Şairler, yazarlar bir kenti, bir kasabayı, yaşarlar ve yazarlar. Yaşar öykülerde, şiirlerde o kasabalar, o kentler… Var mıdır kentlerin, kasabaların da şaire, yazara vefası?
Atila İlhan, Şair ve Romancı, 1925 İzmir, Menemen'de doğar. Çeşitli devlet görevlerinde bulunan, kaymakamlık ve avukatlık yapan Muharrem Bedreddin İlhan'ın oğlu. Karşıyaka Cumhuriyet İlkokulunu ve Karşıyaka Ortaokulunu bitirir. İzmir Atatürk Lisesi 1. sınıfındayken gizli örgüt kurma suçuyla tutuklanır. Türkiye'de okuyamaz diye 1941'de belge verilir. Babasının uğraşları sonucu Danıştay kararıyla okuma hakkını kazanır. İstanbul Işık Lisesini bitirir. İstanbul Hukuk Fakültesinde ki öğrenimini yarıda bırakarak Nazım Hikmet'i Kurtarma Komitesi'ne katılmak üzere Paris'e gider. Dönüşünde 1950 Türkiye Sosyalist Partisine girer. Gerçek Gazetesinde çalışır. Bir çevirisinden dolayı kovuşturmaya uğradığı sırada yeniden Paris'e gider. Türkiye'ye döndüğünde Garipçilere karşı Mavi Hareketini başlatır. Vatan Gazetesinde sinema eleştirileri yazar. Askerlik sonrası ise Ali Kaptanoğlu takma adıyla senaryo yazarlığı sonra 3 yıl 1962-1965 yılları arasında yine Paris ve dönüşte Demokrat İzmir Gazetesi ve genel yayın müdürlüğü.1973 Ankara'ya taşınma ve Bilgi Yayınevinde çalışma. İlk şiiri Yeni Edebiyat'ta çıkan ''Balıkçı Türküsü''1941.Beteroğlu takma adıyla Yücel ve Gün dergilerinde 1944-1946 Destansı özellikler Taşıyan denemelerini yayınlar. Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle CHP şiir yarışmasında 1946 ikinci olur ve birden ünlenir. Çünkü şiir yarışmasının birincisi “Otuzbeş Yaş” şiiri ile Cahit Sıtkı Tarancı'dır. Kendisi ikinci olurken solladığı üçüncü ise Fazıl Hüsnü Dağlarca'dır. Garipçiler'i ve eski toplumcu gerçekçileri kıyasıya eleştirir. Atila İlhan şiiri “Asım Bezirci'nin dediği gibi: Barış, özgürlük, insan sevgisi, yarın inancı gibi toplumsal konulardan bunaltı, yanlızlık, umutsuzluk, aşk, ölüm gibi bireysel temalardan destansı deyişlerden kimi zaman gerçek üstücülüğe yönelmiş, zengin bir imge örgüsüne dayalı lirik bir söyleyişe halk şiirinin ses ve biçim özelliklerinden Divan geleneğinin yeni şiirin estetiği ile yoğrulmasına uzanan bir bileşimdir. Bu nedenle Atila İlhan'ın şiir serüveni toplumcu şiire olduğu kadar bireysel şiirimize de yeni boyutlar kazandırma yolundaki çabaların serüvenidir.”
Atila İlhan daima bir düzeyin üstüne çıkmış roman, edebiyat ve sinema eleştirileri senaryo yazmış ve hepsinde de başarılı olmuş. Ahmet Oktay'a göre: ”O Türkiye'nin en iyi polemikçilerindendir''. Onun siyasal kimliği adeta eserlerinde vücut bulur. Atatürkçülüğe yaslanan bugün Üçüncü dünyacı olarak niteleyebileceğimiz hareketi her zaman önceliyen bir yaşam ve yazım tarzı. Atila İlhan, bazen Duvar bazen Sisler Bulvarı veya Yağmur Kaçağı ya Sokaktaki Adam ya da Kurtlar Sofrası. Kimi Zaman Yaraya Tuz Basmak ya da Dersaadet' te Sabah Ezanları bazen Fena Halde Leman bazen de Hangi Sol, Hangi Batı, Hangi Atatürk der Yüzleşmekten korkmaz, geleneği referans kabul eder. Onun için tasavvuf, divan, halk şiiri onu besleyen en güzel damardır.
Yunus Emre'den beri süre gelen halk şiirine folklora, 13.yy öncesinde var olan şiirsel malzemeye daha sonra ki divan şiirine gözlerini kapamaz. Başta Fransa olmak üzere tümüyle Batı'dan aldıkları bir şiir temeli üstünde yapı kurmaz. Kuranları da en açık biçimde eleştirir. Ülkemizin geleneksel şiir mirasını iyi değerlendiren az sayıdaki şairlerimizden biridir. O şiiri önemser çünkü ben önemliyim demenin adıdır Atila İlhan şiiri. İnsanı, insanlığı, istediği zaman tartışmanın içine onun kadar ustaca sokan çok az yazar vardır. Kendini çevreleyen nesnelerle olan bağlantısının vehameti karşısında şiiri canlılık kazanır. Bireyin hayatında da toplumun hayatında da şiir bir dönemlerin sanatıdır. Bunu en iyi anlayan Atila İlhan'dır.
T.S. Eliot “Gelenek ve Yetenek” yazısında şunları söyler.“ Hangi sanat dalı olursa olsun hiçbir sanatçı hiçbir şair tek başına ele alındığında tam bir anlam taşımaz. Onu anlamak ve onu beğenmek geçmişin şairleri ve sanatçılarıyla olan bağları ile beğenmektir. Tek başına değerlendirilemezler. Şairi, ölmüş şairler ortasına koymak gerekir. Şairi yanlızca tarih ve estetik açısından değerlendirirken değil eleştirirken de bu yapılmalıdır.” Çünkü Atila İlhan şiirinin sözcüklerini yaşam belirler. Cehaletin içine hapsedilmiş çalışkan, namuslu insanların hayatını kudretli bir gerçekçilik anlayışıyla gözler önüne serer. Kent kültürü ile büyümüş ama toplumuna yabancı olmayan şair sorumluluğuyla.
Sevgili babasının kaymakamlık görevi gereği o zaman Adana'nın küçük bir ilçesi, şimdiki Osmaniye iline bağlı olan eski adı “Bulanık “ Bahçe kazasına uzanan bir yolculuk…
Bir anısını aktarırken” Bahçe o kadar küçük bir yerdi ki Çolpan'la en büyük zevkimiz Adana yönünden gelen Doğu Ekspres'i yada İslahiye yönünden gelen trenleri seyretmek” derdi. O insanların telaşları, yükler, atlı arabalar, gariplik, yoksunluk, yoksulluk.
İşte böyle bir anda 1943'lü yılların yorgun ülkesinde küçük bir kasabada Hasanbeyli köyünden gelme Arabacı Yusuf Aksay'ın dilinde pelesenk “Ilgıt ılgıt seher yeli esiyor. Gavur Dağlarının başı dumanlı mı ? Dadaloğlu dizelerini dinlerken en zor zamanlarda bile bu kahraman köylü halkın engin bilgisi karşısında başladı yazmaya Gavur Dağlarından Rivayeti. Atila İlhan “Duvar” kitabının arka sayfalarında meraklısına notlar bölümünde “Bu destan gerçekten biz Gavur Dağları yöresinde, Bahçe kasabasında yaşarken tasarlanmıştır. 19-20 yaşlarında bir delikanlının ilk ciddi denemesi sayılmalı. Bilginin kıtlığına kökten şehir çocuğu olmama aldırmadan gözlemlerime ve sezgilerime dayanarak Gavur Dağı insanının biraz tarihi biraz yoksulluğu biraz toplumsal gelişmesiyle vermek istiyordum. Bunda hiç kuşkusuz daha lisenin 1. sınıfındayken el altından bulup okuduğum "Şeyh Bedreddin Destanı'nın" etkisi olmuştur. CHP şiir armağanında ikincilik ödülünü alan bu yüzden de bütün bir ozan kuşağını bana düşman eden şiir "Cebbaroğlu Mehemmed'dir."
Bu bölümde "Sığırtmaç, Ümmühan, Göçmenler, Deli Süleyman ,Ökkeş" şiirleriyle bütün bir destan olur.
"Nedendir bilmem her yazdığım şiiri evin içinde bağıra çağıra okumak gibi berbat bir adetim vardı. İster istemez bütün ev halkı yazdıklarımı dinler fikrini söylerdi. "Ümmühan" şiiri annemi hüzünlendirir, nereye giderdi bilmem, gözleri dolu dolu olurdu." "Deli Süleyman" ise Cebbaroğlu Mehemmed temasının başka bir çeşitlemesi eski Kuvvay-ı Milliyecinin sonraki yıllarda nasıl dar bir hayat yaşadığını gösteriyor. Kurtuluş Savaşı vatanı kurtarmıştır ama Deli Süleyman'ı kurtaramamıştır. Ve böylece başlamıştır Gavurdağlarından rivayet.
DÖŞEME
işte evvel baharın üç ayları yetişti
şimdi göçmen kuşların tebdil mekân çağıdır
bir yol sökün eyledi mi dizi dizi turnalar
hasanbeyi yaylaları can bulup yeşerdi mi
kınalanır elvan elvan yeryüzü
örencik'in yamacında meclis kurulur
sıra sıra cezveler köze sürülür
talim eder geldim ola türküsünü sarı ökkeş
geldim ola şu bahçenin yazları
kulağımdan gitmez oldu sözleri
alev alev yanaklı kaman kızları
deli gönül hayran oldu cemâlinize-
batıya yıkılırken gün yalap yalap
ayrı dağlar sıradan dumanlıdır
garbi yeli pek reyhanlıdır
fermanı kâr eylemez erkânın
türküler yakılır dağlar taşlar aşkına
tekmil ormanlar tutuşmuş gibi al olur
korkunç korkunç bakar yüceleri
gâvurdağları'na bir hal olur
sıcak temmuz geceleri
nasibini almış da bereketinden
bahçe kazasından azimet eylemiş
garib âşık nâdim hareketinden
hayaller her seher vakti
o afaka ser çekmiş dağları
çok ağlamış çok gülmüş çok dert çekmiş dağları
Bu şiir kitaba girmeden önce Yücel dergisinde Beteroğlu takma adıyla yayınlanmıştır. Orada, şiirin son bendindeki "garip aşık" sözlerinin yerine Beteroğlu sözcüğü konulmuş böylelikle halk edebiyatı geleneği ozanın mahlası şiire yerleştirilerek sürdürülmüştür ve asıl kahramanımız Cebbaroğlu Mehemmed'in hikayesi böyle şiirleşmiştir.
"Babamın kaymakamlık yaptığı Sındırgı'daydık. Bahçe'de yazdığım bu şiiri evde okuduğumda Türkçe öğretmeni amcam Hayrettin İlhan
"Bu şiir mutlaka CHP şiir yarışmasına girmeli" dedi. Hiç sesimi çıkarmadım. Şunu biliyordum ki halbuki o CHP beni lise 1.sınıfındayken tutuklayan, mahkemeye veren, okuldan kovan, faşist diktanın partisiydi. Ben ona ancak karşı olabilirdim. Babamla amcam konuşmuşlar babam o kadar önemsemese de galiba amcamın ısrarından etkilenmiş şiiri yarışmaya göndermişler." İşte ödül alan destan.
CEBBAR OĞLU MEHEMMED
kaman cıvarına bahar gelince
yıkılır ovadan apdal çadırları
yücesinde pâre pâre duman tutmuş
düldüldağ'ın yaylâsında mekân kurulur
hoş gelmişsin evvel bahar
nisan ayı içinde donanır dağlar
donanır yeşilinden alından
istasyon deresi kabarmıştır
hacıdağ'ın selinden
dağlar sıra sıradır eylim eylim
dağlar uzanır bir uçtan bir uca
dağlar bir birinden yüce
yamaçlarında kireç yakılır
bir ömür boyunca kahrı çekilir
kimse anlamamış sırrını hikmetini
bu bereket nereden gelir
başınızdan duman eksilmesin gâvurdağları
siz hikâyet eylediniz bana
bahçe kazasının kaman köyünden
cebbar oğlu mehemmed'in hikâyesini
yılların yücesinden şöyle bir seyran edelim
bir avuç toprağıma çöreklenmek için
yürümüş selâmsız sabahsız
destursuz girmiş memleketime
yedi çeşit frenk askeri
uğursuz bir hava çökmüş
üstüne memleketimin
uğursuz ve karanlık
çocuklar gülmemiş artık
sessiz sessiz ağlamış analar
oduna giderken vurulmuş
ve yahut harman yerinde
avuçları buğday kokan delikanlılar
ve nice gâvurdağı kızlarının
birer birer ırzına geçilmiş
yalvarmış ihtiyarlar allah'a
– rivayet şöyledir kim –
dumanlı bir güz akşamı
şu mor dağlar efendim
destur demiş de yürümüş
silkinip kalkmış ayağa
gel haberi öteden verelim
çıkmış dağlara kendiliğinden
cebbar oğlu mehemmed
fransız'a silâh çekmiş
hür yaşamak uğruna
ırz uğruna namus uğruna
ana için baba ve kardeş için
şu mübarek topraklar
şu mübarek vatan için
derken efendim
bir gün kaman'dan öte
uğrun uğrun haber ulaşmış
urfa'nın antep'in köylerine
gözü kanlı maraş beylerine
cebbar oğlu mehemmed
burcu burcu çam kokan bir yaz akşamı
omuz vermiş bir ağaç gölgesine
usul usul türkü söylüyor
hasret kuşun kanadında
deli kuşlar uçun gayrı
yazımız böyle yazılmış
u diyardan göçün gayrı –
kirveleri durdu ve süleyman
on sekiz adım gerisinde
şahin gibi tünemişler kayaların üstüne
avuçları sıcak bakışları ok gibi
deliyor her dokunduğu yeri
biri doğuya bakıyor diğeri batıya
iptida durdu görüyor geleni
yel midir toz mudur anlamıyor
lâkin bıyıkları terlemeden
çeteci olan garip ökkeş
çok geçmeden getiriyor haberi
tabur tabur üstümüze varıyor
düşman yola çıktı savranlı'dan
hemen mevzie sokuldu mehemmed
yanıbaşında durdu ve gerisinde süleyman
çeteler yer tutup pusu kurdular
kanlı geçit boyuna
düşman yanaşırken kaman köyüne
bekletmeden yaylım ateş açıldı
mermi kurşun yağmur gibi saçıldı
ilk seferinde on beş kişi vurdular
ve bir hayli düşman kırdılar
yamaçlarda koptu kızılca kıyamet
cesaretlerine söz yoktu ama
neyleyip nitsinler düşman daha çoktu
düştü birer birer bütün yiğitler
gürültüler boğazda sustu nihayet
demek diz üstü düşmüş mehemmed
kirvesi durdu'nun yanıbaşına
kanlar akar yarasından
al al olmuş çevresinden
köpük köpük gözlerini doldurur
bir başına mehemmed yedi düşman öldürür
mavzerinin namlusu hâlâ sıcak
tutulmaz
ölümün derdi büyük yiğenim
çâre bulunmaz
aynı akşam doğurmuş karısı döne
mavi gözlü bir çocuk sarışın
bir avuç toprak sarmışlar altına
ve kemal koymuşlar adını
Kısacası köylü ya da kasabalı kırsal kalabalığı anlamak gerektiğinde onların tarihlerine inmek gerektiğini söylencelerine kulak vermenin ne büyük yazınsal eserler ortaya koyduğunu Sığırtmaç'ta, Ümmühan'da, Göçmenler'de, Deli Süleyman'da, Ökkeş'de görürüz.
Destana gelince, Türk halkının Milli Kurtuluş Savaşının Destanını Nazım Hikmet'in Kuvay-i Milliye Destanından sonra belki de en güzel Atila İlhan'da görüyoruz. Çünkü Duvar kitabının arkasında Nazım Hikmet'in Atila İlhan için "Duvar beni çok sevindirdi. Atila İlhan gayet soylu özlü bir şair, pek beğendim. Aşk olsun delikanlıya !"diyor.
Türk ulusunun emperyalizme karşı tek bir vücut halinde giriştiği bağımsızlık ve özgürlük savaşı, bu destanda öz ve biçim bakımlarından tam bir uygunluk içinde en güzel şiir diliyle anlatılmıştır. Yurt sevgisiyle dolup taşan duygu, düşünce ve tutumu bütün incelikleriyle dile getirilmiş bu destanlar. "Ya istiklal ya ölüm" diyen onurlu bir halkın destanıdır.