Genel

16 MART İSTANBUL’UN İŞGAL YILDÖNÜMÜ…

TARİHİNİ BİLMEYEN ULUSLAR YOK OLMAYA MAHKÛMDUR

(16 Mart 1920: İstanbul’un İngilizler tarafından İşgali) 

"Tarihini bilmiyorsan, daha dün doğmuşsun demektir. O zaman liderler sana istediği masalı anlatabilir." Howard Zinn

Her yurttaş, her Atatürkçüyüm diyen, Cumhuriyet tarihimiz en iyi şekilde bilmeli, sürekli öğrenmeli, bilmeyenlere de anlatmayı ve öğretmeyi görev bilmelidir.
Cumhuriyet tarihimizi bilmeyen ancak “amatör” Atatürkçü olabilir. Oysa ancak “işçimen, öğrenen Atatürkçü” olursak, görevimizi yerine getirebiliriz. Bunu geçmişte yapmadığımız, bugün de yapmıyor olduğumuz içindir ki, Cumhuriyetimiz ve onun en kutsal değerleri rahatlıkla tartışmaya açılabiliyor, kolayca ayaklar altına alınıyor.
**
16 MART… İSTANBUL 99 YIL ÖNCE BUGÜN İNGİLİZLER TARAFINDAN RESMEN İŞGAL EDİLDİ.
ATANAME’de bu elim olayın anlamı ve sonuçları üzerinde “Meclisi Mebusan” dergesinde durulur. Aşağıda ilk yöneltileri sunuyorum.

M. K. Atatürk anlatıyor:
● Tarih 16 Mart 1920… İtilaf Devletleri 13 Kasım 1918’den beri 16 aydır fiilen işgal altında bulundurdukları İstanbul’u resmen işgal ettiler. Dört gün sonra Mebuslar Meclisi’ni bastılar. Meclis’in saldırıya uğradığı gün ülkenin genel manzarasına bakarsak, gözlerimize çarpan şudur: İzmir’e çıkarılmış olan Yunan ordusu, Reddi İlhak Cemiyeti’nin vatanseverce rehberliğiyle vücuda getirilmiş olan bir cephenin karşısında bulundu.
Diğer taraftan halife ve padişah orduları da ülkenin şurasına, burasına çıkarılmış, Ankara’yı taarruz hedefi seçmiş bulunuyordu.
Bu halife kuvvetlerinden başka ülkenin her tarafında İngiliz hafiyeleri ile beraber elinde fetvayı şerif bulunan halife ve padişahın memurları, casusları dolaşıyordu. Ve yine bunlar milletimizi mahvetmek istiyor, mahvedebilmek için de en kuvvetli silah olarak inkârı, aldatmayı ve halkı ayağa kaldırabilmeyi kolluyorlardı.
Ben çok üzgün bir halde İstanbul’da bulunan, İstanbul’da toplanmış olan ve dağılmış bulunan, hakarete uğramış olan insanları uzaktan gözlüyordum. Fakat onların bir araya gelmesi ve tekrar iş görebilecek yetenek gösterebilmeleri zor, hatta imkânsız görünüyordu.

●16 Mart feci olayı üzerine İstanbul’a artık büsbütün kement vurulmuş, millet ve ülke başsız kalmıştı… Düşünüyordum, şahsımda hiçbir yasal yetki yoktu. Tavsiye ettiğim sıfatı vermemişlerdi. Fakat ülkeyi ve milleti o kadar çökmüş bir halde görüyordum ki, bu manzara karşısında mutlaka hareket etmek lazımdı ve öyle yaptım. Çünkü bu hareketimin bütün ordu tarafından ve bütün vatansever olan, yüksek kalp ve vicdanı olan milletimiz tarafından zaten istenilmekte olan, beklenilmekte olan bir şey olduğuna kani olmuştum.
Vuku bulan girişimim; Ankara’da millî bir meclis toplamak ve milleti yeniden ve geniş yetkilerle vekil seçmeye davet etmek oldu. Millet bu davete büyük bir aciliyetle derhal icabet etti. Daha geniş sıfat ve yetkiyle seçilen milletvekilleri 1920 Nisan ortalarında Ankara’da toplanmaya başladı.
– Ancak ülke geniş, ulaşım araçları sınırlıydı. Vekillerin gelmesi gecikiyor, bu gecikme bana azap veriyordu. Bu azap içinde mesai arkadaşlarımla gece gündüz dinlenmeden çalışarak duruma ait çareleri düşünüp uygulamakla meşgul oluyordum.

Milletin saflığı ve temizliğini, bağımsızlığı için beslediği aşk ve imanı yakından bildiğim için, bence bazı taraflarda belirtiler gösteren sapkınlık hastalığına karşı, bütün millet ve ülkeyi koruyacak önlemler alınabildiği takdirde durumdaki vahametin üstesinden gelineceğine kuşku yoktu.

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.