Arabistanlı ünlü yazar Nasır el-Said tarafından kaleme alınan “Tarih-i Âl-i Suud” (Suud Hanedanının Tarihi) adlı eserini yazdıktan sonra, Arabistan dışında ikamet etmesine rağmen kitabının basılıp yayımlanmasından hemen akabinde, Arabistan devleti tarafından mali destekler sağlanarak Suud Hanedanı tarafından suikasta maruz kalarak yaşamını yitirmiştir.
Nasır Said, 1040 sayfalık eserinde Suudi hanedanı mensuplarının yaşamını tek tek incelemiş ve kitabında onların ahlaki bozukluklarına kadar yer verip derin ve etraflı bir araştırmayla Suudi Hanedanının Yahudi olduğunu ispat etmiştir. Kitabını kaleme aldığı dönemde Kral Fahd b. Abdülaziz hayatta olduğu için daha ziyade onun ahlaksızlıklarını ve yolsuzluklarını ortaya çıkarmaya çalışmıştır.
Nasır el-Said kitabın ilk 30 sayfasını Suud Hanedanının şecerenamesine ayırıp kitabın sonunda bu hanedanın Hicaz ve Medine Yahudilerine dayandığını da ispat etmiştir.
El-Said kitabının devamında Yahudilerin Muhammed b. Abdülvahhab’ın tesis ettiği “Vahhabilik Düşüncesini” nasıl desteklediğini etraflıca açıklamıştır. Muhammed b. Abdülvahhab’ın nasıl dini bir lider olduğunu, Arabistan’ın siyasi liderliğinin Suudi Hanedanına intikal etmesinde Yahudilerin eli olduğunu ve bu planın Yahudiler tarafından planlanıp icra edilmesini de genişçe açıklamıştır.
Bu hanedanın Arabistan’daki kabilelere yönelik soykırımlarını incelemiş, iddiasının ispatı için gerçekleri yansıtan birtakım tarihi fotoğrafları gözler önüne sermiş, Suudi Hanedanının geçen asırda İngilizlerle olan yakın irtibatlarına da yer verilmiştir.
Kitapta, Suudi Hanedanı ile İsrail rejiminin kurucusu Ben Gurion arasındaki yakın ancak gizli tutulan irtibatlarına ve günümüzde bu ikilinin arasında devam eden ilişkilerine yer verip şöyle eklemişti: “Ben Gurion’un idealindeki rejimi kurmak için direk olarak Suudi Hanedanının desteğini almıştır”.
“Tarih-i Arabistan” (Arabistan Tarihi) adlı eserin kapağına eski Arabistan kralı Fahd b. Abdülaziz’in gençlik yıllarında fahişe bir kadın ile yakalandığı bir fotoğrafını da eklemişti. Fotoğrafta kral tanınmamak için elleriyle yüzünü kapatmaya çalışıyor, fotoğrafın üstünde Suudi Hanedanına gönderme yaparak Bakara suresinin 204’ten 207’ye kadar ki ayetlerinin meali yazılıydı:
“İnsanlardan kimi de vardır ki, dünya hayatı hakkındaki sözleri senin hoşuna gider ve o kalbindekine Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki O, İslâm düşmanlarının en yamanıdır, iş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için koşar. Allah ise bozgunculuğu sevmez. Ona: “Allah’tan kork!” dendiği zaman da kendisini onuru (gururu) günah işlemeye sevk eder. O da Cehennem de onun hakkından gelir. O ne kötü bir yataktır!”
Habis Şecerenin Ayrıntılarına Bir Göz Atalım: Hicret’ten sonra 851 senesinde ANZA kabilesinin bir kolu olan Al -MASALIKH grubundan bir kaç adam buğday, mısır ve öteki yiyecek ürünleri almak üzere bir kervan kurarak Necd ‘den Irak’a gitti. Bu kervanın lideri Sahmi Bin Hatlul’du. Basra’ya gelindiğinde, yiyecek almak için duruldu. Yiyeceği daha ucuza almak için pazarlık ettikleri sırada Yahudi tüccar Murdakai bin İbrahim bin Mose, kervandakilere nereli olduklarını sordu. ANZA kabilesinin El Masalikh kolundan geldiklerini söyleyen kervandakilere Yahudi tüccar Murkadai büyük bir sevinçle sarılıp kendisinin de aslen o kabileden geldiğini fakat babasının aile içi ihtilaflar yüzünden kabileden ayrılıp bu bölgeye yerleştiğini söylerken, yanında çalışanlara, kervandakilerin develerini her çeşit yiyecekle doldurmalarını emretti. Bu durumdan çok duygulanan konuklar, Murdakai’nin anlattığı bu uydurma hikâyeye hiç tereddüt etmeden inandılar. Kervanın yükünü alıp hareket etmeye başlayacağı an, Yahudi tüccar onlarla Necd’e gitmek ve ata topraklarını görmek istediğini söyledi. Bu istek kervan sahipleri tarafından memnuniyetle karşılandı.
Kervanla Necd’e gelen Murkadai, burada kaldığı süre içerisinde tanıştığı insanlara çeşitli propagandalar yaparak çevresinde bir grup oluşturmaya başladı. Fakat yaptığı propagandalar Yemen, Hicaz ve Necd bölgesinde etkin olan Müslüman din adamı Şeyh Salih Salman Abdullah El Tamimi’ nin tepkili muhalefetiyle karşılaştı. Şeyh, Murkadai’nin gerçek niyetini kavrayarak onu bölgeden sürdürdü.
El Kasım bölgesine sürülen Murkadai burada ismini, Markan Bin İbrahim Musa olarak değiştirdi. Bir süre sonra da bu bölgeden ayrılan Murkadai El-Katif yakınlarındaki Diriye kasabasına yerleşip, yeni hikâyelerle propagandalara başladı. Uydurduğu hikâyeler arasında en çok bilinenden birisi Hz Muhammed’in kalkanının Uhud savaşında putperestler tarafından ele geçirildiği, kalkanın daha sonra Banu Kunakiya adlı Yahudi kabilesine satıldığı, onların da kalkanı eşsiz bir hazine gibi sakladıkları hikâyesiydi. Bu propagandalarla saygınlık kazanan Murkadai, bu kasabaya tamamen yerleşip burayı kafasında tasarladığı Yahudi krallığının merkezi olarak çalıştı.
Markan Bin İbrahim Musa (Murkadai), kral olmak için bölgedeki birkaç Bedevi kabilesine yakınlaşıp onların güvenini kazandıktan sonra krallığını ilan etti. Bu bölgede güçlü olan Ajman ve Banu Halid kabilesi birleşerek gerçek kimliğini ve amacını deşifre edince, Murkadai’ye karşı büyük bir saldırı başlatıldı. Saldırı da canını zor kurtaran Murkadai, bugün El Riyad olarak bilinen, o zamanlar El Arid olarak adlandırılan bölgedeki El Mailibid Gusabiya’daki bir çiftliğe sığındı. Çiftlik sahibi iyi niyetli bir adam olduğundan Murkadai’ye kalması için bir barınak ve yetecek kadar yiyecek verdi. Mukadai burada 1 ay kaldıktan sonra çiftlik sahibini öldürüp mallarına el koyarak çiftlik sahibinin hırsızlar tarafından öldürüldüğünü söylemişti.
Çiftliğe yerleşince, Madaffa adında bir misafirhane kurarak çevresinde topladığı insanlara kendisinin Şeyh Salih Salman Abdullah bir Arap şeyhi olduğunu söyleyip Tamimiye karşı düşmanlık uyandıran propagandalara girişip kovulmasına sebep olan Şeyh Tamimi’yi el Zalafi kasabasındaki camide öldürttü.
Kendini iyice güvende hisseden Murkadai, birden çok kadınla evlenerek bir sürü çocuk yapar. Suudi kabilesini kuran Murkadai, kendi inançlarını tatbik etmeye başladı ve çevrede ekonomik olarak güçlü olan kabilelerin tarlalarını ya parayla satın alarak ya da ayak oyunlarıyla ele geçirip, kısa süre içinde bölgede çok büyük bir güç oldu. Bu şekilde Suudi kabilesi ortaya çıkmış oldu. Murkadai’nin oğullarından El Mukaran’in iki oğlu olmuştu. Bunlardan birisinin adı Muhammed ötekisinin adı da Suud’du. Suudi krallığının ismi buradan geliyordu. Artık, amaçlarına engel gördüklerini ya kadın, ya para ya da güçle susturuyorlardı.
Mesela Suudi ailesinin, Arapların önemli kabilelerinden Rabia, Anza ve Almasalih kabileleriyle hiçbir ilgilerinin olmadığın, Yahudi olduklarını yazmak isteyen biyografi yazarlarını ya parayla ya da korkuyla vazgeçirttiler. Krallık Kütüphanesi müdürü Muhammed El Tamimi ‘ye, elindeki uyduruk bağlantılarla yazdığı bir kitapta, Suudi krallarının soyunu Hz. Muhammed’e dayandıran Suudi krallığı tarafından Suudi Arabistan Mısır Konsolosluğu aracılığıyla çok büyük para verilmesini sağladılar.
Zamanla güçlenen Suudi ailesi, üstüne üstlük Arapların önde gelen ailelerini ve kabilelerini yeteri kadar Müslüman olmamak ya da dönme olduklarını iddia ederek suçladılar ve Suudi adaleti adıyla birçoğunu da katlettiler. “Suudi Family” adıyla yayımlanan kitabın 98-101. sayfalarında Suudi hanedanının Necd bölgesinde yaşayan Müslümanların zındık olduklarını, buradaki Müslümanların kanlarının, paralarının, mallarının ve karılarının kendilerine helal oldukları yazılıdır. Kitapta yazılanlara göre Vahhabi çizgisinde olmayan Müslümanların Müslümanlığının geçerli olmadığı iddia ediliyordu. Özde gizli Yahudi olan Suudi hanedanlığı kendileri gibi gizli Yahudi olan Vahhab tarafından kurulan Vahhabilik doktrini altında yıllardır birçok insani acımasızca katledildi. Ülkedeki birçok insan yoksul olmasına rağmen, Suudi hanedanı koskoca ülkeye kendi isimlerini vererek ülkenin her şeyini kendi üzerlerine geçirtti. Bütün doğal kaynaklardan sadece kendi kabileleri yararlanmaktadır. Hanedanlığın en ufak bir politikasını eleştirecek herhangi bir insanın cezası ise Vahabilik gereği idamdır.
20’inci yüzyılın başlarında Arap bölgesini ele geçiren Suudi ailesinden Kral Abdul Aziz, Osmanlı imparatorluğunun emrine girmek istemişti, fakat Osmanlı yöneticileri tarafından zalim, güvenilmez ve vahşi bulunarak istekleri reddedilmişti. Bunun üzerine bölgede güç olmaya başlayan İngilizlere yaklaşarak bölgede birçok katliama imza atıldı.
Suudilerin Yahudi olduklarına dair yukarıda adı geçen “Tarih-i Âl-i Suud” kitabındaki belgelerin yanı sıra bu habis ailenin kendi itirafları da yer alıyordu:
1960 yılında Kahire’de yayın yapan “Savl el Arap” radyosu ile Yemen’de yayın yapan San’a radyoları Suudi ailesinin gizli Yahudiler olduğunu iddia ettiklerinde, ilgili iddiaları yalanlamayan Kral Faysal, 17 Eylül 1969’da Washington Post gazetesine verdiği demeçte “Biz Suudi Hanedanı’nın Yahudi akrabaları vardır! Yahudilere karşı husumet besleyen Arap ve İslam otoriteleriyle ayni noktada değiliz. Bizim ülkemiz Yahudiliğin ilk kaynağı olup yeryüzüne dağıldığı yerdir (!)” demişti.
Kaynak: Nasır Said’in Suud Hanedanın Tarihi