara da çıkarmaktadır.. Şiirin aruz, hece ölçüleri ile güzel yada kötü yazılabileceğinin yanında hangi biçimiyle yazılırsa yazılsın şairin şiirin estetiğine uyma koşuluna mutlaka önem verilmesi gerektiğini savunur.
Bence de iyi güzel bir şiiri yazmak ve anlamak için nazım kaidelerini bilmeye gerek yoktur.
Her şiir şairinin kişiliğini ve imzasını taşıdığını düşünüyorum..
İnsanlığın mutluluğuna katkıda bulunmak için elinden geldiği kadar kendini insanlığa adamış insan haklarına bağlı ,sevgiye mutluluğa ve güzele dair ne varsa bir yaşam felsefesi olarak benimsemiş ve bu yönde ilerleyen insanlara sonsuz bir saygı beslemiştir. …
Ürettiği eserlerde güzel olan her şeyden yararlanmaya çalışmış erdemi araç olarak kullanmıştır. Sevgiyi insanlara ulaşmak, ikna etmek için sevginin bir araç olduğunu düşünür ve yaşamını bu yönde yoğurur.
Bir çok konuşmasında dilin önemine dikkat çeker konuştuğumuz dilin söylem tarzımızın bizim kişiliğimizi yansıttığını ve iletişim kurarken dil ve sözcüklerimizi seçerek insanları kırmadan dökmeden güzel naif bir dil kullanmamızın doğruluğundan bahseder.
Şiirin oluşum ve doğum süreci olduğunu, aynı zaman-da bir çeşit olgu (fenomen) dir der…
Yazarımıza göre yazılmış şiirin uzunluğu veya kısalığı, çok da önemli değildir, hatta hangi biçimde yazılmış olduğu da. Bazen ölçü ile yazılan şiirlerin, ‘çok iyi şiir’ olacağı gibi, serbestle yazılanların da, ‘kötü şiir’ olabileceği kabul edilmelidir… Yani şiirin başarısı asla biçime bağlı değildir…
Yazılan şiirlerin, şiir diliyle ve de, anlaşılır olması da tercih edilir. Argo, sokak ağzı ve küfre kaçan sözcüklerle yazılması kabul edilemez. Edebiyatın, tanımı içinde de yer alan ‘edeplice söz söyleme ve yazma’dan uzaklaşmaması gerektiğini , şiirlerde coşku-akıcılık yani lirizm mutlaka olması gerektiğini, imge ise, şiiri renklendirip, zenginleştirip güzelleştirmesi gerektiğinden bahseder …
Şairi ise; yeşil otu beyaz süte; dut yaprağını ipeğe; her çiçekten topladığı bal özünü bala dönüştüren bir canlıya benzetmektedir… Şiirlerse; kaynağını insan ruhu olan hazineden, gizli esin rüzgarlarının yüklenip de bilinç düzeyine taşıdığı ve sözcüklere dönüştürdüğü ‘ateş kuşları’ olduğunu, bir tür gönül balı olduğundan söz eder…
UMUT GEMİSİ
İnce bir hüznü çağırıyor yokluğun,
Dağıtıyor saçlarına ayrılığı, müzmin kederi,
Hicaz gidip hüzzam geliyor bam telime,
Hayalin; gönderimde solgun cazibe…
Konuyor dallarıma gizil özlemin,
Martılarım çekiliyor suskun denizden,
Başlıyor güneşin ebruli dansı pembe ufukta,
Yapraksız ağaçlara aç kuşlarım tünüyor…
Saldırıyor ruhumun naif fidanına her gece
Adına yalnızlık denilen müdavim düşman.
Duyuluyor nal sesleri içimde son vedanın,
Kurtuluşa yol alıyor öksüz umutlar…
Sonsuz bir kısır döngüdür sensiz geçen her günüm.
Gel de bir uzunçalar koy ömrümün pikabına.
Dinle sevdamın büyülü sesini inceden,
Açılsın birbirimize o tutsak ellerimiz…
Portakal turunca selam versin bu mevsim,
Mandalin ve nar’a dursun tüm dallar,
Döksün taçyaprağını şehla kalbime
Bahçemde güz şarkısını bekleyen güller…
Aşk yağmuruna dönüşsün güz yağmurların,
Islanalım sırılsıklam birbirimizle, göz göze.
Boğulup haz denizinde kösnüden ve sevgiden,
Yol alsın mutluluğa umut gemimiz…
**
GÖNÜL PENCERESİ
Denizin mavi mırıltısı,
Beyaz uğultusu hanımelinin, zambağın,
Bir içsel ninni sesi,
Sallıyor beşiğinde esrik gönlümü.
Yoksun ya
Suskun, neşesiz, mahzun…
Hayalin geliyor usuma,
Bir mutluluk dolaşıyor apansız, çırılçıplak.
Ucundan ısırılmış di’li geçmiş zaman oluyor günler,
Mehtap değil gözlerin akıyor gönül odama.
Yoksun ya
Kaygan, zilzurna, kösnül…
Seni soruyorum mavisine gökyüzünün,
İki özlem çiçeği, açılıyor gözlerimdeki arzu.
Işıldıyor tinimin karanlığında
Ay turuncusu, nar çiçeği, kırmızı.
Yoksun ya
Devingen, korkusuz, nazlı…
Bakışın umut taşıyor can değirmenime,
Ölüm bekliyor son menzilde, zalim.
Yine de kuşanıyorum sisli zamanı sabırla,
Yoksun ya
Sarı, kederli, üzgün…
Gökçe turnalar geçiyor gökyüzümden,
Dilek taşıyor kanadında her seher.
Yükleniyor özlemimi zaman treni bir anda,
Açılıyor gurbet çiçekleri gizli saksımda.
Yoksun ya
Boynu bükük, umarsız, suskun…
Gidiyorsun, hüzün yüklü yıkıntı oluyor
Gönül sarayımın düş balkonunda yaşam,
Katkısız acılardan bir yudum zehir.
Bir tek imgen kalıyor aklımda,
Öpüyorum bakışlarını, üzüm karası gözlerinden,
Yoksun ya
Yaş(s)lı, hepkeder, bungun…
Oysa,
Zaman sendin su gibi akıp giden ömrümden,
Gönül sarayımın biricik mimarı.
Yağıyordun bir zamanlar dağlarıma, ovalarıma,
Sonra bir güneş, bir ay, doğuyordun yelda geceme,
Turuncu, hareli, parlak…
Şimdi yoksun kalbimin nazlı fesleğeni.
Ruhumdur tüm gemilerle gurbete giden.
Sabrım öğütülüyor yokluk değirmeninde her an,
Ektim tüm umutları sisli yıllara yeniden,
Güneşlenip durur can evimde her saat,
Yoksun ya
Sarı, bit yemiş, ürkek…
**
DİLBER DÜNYA-3
Yüklüyordun yeni acıları gönül vagonuma üstelik,
Gitgide çoğaldı kaygılarım taşıdığım umut heybemde.
Bire kırk hüzün verdi yalnızlığım, hasretim,
Lapa lapa yağan kar değil gamdı,
Üşüşen kış geceleri çıplak dallarıma…
Söyle hangi bulanık filmin uçuk karesinde kaldı
Çocukluğum, gençliğim, ey Dilber Dünya…
Gökyüzünden mavi çalmış termal gülüşler beklerken
Dökülüverdi gönül kadehimden düşlerim, umutlarım…
Oysa özlem ekmiştim ırmak sesine,
Sevinç devşirecektim ilkyazda,
Bana talan edilmiş sonyaz, bit yemiş bir sonbahar bıraktın…
“Seni hiç sevmedim!” diyemem,
“Hiç buse vermedin” de diyemem haşa!
Dilim varmaz inkarına güzelliğinin!
Her şeye değerdi bir anlık muhabbetin, doğru!
Şimdi kimlerin koynundasın ey cilveli aşufte?
Kime sunuyorsun gülücüklerini doldurup da kadehlere…
Biliyorum yaklaşıyor ayrılık,
Bir namlunun ucunda her hecesi vedanın.
Söyle hangi asra sakladın ihsanını,
Kime ayırdın sevinçlerini ey defolu sevgili?
Yoksa serap mıydı, düş müydü bir ömür gördüğüm şey…
Söyle narçiçeği dudağından mı döküldü bu ayrılık, ihanet?
Parke acıları sen mi döşedin
Kalan çeyrek ömrüme ey usta yalancı?
Gönül yollarında hep ben miyim yaralı, ürkek?
Düş saksılarımı sahte gözyaşıyla sulayan sen miydin yoksa…
Serenatlardan giysiler dikmiştim güzelliğine oysa,
İçinde ihanet olmayan tayflardan bir kent kurmuştum sana!
Akıp gittin uzak iklimlere gözlerimin yas(ş)lı koyaklarından,
Bıraktın kumsalıma bir ayrılık tablosu yine de,
Sulu boya şiirlerin mayasını döküp içime…
Ey yıllardır aynı mekanı paylaştığım yalnızlık!
Bir ömür gönlüme ektiğim sıla, biçtiğim gurbet!
Ey umutlarımı örseleyen Dilber Dünya, cilveli yosma!
Gizli bir iksir miydi bana sunduğun
Bal-zehir karışımı hayattan…