“İnsan doğasız yapamaz, ama doğa insansız da varlığını sürdürebilir!”
Paul Ehrlich
“Doğaya karşı savaş halindeyiz. Kazanırsak yitireceğiz!”
Hubert Reeves
“Ağacın kesilmesi bir ulusun, talihsizliğe, mutsuzluğa, bereketsizliğe gark olmasıdır!”
Dede Korkut
On yılı aşkın süren savaşlardan sonra yaşam bulan Cumhuriyet’in ilk yıllarını “yokluk, yoksulluk ve yoksunluk” üçlemesiyle tanımlamak abartı olmaz.
Tam da o sırada Anadolu’da yaşamakta olanların en az yarısının anasından ya da babasından ve kimilerinin de her ikisinden yoksun olduğunu bilirsek “Cumhuriyet kimsezilerin kimsesidir” sözüne anlam biçebiliriz.
Nisan 1924! Cumhuriyet henüz altı aylık.
Bunca karanlık tablonun egemen olduğu yeni doğmuş Türkiye Cumhuriyeti’nde TBMM gereksiz ve nedensiz yere ağaç kesenleri yaptırıma uğratmayı öngören bir yasa çıkartıyor. Böyle bir durumda ağacın sözü mü olur, tek eksiğimiz ağaç mıydı diye soranlar çıkmış olmalıdır.
Cumhuriyet’in akıl, bilim, kültür, sanat ve doğa sevgisi üzerinde yükseldiğini anımsadığımızda ağaç yasasına şaşırmak gereksizleşir.
Kimsesizlerin çok olduğu Cumhuriyet’te doğa bir bakıma kimsesizlerin kimsesi olacaktır.
Çınar ağacının bir dalından vazgeçmek kolaycılığı yerine Yalova’da köşkü yürütendir Cumhuriyet. Böylelikle, bir yandan doğaya saygı ve sevgi dışa vurulurken diğer yandan da Cumhuriyet’in yapabileceklerine ilişkin bir meydan okumayla dünyaya ileti verilmiştir.
Bugün Ankara Söğütözü’nde gökdelenler arasında kaybolmaya yüz tutmuş Kolibanın yapıldığı yerdeki söğüt ağaçları bir başka yerde yaşam bulmadan kulübe bile yapılmamalı diyen bir Cumhuriyet vardır o günlerde.
Çankaya köşkünde araç geçişine izin vermeyen ağaç dalları budanacak yerde yolun düzeyi düşürülerek sergilenir doğaya saygı.
Her gün önünden geçtiği iğde ağacının kesilmiş olmasına gözyaşı dökmüştür Gazi. Doğa sevgisini bu denli iyi yansıtan başkaca davranış gösterilebilir mi?
Doğaya saygı ve sevginin yanı sıra ona inancın ve güvencin de eksik olmadığının altı çizilmelidir. Ankara bozkırında çiftlik yapılacak başka uygun yerler varken en kıraç yeri seçmiş olmak bu duygunun önemli bir başka yansıması olarak not edilebilir.
Doğaya saygı ve sevgi hiç kuşkusuz aklını kullananların, bilimi rehber edinenlerin davranışıdır.
Charles Darwin’in biyoloji devrimine denk düşen evrim kuramı (günümüzde evrim gerçeği olarak okunmalıdır) kutsal kitap buyruğu olan “üstün varlık : insan” anlayışını yerle bir etmiştir. Böylelikle, insan doğanın efendisi konumundan doğanın bir parçası konumuna indirgenmiştir. Bu indirgemeye direnmek akla ve bilime başkaldırmaktan farksızdır.
Cumhuriyet’in 100. Yılına eriştiğimiz bugünlerde çok sözü edilmese de, yeterince vurgulanmamış olsa da “canlıya ve canlılığa saygı” kavramına odaklanmak zorundayız.
“Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir” sözünün boş yere söylenmediğini, bir söylemin ötesine geçerek eyleme ve gündelik yaşam gerçeğine dönüştüğünü anımsamak durumundayız.
Böyle olduğu için Cumhuriyet Sırrı Erinç gibi bir coğrafyacı yetiştirmiştir. Cumhuriyet’in verimli ortamında kendisini gösteren İhsan Ketin Kuzey Anadolu Fayı’nı tanımlayabilmiştir. Onun izinden gidenler Anadolu’nun fay haritasını çıkarmışlardır.
Sırrı Erinç
Aynı zamanda bir hayat bilgisi dersi olarak görülebilecek Jeoloji dersi otuzlu yıllardan başlayarak liselerde okutulmuştur. Bugün bırakınız jeoloji dersini, coğrafyayı gereksiz gören bir anlayışın pençesindedir yüz yaşındaki Cumhuriyet.
1938 basımı lise jeoloji ders kitabı
Ülkemizin İhsan Ketin’le başlayan ve bugüne erişen yerbilim topluluğu tüm bilim dalları içinde en gelişmiş ve üretken olanlarından birisiyken son depremle yaşanan yıkım aklımızı kullanmaktan vazgeçtiğimizin, bilimin yolundan ayrıldığımızın açık kanıtı olarak tarihteki yerini almıştır.
Aklımızı kullanmış ve bilimin sesine kulak vermiş olsak İzmir’in Bornova-Bayraklı ovasına, Meles çayının alüvyonlarıyla oluşmuş bereketli tarlalarına yerleşir miydik? Bu yerleşim olmasa 75 kilometre uzaktaki Sisam depremi hepimizi üzüntüye sürükleyen yıkımlara yol açar mıydı? Üzüntünün yanı sıra utançla da donattı hepimizi bu ve benzeri yıkımlar.
Kentleşmeyi dar alanlara yığışma, dikine yapılaşma ve bu anlamsız davranışın doğal sonucu olarak batan, çıkan, uçan ve kaçan yollarla, geçitlerle bezeme olarak algılayınca depremin vurduğu Şanlıurfa’da bir de sel yıkımı yaşamak kaçınılmazdı.
Cumhuriyet’in yüzüncü yılını doğa karşısında büyüklenen ve ona egemen olduğunu zanneden insanın bozgunuyla karşıladık.
Elbette, Cumhuriyet’in ve onun üzerine oturduğu sağlam temellerin bozgunu ve yıkımı değildir yaşanan. Tersine, Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerinden kopmanın, onlardan vazgeçmenin doğal sonucudur.
Çözüm mü?
Cumhuriyet ilkelerine ve ayarlarına dönüşten başkasında değildir.
Böyle biline, umar buluna…