Müslüman aleminin mübarek Ramazan ayının son günlerine yaklaştık. İbadetlerinin Tanrı tarafından kabulünü dileyerek bu günkü yazıma başlayacağım.
Bu günlerdeki nüfus sayısı, 80 milyonu aşmış, genç Türkiye Cumhuriyetinin, yani ülkemin insanları, 1828-1829 da, 1834 te, 2. Mahmut, 1853-1856 da, Abdülmecit, 1891-1894 2. Abdülhamit ve 17-Kasım-1922 de bir İngiliz gemisine binerek kaçan Vahdeddin’in başında bulunduğu, Türk milletini tarihi boyunca hor gören Osmanlı İmparatorluğunu, yöneten padişahların yanlış yönetmesinden doğan ve 24-Temmuz-1923 tarihinde imzalanan Lozan anlaşması sonucunda geriye bıraktıkları Yahudi ailesi Rothschild ve yabancı devletlere olan borçlarını kabullenip ödedi.
Genç Cumhuriyetin üstlendiği ve ödediği borç 2013 yılında Kamu maliyesi uzmanı Dr. Mahfi Eğilmez beyin hesaplamasına göre, o seneki kur üzerinden 500 milyar USD DOLARI na tekâmül ediyordu. Bu borç ödenirken bu ülkeyi yönetenlerin bazıları zaman geldi 10 cent’e muhtacız dedi. Kasanın boş olduğunu ima itti ama dünya devi diye geçinen devletlere kafa tutmayı da bildi. Tamam onlarda borç aldılar ama, yurttaşlarını ekmeğe muhtaç etmediler, muhtaç duruma düşürmedikleri insanlarından da, dini vecibeleri kullanarak yardım toplamadılar.
Şimdi ülkem de ki ortamın yukarıda yazdığım tarihlerde ki yöneticilerin yaptıkları ile sadece şekli değişik. Geçmişte ki Osmanlı yöneticileri askere yemeklik buğday ve kendi idaresinden ayrılan devletlere tazminat ödemek için almış, ama kendi tabası muhtaçken başkalarına verilmek için tabasından yardım dilenmemiş. Bu günkü yöneticiler 19 senedir devletin kasasına gelir, insanına iş sağlayan elindeki sanayi tesislerini elinden çıkarmış, hem de yok pahasına. 7 sene önce “BERABER YÜRÜTTÜK BİZ BU YILLARDA 1994-2014” isimli eserimde o günün devlet arşivlerinden tespitime göre asıl peşkeş çekildiğini tarihe şerh düşmüş ve varılacak noktayı da yazmıştım.
Her fırsatta devletin ve yandaş medya organlarını kullanarak IMF nin borcunu ödedik, bir daha ülkeyi o duruma düşürmeyeceğiz dediler ve yeri geldiğinde de hala diyorlar.
Şimdi onlara soruyorum. Yap işlet devret diye bir modelini dünyada uygulananın tam tersi bir şekilde Türkiye de icat ettiniz. Al sana boğaz yap köprüyü, tüneli, oto yolu şunca sene çalıştır ve sana şu kadarda araç geçişi garantisi veriyorum, geçmezse ben ödeyeceğim. Yap Hava alanı şu kadar yolcuyu garanti ediyorum, uçmazsa ben ödeyeceğim.
Milletin anladığı kadarı ile bu işe Anadolu’da “Doğmamış çocuğa don biçmek” denir.(ihaleyi alan ve garanti ödenen firmalar da malum olanlar)
Evet, ülkemi bu gün yönetenlerden ne farkı var sizce? Sakın yok demeyin, tabi ki var. Var olan fark o zaman ki yönetenler bir takım uydurma dernekler ve kuruluşlara insanlara yardımı yaptırmamış ve ar duymuş. Devlet önce kendi insanına daha sonra da, komşu ve muhtaç milletlere yardım eder yani bakarmış. Ve bunu yaparken aleni bir şekilde ne ister, ne de verirdi.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyetinde Kötü günlerin yardımcısı Kızılay ve Çocuk esirgeme kurumu devletin fonlarından ve isminin geçmesini istemeyen bağış sahiplerinin ve bünyelerindeki ticari işletmelerin geliri görevlerini ifa ederlerdi. Maalesef ne hikmet ise piyasaya benim hatırladığım ve bildiğim kadarı ile KIZILAY, İHH, DENİZ FENERİ, DOST ELLER, BİR ELİNİ VER, BİR YUDUM SU VER, SESİMİ DUYAN VAR MI VE BUNANLARA BENZER niceleri hem de devlet spotu kullanmadan televizyonlarda, gazetelerde dakika dakika, sayfa sayfa reklam veriyorlar. Yanlış bilmiyorsam ki, doğru bildiğimden eminim bu reklamlar bedava değil. Sen kalk vicdan edebiyatı yap dini vecibeyi kullan fitreni, zekatını, bana ver. Ben seni bir tarafa koy, dünyadaki açları doyuracağım diye para topla. Haa, Kurban bayramında da aynı terane, ile senin insanın bayramdan bayrama et yeme umudu ile yaşarken piyasaya çıkacak kurbanını bana ver diyecek.
Yahu benim insanım çöplük karıştırıp yiyecek ekmek peşine düşmüş yeter artık bu aymazlık, bir durun diyen ne zaman çıkacak.
HİMMETTE BULUNMUYORSUNUZ BARİ, İSTİSMAR EDİLMELERİNE MÜSAADE ETMEYİN…