Tunus’ta 17 Aralık’ta kendini yakan Muhammed Buazizi’nin bedeninden ateş alan ‘Arap Baharı’ kavurucu 10 yaz ve dondurucu 10 kıştan geçti.
Süreç mücadelenin nasıl verilemeyeceğine dair kitaplar dolusu dersler bıraktı ama slogandaki üç hedeften geriye kalan kâbus ve hayalkırıklığı.
Büyük Orta Doğu demokrasi hayallerine kavuşamazken, 10 yıl içinde milyonlarca insanın evsiz bırakıldığı, gazetecilerin daha çok hapsedildiği, işsizliğin kronikleştiği, yoksulluğun arttığı, gösterilerde öne çıkmalarına karşın kadının statüsünün gerilediği bir tablo oluştu.
İsyan korku duvarlarını yıktı ama alternatifsizlik ya da öne çıkan alternatifin eskiyi aratan icraatları yüzünden statüko bütün despotik formlarıyla geri döndü.
Korkuyu yıkan cesaret statükoya mazeretler sunan yeni korkular üretti. Göstergeler iç karartıcı. Bütün bu tablo içinde Tunus’ta iktidarın kansız el değiştirmesi sayesinde göreceli bir başarı hikâyesi teselli olarak bir kenarda duruyor.
Tunus: Taşlar yerine oturmadı, ortak değerler üretilemedi
17 Aralık 2010’da başlayan gösteriler şiddete evrilmeden Zeynel Abidin Bin Ali’nin 14 Ocak 2011’de koltuktan inmesi Tunus’a demokratik geçişi sağlayan tek ülke olma payesini kazandırdı.
Müslüman Kardeşler’in Tunus uzantısı Nahda hareketinin cumhurbaşkanlığını solcu Munsif Marzuki’ye bırakıp, Cumhuriyet İçin Kongre ile Emek ve Özgürlük Bloku ile koalisyon kurması ‘karşı devrim’ senaryolarını önledi.
Nahda lideri Raşid el Gannuşi ve Marzuki ‘başarılı tavizleri’ dolayısıyla 2012’de Chatham House Ödülü’nü aldı. Fakat sihir bundan sonra bozuldu. Nahda ekonomide çözüm üretemezken, tecrübesiz kadrolarla hizmetler geriledi. Nahda’nın ‘kısmi laiklik’ anlayışıyla İslamcı gündemini anayasaya aktarma çabası ciddi bir dirençle karşılaştı.
Ensar el Şeria gibi selefi örgütlerin hortlaması ve muhalif liderlere suikastlar, ülkenin laik karakterinde korkuları diriltti. Sokakta yükselen baskılar karşısında Nahda iki başbakan eskittikten sonra 2014’te yetkiyi teknokratlara bıraktı.
Siyasal İslamcı alternatif 27 Ekim 2014’teki seçimde Nida Tunus’a yenildi.
2011’de 217 üyeli meclise 89 vekil gönderen Nahda’nın koltuk sayısı 69’a geriledi. Eski Meclis Başkanı Kaid el Sebsi liderliğindeki Nida Tunus, Nahda karşıtı işadamları, sendikacılar, solcu aktivistler ve eski rejim unsurlarından bir çeşniydi.
Bu zafer aynı zamanda kısmen devrik rejimin dönüşüydü. Aralık 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçiminde Sebsi birinci gelirken Nida ile Nahda koalisyon için uzlaştı. Nahda kendisi açısından bu uzlaşmayla istikrara hizmet ediyordu.
Nahda İslami çizgiden taviz verildiğini düşünen eski kuşak ile hareketin sistem partilerinden farkını göremeyen genç tabanı arasında sıkıştı. 2011’de iddiayla ortaya çıkan diğer partiler gibi Nahda da erirken iç disiplinini koruyan yegane parti konumunu da koruyor.
2019’daki seçimde Nahda’nın vekil sayısı 52’ye düştü fakat içinden üç parti çıkan Nida’daki bölünmeler sayesinde mecliste yeniden birinci parti oldu. Yine de hükümet kurma şansını bir daha yakalayamadı.
Pek çok siyasi kanat açısından temel sorun Nahda’nın beynelmilel Müslüman Kardeşler ağıyla ‘cemaat ilişkisi’ ile ulusal öncelikler arasında gelgitler yaşıyor olması. Siyasal İslamcılar ile diğerleri arasındaki kan uyuşmazlığı taşların yerine oturmasına engelliyor.
Beri taraftan Tunus’un en büyük sorunu siyasetteki aşırı bölünmüşlük. Yüzde 3 seçim barajının olduğu bir sistemde bir partinin tek başına hükümet kurması ya da bir adayın birinci turda ipi göğüslemesi mümkün değil.
Başka bir mesele, 2015 anayasası tek parti ya da tek adam hegemonyasının önünü kesmek için yetkileri parlamento ile devlet başkanı arasında paylaştırıyor. Biraz Nahda’yı hedef alan bu sistem müzakereci-uzlaşmacı bir olgunluğu gerektiriyor. Bunun eksikliği sistemi sıklıkla tıkıyor.
2019’da Sebsi’nin ölümü üzerine düzenlenen üçüncü cumhurbaşkanlığı seçimi de bütün siyasi sınıflar için hezimetti.
İlk kez aday gösteren Nahda, Abdulfettah Moro ile yarışı yüzde 12,9 oyla üçüncü bitirdi. Bilinen bütün adaylar yüzde 18’le birinci gelen anayasa hukukçusu Kays el Said ile Nida’nın eski kurucularından olup seçim sürecinde yolsuzluktan tutuklanan medya patronu Nebil el Karvi’nin gerisinde kaldı.
İkinci turda Nahda dahil pek çok parti, Tunus’un Berlusconi’si olarak anılan Karvi’ye karşı ‘poker surat’ Said’i destekledi.
Pragmatik esnekliğine rağmen Nahda hala pek çok kanat için önlenmesi gereken bir tehlike. Kuşkusuz Mısır ve Libya’da görüldüğü üzere Müslüman Kardeşler yanlısı ve karşıtı bölgesel aktörler de bu kör dövüşünde etkili.
Mısır: Darbeye rıza üreten zemin ve geri dönen despotizm
İsyan dalgasında Tunus’u izleyen Mısır, Hüsnü Mübarek’i devirip yönetimi İslamcılara teslim ettikten sonra Abdulfettah el Sisi’nin ‘popüler’ askeri darbesiyle eskinin de gerisine savruldu.
2012’de eski rejimin adamı Ahmet Şefik’in seçilmesini önlemek için ‘devrimci’ güçlerin kerhen desteklediği Muhammed Mursi kısa sürede yıprandı.
Yasaların şeriata uygunluğunu arayan tartışmalı anayasa taslağını olağanüstü yetki kullanarak geçirmesi, artan elektrik-su kesintileri, petrol istasyonlarında uzayan kuyruklar, işsizlik, yargı ve medyayı ele geçirme girişimleri, adı şiddetle anılan isimlerin üst düzey görevlere atanması, İslamcı militanizmin hortlaması, Kıptilere yönelik saldırılar, hakaret davalarıyla gazetecileri susturma girişimleri Mursi’ye karşı cepheyi hızla büyüttü.
Tahrir ehline göre Müslüman Kardeşler devrimi çalmıştı. 11 Şubat 2011’de Mübarek’i indiren kalabalıkların iki-üç misli 2013’te Mursi’yi devirmek için mobilize edildi.
İslamcıların en büyük hatası sandığın verdiği meşruiyeti mutlak bir yetki olarak algılamaları ve bir an önce devleti ele geçirme çabasıydı. Eski rejim unsurlarının yönlendirmelerinin de etkisiyle bu tablo darbeye rıza üretilmesini sağladı.
Müslüman Kardeşler için acı olan seçimde oylarını aldıkları liberal ve sol kesimlerin dışında Selefi ortaklarının da darbeyi desteklemesiydi. Mursi’nin istifa çağrılarına direnmesi darbecilerin işini kolaylaştırdı.
O zaman en çok vurgulanan şey şuydu: Mursi çıkıp erken seçim tarihi verseydi tarihi ve saati bile belli olan darbe komplosunu bertaraf edebilirdi.
Nihayetinde Müslüman Kardeşler, 1979’da Enver Sedat’ın öldürüldüğü suikasttan sonra gördüğü baskının kat kat fazlasına maruz kaldı. Sisi’ye direnen Adeviyye Meydanı’nda yüzlerce sivil ve onlarca güvenlik görevlisi öldü. Kötü koşullarda tutulan Mursi duruşma salonunda yaşamını yitirdi.
Müslüman Kardeşler terör örgütü ilan edilirken onbinlerce muhalif tutuklandı. Yargılama süreçlerinde binlerce müebbet ve idam cezası çıktı. İtiraz eden herkesi susturan bir despotizm inşa edildi.
Mübarek’i geride bırakan Sisi’ye karşı Eylül 2019’da yolsuzluk iddiaları üzerine patlak veren gösteriler hariç durumu etkileyecek anlamlı itirazlar geliştirilemedi.
Müslüman Kardeşler ve darbe tecrübesinden sonra muhalefete büyük bir yılgınlık çöktü. 2018’de en güçlü rakibin tutuklandığı, diğer adayların havlu attığı seçimi yüzde 97 ile kazanan, 2019’daki anayasa değişikliğiyle 2030’a kadar iktidarda kalmanın yolunu açan Sisi güvenlik ve istikrarın garantörü olarak ABD ve Fransa gibi ülkelerde taltif ediliyor.
Suriye: İsyan ettiğine bin pişman bir ülke
Suriye’de rejim değişmediği gibi ülke vekâlet savaşları, sayısız radikal İslamcı örgütün palazlanması ve dış müdahaleleri izleyen kanlı bir koridordan çıkamadı.
Suriye, bir ülkenin iç dinamiklerinin yanı sıra husumet ve dostluklarıyla örülü dış çerçevesinden bağımsız bir değişim sürecinin sürdürülemeyeceğine dair zengin veriler sunuyor.
Yönetime karşı isyanın çok erken bir evrede silahla buluşması, vekâlet savaşının hızlıca şekillenmesi, uluslararası aktörlerin önce dolaylı, sonra doğrudan müdahaleleri Esad yönetiminin yaslandığı toplumsal, siyasal ve kurumsal kolonları korumasına yardımcı oldu.
Sistem sarsıldı ama öngörüldüğü ölçüde çözülmedi. Suriye Ulusal Konseyi/Koalisyonu 130 kadar devletin desteğine rağmen alternatif olamazken, ülkenin geleceğine seslenen iki alternatif çıktı: Biri onlarca İslamcı örgütün ortak ülküsü ‘şeriat devleti’; diğeri Kürtlerin liderliğindeki ‘demokratik özerklik.’
Kürtlerin Afrin, Cezire ve Kobani’de kanton sistemiyle özerklik ilan etmesi pek çok yerel ve bölgesel aktörün çizgisinde sapmalara yol açtı. Türkiye buna yanıt olarak sınır kapılarını o zaman Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) etiketini kullanan örgütlere bıraktı ve silahlı gruplar arasında Kürt karşıtı bir cephe gelişti.
2013’te Lübnan’daki Hizbullah’ın, ardından İran tarafından organize edilen milislerin, 2015’te Rusya’nın devreye girmesiyle dengeler sistem lehine değişti. 2014’te Irak-Suriye sınırlarını kaldırıp petrol, doğalgaz, maden ve su kaynaklarını ele geçiren Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD), Batı-Körfez ortaklığının ‘devrim’ projesini çalmış oldu. IŞİD’in yükselişi vekâlet savaşında kartların yeniden karılmasına yol açtı.
‘Ilımlı muhaliler’ için eğit-donat programını bırakan ABD, IŞİD’e karşı savaşta, PKK’li kadroların temelini attığı Halk Koruma Birlikleri’ne (YPG) el verirken, bu tercih Türkiye’yi kışkırttı. Ankara Kobani-Afrin arasında koridor kurulmasını önlemek ve üç sınır kapısını ele geçirirken göz yumduğu IŞİD’e destek suçlamalarından kurtulmak için Fırat Kalkanı Hareketi’ni geliştirip Azez-Cerablus-Bab üçgenine girdi.
Hem ABD destekli ‘Kürt koridoru’ kaygısı hem de 2015’te düşürülen Rus uçağının getirdiği baskı Ankara’yı Rusya ve İran’la birlikte Astana platformunda buluşmaya itti.
Bu ortaklık Doğu Halep, Doğu Guta, Humus, Dera ve Kuneytra cephelerinde silahlı muhalefetin çözülmesine yardımcı olurken, uzlaşmayı reddedenler İdlib’e yığıldı. Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) hakim güç olduğu İdlib, Türkiye’nin koruması altında büyük bir cihatçı havuzuna dönüştü.
Türkiye bir taraftan Astana, Soçi ve Moskova mutabakatlarıyla Rusya ile işbirliği yapıp gerilimi düşürme bölgelerinin kurulmasına ortak olurken, diğer taraftan Suriye Milli Ordusu’nu ‘organize ederek iki şeyi hedefledi: Suriye devletini sınırlardan uzak tutmak ve Kürtlerin liderliğindeki özerkliği çökertmek.
Bu ikili siyaset özünde bütün sınır hattında 35-40 km derinliğinde bir ‘karşı koridor’ kurgusuna dönüştü. Türkiye Zeytin Dalı Harekâtı ile Afrin’e, Barış Pınarı Harekâtı ile Fırat’ın doğusunda Tel Ebyad (Girê Spî) ve Ras’ul Ayn’e (Sere Kaniye) ve M-5’te ilerleyen Suriye ordusuna karşı Bahar Kalkanı Harekâtı ile İdlib’e müdahale etti.
Rusya ile işbirliğinin oluşturduğu son durum şu: 5 Mart Moskova Mutabakatı’na göre Halep ile Lazkiye arasındaki M-4 yolu ulaşıma açılacak, yolun iki yakasında 6’şar km derinliğinde güvenli şerit oluşturulacak ve terör örgütleri elimine edilecek.
M-5 civarında Suriye ordusunun kontrolüne geçen yerlerdeki gözlem noktalarından birkaçını çeken Türkiye, M-4 civarını onlarca üs-nokta ile tahkim etti. Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda tamamlamak istediği koridor için baskısı sürüyor.
Siyasi düzlemde Cenevre’de oluşturulan anayasa yazım komitesinde çalışmalarda mesafe alınamıyor.
Trump döneminde Amerikan siyaseti ise üçayak üzerine oturdu: İran’ın çekilmesi, İsrail’in güvenliği ve siyasi geçişin temini. Bu siyasetin uygulama alanında Fırat’ın doğusunda petrol ve tahıldan Suriye devletini mahrum bırakmak, Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) desteği sürdürmek, Sezar Yaptırımları ile baskıyı artırmak, İsrail’in Suriye’de nokta atışlarına yardımcı olmak var.
Kabaca üç kontrol alanı ile Suriye fiilen bölünmüş vaziyette.
10 yılda yaklaşık 585 bin insan ölürken, 6,6 milyon insan iç göçmen, 5,6 milyon insan da mülteci durumuna düştü.
Savaş bitse bile yeniden inşa, eve dönüş ve normalleşme süreçleri başka savaşları gerektiriyor.
Libya: Kaddafi’den sonra her şey tufan ve bitmeyen vekalet savaşları
NATO-Körfez ortak müdahalesine sahne olan Libya’da Albay Muammer Kaddafi’nin 20 Ekim 2011’de linç edilmesinden sonra düzen kurulamadı; omurgası kırılan ülkede uluslararası paylaşım savaşıyla bölünmüşlük derinleşti.
Güvenlik şemsiyesinin tamamen dağıldığı sürecin başında Bingazi, Derne, Ecdebiye ve Sirte’de Ensar el Şeria gibi El-Kaide çizgisindeki örgütler hakimiyet kurarken Mısratalı ve Trablus’ta yeni ‘savaş ağaları’ ve İslamcı ‘Libya Şafağı’ öne çıkıyordu.
Ülke silahlandırılmış yüzlerce milis gücünün kendi derebeyliğini kurmaya çalıştığı bir döneme tanık oldu. Bir süre sonra Derne-Sirte hattında IŞİD de devreye girdi. 2014’te seçimin sonucunu kabul etmeyen İslamcılar ve müttefikleri görev süresi dolmuş Milli Genel Kongre ile yollarına devam ederken, ilk Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu elinde bulunduran kanatlar parlamentoyu Trablus’ta açamayınca Tobruk’a taşıdı.
Libya Ulusal Ordusu’nu organize eden Halife Hafter de Tobruk kanadının askeri gücü olarak öne çıktı. Böylece ülke iki parlamento, iki hükümet, iki ordu, onlarca silahla örgütün elinde ülke bölündü.
Merkez Bankası gibi egemen kurumlar da bölündü. Eski rejim unsurları ve aşiretleri yanına çeken Hafter, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır, Fransa ve Rusya’nın desteğiyle Bingazi’den başlayıp 2019’ta Trablus’u kuşatacak kadar ilerledi.
Bu bölünmüşlüğü bitirmek üzere 2015’te uzlaşılan Süheyrat Anlaşması imzacıların çekilmesi ve onay sürecinden geçmemesi nedeniyle kadük kaldı.
Oldubittiyle BM Güvenlik Konseyi’nin desteğini alan bu anlaşmaya göre Ulusal Mutabakat Hükümeti teşkil edildi.
Temsilciler Meclisi’nden onay almadığı halde daha kurulmadan ‘uluslararası tanınma’ kazandığından hükümet, Trablus güçlerinin elini güçlendirdi. Katar ile birlikte bu kanadı destekleyen Türkiye, Trablus kuşatması karşısında oyunun kurallarını değiştirme yoluna gitti.
27 Kasım 2019’da Ulusal Mutabakat Hükümeti ile deniz yetki alanlarını sınırlayan anlaşma ile askeri işbirliği anlaşmasını imzalayıp, Libya’yı Doğu Akdeniz’deki enerji kavgasıyla ilişkilendirdi.
Türkiye ardından cephane, insansız uçak, askeri koordinasyon, istihbarat ve Suriye’den milis desteğiyle doğrudan müdahale etti. Bu destek sayesinde Trablus kuşatması sonlandırılırken, başkentin güneybatısındaki Vatiyye Üssü ve Tarhune kenti de el değiştirdi.
İkinci aşamada Petrol Hilali’ni ele geçirmek için harekete geçen Trablus güçleri, Sirte ve Cufra’da Rusya ve Mısır’ın kırmızıçizgisiyle karşılaştı.
Mısır askeri müdahale tehdidinde bulunurken Rusya da özel savaş gücü Wagner’i Cufra Hava Üssü ve Sirte’nin güneyindeki Gardabiye Üssü’ne yerleştirerek bir nevi bariyer oluşturdu.
Yeni denge tarafları 23 Ekim’de ateşkes ilan edip müzakere masasına oturmaya mecbur bıraktı. BM’nin himayesinde Mısır, Fas, Tunus ve İsviçre’de görüşmeler yürütüldü. BM’nin silah ambargosuna uyulmadığı gibi ateşkes anlaşmasının yabancı milis ve askerlerin çekilmesi şartını da dinleyen olmadı.
BM himayesinde 75 üyeden oluşan Libya Siyasi Diyalog Forumu da Tunus’ta belirlediği yol haritasına göre tarihi üç bölge Trablus, Brega ve Fizan’ı temsilen başkan ve iki yardımcısından müteşekkil bir başkanlık konseyinin oluşturulması, bir başbakanın başkanlığında mutabakat hükümetinin kurulmasını, 60 kişilik bir anayasa komitesinin belirlemesi, geçici anayasayla 24 Aralık 2021’de seçime gidilmesi ve yeni meclisle kalıcı anayasanın yazılmasını öngörüldü.
Libya üzerindeki paylaşım savaşı çok inatçı bir karaktere sahip, bu da siyasi çözüm sürecinin tökezlemesine neden oluyor. Özgürlük ve demokrasi arayışları bir kenara Libya’nın yitirdiği ‘devlet’ olma vasfını yeniden kazanmasının önünde çok yol var.
Yemen: Elde var yıkım, ölüm, yokluk
Barışçıl gösteriler karşısında ufak bir dış müdahaleyle iktidarın el değiştirdiği Yemen, iç bölünmeler ve bölgesel güç mücadelesi ile ağır bir yıkıma maruz kaldı.
Aşiretler ve selefi gruplar üzerinden Yemen’de nüfuz sahibi olan Suudi Arabistan, Amerikan destekli ‘Körfez İnisiyatifi’ ile 27 Şubat 2012’de Ali Abdullah Salih’i kızağa çekip, yardımcısı Mansur Hadi’yi başkanlık koltuğuna oturttu.
Hadi’nin reformlar ve iktidarı paylaşmaya yönelik adımları atmaması üzerine İran destekli Husilerin, ordu içinde devrik lider Salih’e bağlı güçlerin desteğiyle 21 Eylül 2014’te başkent Sana’yı ele geçirmesi, Suudiler ve Amerikalıların iktidar planlarını bozdu.
Yaşanan uzlaşmazlıklar iç savaş ve dış müdahaleyi tetikledi. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) 2015’te başlattığı Kararlılık Fırtınası şehirlerin yıkılmasına, 112 bin insanın ölmesine, 3 milyon insanın evinden olmasına yol açtı.
Nüfusun yüzde 80’i yardıma muhtaç hale geldi. Husilerin örgütü Ensarullah yenilmediği gibi Suudi Arabistan’ı evinde vuracak noktaya geldi. Hesaplar tutmayınca Suudi-Emirlik ittifakı da bozuldu.
Güneyi kendi nüfuz alanına dönüştürmeye çalışan BAE’nin desteklediği ‘ayrılıkçı’ Güney Geçiş Konseyi, Ağustos 2019’da Suudilerin adamı Hadi’ye bağlı güçleri Aden’den attı. İddiaya göre BAE 1990 öncesinde olduğu gibi güneyi bağımsız bir devlete dönüştürmek istiyordu.
Yani Yemen’deki bilek güreşi kısa sürede bir tarafta Suudi-Amerikan diğer tarafta İran’ın başını çektiği eksenler savaşının bir halkasına dönüştü.
Bahreyn: Komşu müdahalesiyle boğulan öfke
Suriye’de ‘devrim’ arayanlar Bahreyn’de tankların gücüyle sivil öfkeyi bastırıp iktidarı perçinledi. Sünni azınlığa dayalı Halife hanedanlığı Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez İşbirliği Konseyi’nin NATO’su sayılan ‘Yarımada Kalkanı’nın askeri müdahalesiyle kurtuldu.
Müdahale Şiilerin çoğunlukta olduğu ülkede iktidar değişiminin Bahreyn’i İran’ın arka bahçesine dönüşeceği korkusuna dayanıyordu. Gösteri yasağı, infaz, tutuklama, işkence, işten atma taktikleriyle iktidar korundu.
Kendi zaman diliminde bahar bekleyenler
Geçirdikleri iç savaşlar ya da dış müdahaleler nedeniyle kendi zaman dilimlerinde yaşayan ülkeler Arap Baharı’nın sessizce ya da az gürültüyle atlattıktan sonra iç dinamiklerle iktidarlarla hesaplaşma şansını sonradan yakaladı.
Bunların başında Sudan ve Cezayir geliyor. Irak ve Lübnan da kendi özel koşullarında sistemle hesaplaşmalar yaşadı. Suudi Arabistan başta olmak üzere diğer Körfez ülkeleri mali destek paketleriyle isyan dalgasının kıyılarına ulaşmasını önlerken Ürdün ve Fas gibi ülkeler bazı küçük reformlarla statükoyu koruyabildi.
SUDAN: 2019’da sokaklarda partiler üstü öfke Ömer el Beşir iktidarının sonunu getirdi. Körfez ülkelerinin desteğini alan generaller Beşir’i koltuğundan aldıktan sonra askeri geçiş konseyini kurdu. Askerler ile muhaliflerin uzlaştığı plana göre kurulan teknokratlar hükümeti, asker-sivil karışık konseyle birlikte ülkeyi 2022’nin sonunda seçimlere götürecek.
CEZAYİR: Hasta olmasına rağmen beşinci dönem seçime girme kararı Abdulaziz Buteflika’yı koltuğundan indiren gösterileri tetikledi.
Ordunun etkili olduğu bu süreçte ülke Abdulkadir bin Salih’in liderliğinde 12 Aralık 2019’da seçime gitti. Katılımın düşük olduğu seçimde eski Başbakan Abdulmecid Tebbun zaferle çıkarken, muhalefet hareketi ‘Hirak’ mutsuzdu. Çünkü muhalefet için reform yapılmadan sandığa gidilmesi eski rejimin yeni yüzlerle yoluna devam etmesinden başka bir şey değildi.
Tebbun yolsuzlukla mücadele, meclisin güçlendirilmesi, cumhurbaşkanının hesap verebilirliği gibi unsurlar içeren yeni anayasayı referandumdan geçirdi. Eski rejimin devamlılığını temin ettiği gerekçesiyle Hirak’ın yanı sıra bazı sol ve seküler partiler ‘Hayır’ cephesinde yer aldı.
İslamcı partiler ise anayasayı dini ve milli değerlere uygun bulmadığı gibi Berbericenin Arapça ile birlikte resmi dil olmasından rahatsızdı.
IRAK: 2003 işgalinden sonra korkunç deneyimlerden geçen Irak, Suriye’deki gelişmelerin tetiklemesiyle yeniden şiddete sürüklenip çöküş yaşadı.
İran ve ABD’nin nüfuz savaşına sahne olan Irak’ta 2019’da yolsuz, beceriksiz ve mezhepçi iktidara, rant düzeninin parçası partilere, Tahran’ın vekil gücü olarak görülen Haşd el Şaabi’ye ve dış müdahalelere karşı bir hassasiyet gelişti.
Iraklıların daha milliyetçi ve mezhepler üstü bir refleksle Irak’ı geri istediği bir hassasiyetti bu. Yüzlerce insanın öldüğü sokaktaki olaylar Adil Abdülmehdi’yi indirip Mustafa Kazımı’yi iktidara taşıdı. Fakat değişim talebi İran ile ABD arasındaki rekabetin getirdiği cendereden kurtulamadı.
ABD’nin ocak ayında Bağdat’ta Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’yi öldürmesi, Tahran’ın da Amerikan üslerini vurarak misilleme yapması Irak’ın değişim gündemini yine güçler arası hesaplaşmaya hapsetti.
LÜBNAN: Mezhep-din tabanlı bölüşüm sisteminin cari olduğu Lübnan iç savaşların üzerine kurulmuş dehşet dengesinin emrettiği temkinlilikle olup bitenleri sessizce izledikten sonra Ekim 2019’da patladı. Tetikleyen de WhatsApp iletişiminin vergilendirilmesiydi.
Öfkenin altında yatan nedenler mezhepçi iktidar bölüşümü, yolsuzluk, kayırmacılık, partileri kontrol belli başlı ailelerin elindeki rant çarkı, su, elektrik ve akaryakıt sıkıntılarıydı. Öfkeyi Hizbullah ve müttefiklerine yöneltme çabaları nedeniyle isyan ABD’nin İran’ın bölgedeki kollarını kesmek için geliştirdiği ‘azami baskı’ stratejisinin bir parçası olarak algılandı.
Hizbullah’a göre gösteriler ‘direnişe karşı bir komplo’ idi. İsyan başbakanlık koltuğuna Saad Hariri’nin yerine teknokrat Hassan Diyap’ı taşıdı.
Sorunlara çözüm bulunamazken, 2020’de bankalardaki nakit kriziyle birlikte ekonomi ciddi bir çöküş yaşadı. Lübnan parası dolar karşısında yüzde 80 değer kaybetti. Bunun üzerine bir de Beyrut’taki amonyum nitrat patlamasının getirdiği yıkım eklendi. Öfke magma gibi bazen gürültülü bazen sessiz.
Arap isyanlarının öteki sonuçları
Sonuç olarak Arap Baharı bir sel gibi geldi ama su yatağını bulamadı, yıkımlara yol açtı, gidecek yol da bırakmadı. Silaha mesafeli duran hareketlerin daha iyi sonuç aldığı, şiddet döngüsünün rejimler için avantaja dönüştüğü görüldü.
Orta Doğu’da yeni siyasi gerçeklikler de yarattı:
- Her şeyden önce bu coğrafyada tarihsel köklere sahip mezhepçi hesaplaşmaları canlandırdı.
- Şiddeti reddeden muhalif damarları bastıran radikalleşme süreçleri yaşandı. El Kaide çizgisindeki silahlı gruplar palazlandı.
- Özellikle Suriye ve Libya savaş ağalarını doğurdu. Üçüncü aktörler için farklı coğrafyalarda kullanılabilecek bir milis havuzu oluştu.
- Bir tarafta Müslüman Kardeşler’i himaye eden Türkiye ve Katar, diğer tarafta Suudi Arabistan, BAE ve Mısır gibi ülkelerin yer aldığı eksen savaşları kızıştı. Değişim süreçleri bu eksen kavgaları arasında boğuldu.
- Arap Baharı Türkiye’nin klasik dış politikasında sapmalara yol açtı. Müdahaleci bir çizgi öne çıkarken dış politika giderek askerileşti. Milis kullanımı da yeni bir enstrüman olarak devreye girdi.
- Çatışma süreçleri İran’ın daha fazla nüfuz kazanmasına yol açtı. Fakat bu, ABD’nin İran’ı kuşatma siyasetini de tetikledi.
- Rusya, Orta Doğu’ya döndü. Belli çatışma-çözüm süreçlerinde Rus diplomasisi Amerikan diplomasisinin önüne geçti.
- İsrail durumdan en fazla fayda sağlayan güç oldu. İşgal altındaki Golan’da hidrokarbon arama çalışmalarını hızlandırdı. Filistin davasının gerilediği bir süreç yaşanırken ABD koşulları İsrail lehine değiştirme yansı buldu. İran’ın düşman olarak resmedildiği arak fonda İsrail-Arap normalleşmesinin öne açıldı.
- Kürtler bu dönemin sıra dışı aktörü olarak kendi hikâyelerini yazdı. ABD’nin YPG ile ortaklığı Türkiye ile ittifakı sarstı.
- Avrupa’nın etki kapasitesi geriledi. Mülteci baskısı Avrupa iç siyasetini şekillendiren temel faktör oldu.
- Çifte standartlar daha görünür hale geldi. Bazı diktatörlerin Orta Doğu’ya demokrasi vaat eden ‘insani müdahaleci’ cephenin gözünde daha kıymetli olduğu görüldü.
- Fehim Taştekin / Gazeteci-Yazar Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-55331196