Site icon Söz Gazetesi

Çan, Ezan, Hazan Sesini Duyan Var Mı?

 Ankara 24 Aralık 2016 yılında, TİMFE Kanada Büyükelçiliği’nindesteğiile Gazeteciler Cemiyeti ve Demir Leblebi Kadın Derneği’nin düzenlediği “Barışa Ses Ver Projesi” seminerine katılmıştım.

Türkiye’de acil olarak nasıl birlikte yaşayabileceğimiz, barışı nasıl inşa edeceğimiz ve hayal ettiğimiz barışa nasıl kavuşacağımız gibi meseleler üzerinde konuşmuştuk.

O seminerde farklı illerden gelen, farklı düşünce ve görüşlere sahip olan gazeteciler, demir leblebi gibi dişini kıracak veya çiğnenmesi mümkün olmayan kadınlar bir arada olunca helehele‘barışa ses ver’ gibi bir konu üzerine çalışırken bazen sesler yükseldi, bazen duygusal anlar yaşandı, bazen güldük,bazen fikirleri dinledik. Ancak söz bana geldiğinde,o anı bugün gibi hatırlarım; boğazım düğümlendi, burnumun direğinde çok acı bir sızıyla, ağlamaklı ve titrek sesimle, yurdu yıllardır savaşa maruz kalan,o ülkenin altyapısı ve üstyapısı yerle bir olmuş, daha doğrusu yudunu yitirmiş bir birey olarak sizlere bir tavsiyem var:‘’Lütfen yıllardır ve ömrümün çoğunu yaşadığım Türkiye’ye sahip çıkın.’’ demiştim.

Çocukluğumu ve gençliğimi Suriye’de yaşadım. Yaklaşık 33 yıldır Türkiye’de yaşıyorum. 26 yıl Hatay’da yaşadım daha sonra Adana’ya taşındım. Türkçe konuşmayı bilmezdim ama

Hatay’da yaşadığım için gurbet şarkıları dinlemezdim, dinlesem de etkilenmezdim. Çünkü o bereketli Amik Ovası bana hiç yabancı gelmemişti. Türkiye ve Suriye’nin ortak alanları birden fazlaydı, sosyal açıdan, özellikle mutfak kültürü neredeyse aynıdır. Adana’ya yerleştim ama Antakya’dan hiç kopmadık. Ben hala gider oradan çökelek, tuzlu yoğurt, domates-biber salçası, nar ekşisi alırım. Canımız kaytaz böreği, biberli ekmek,aşur,içli köfte, analı kız çorbası istedi mi soluğu Antakya köprübaşında Sultan Sofrası’nda alırdık. Yada uzun çarşıya gider oradan herhangi bir kasap dükkânına girer,lehme el varak ya da lehme siniye siparişi verirdik. Bitişikteki fırına verilir daha sonra masamıza o muhteşem kokulu tepsi gelir üzerine pişmiş biber ve domatesle yanında pide( tırnaklıekmek) önce gözlerimizle yerdik.

Uzun çarşıyı bilen bilir, baharat kokuları, simitler, kurutulmuş sebzeler, peynir,çökelek, zeytin, kelle ayak işkembe ne ararsan var. Yerli imalat ayakkabı, terlik, çanta. Kuyumcular,gümüşçüler, bakırcılar ve en önemlisi Arapça Türkçe konuşanlar hep bir arada.

Kimi Hayye ( Arapça kardeş)diye çağırır, kimi bre (Antakya’nın has şivesiyle kardeş demek).

O uzun çarşıda Mehmet, Ali, İlyas hepsi bre gibi bir arada.

Antakya, dinlerin, kültürlerin kardeşliğini simgeleyen, Musevi, Hıristiyan, Müslüman toplumların yaşadığı 23 yüzyıllık geçmişi olan bu büyüleyici kentte üç semavi dinin mensuplarının mezarları da yan yanadır.

İsa’ya inananlara Hıristiyan kelimesinin ilk kez verildiği St. Pierr,VI.Paul tarafından hac yeri ilan edilmiş. Bu nedenle Hıristiyan dünyası için çok büyük önem taşıyan Antakya o mağara kilisesinin yanı sıra Katolik Kilisesi, Ortodoks Kilisesi vardır. Antakya, Hıristiyanların üç dini merkezinden biri olup, diğer ikisi Vatikan ve Kudüs’tür.Aynı caddenin bir köşesinde Hıristiyanlığın ilk yıllarında olan Habib-i- Neccar Camii, Katolik Kilisesi ve Yahudi Sinagogu bulunmakta ve günün bazı saatlerinde Ezan,Çan ve Hazansesleri birbirine karışmaktadır.

O hoşgörülü kent, kutsal seslerin karıştığı bu şehirde şafağın karanlıktan hiç çıkamadığı 6 Şubat’ta kıyameti erken gördü. Enkaz altında kalan binlerce insanın sesleri,çığlıkları yükseldi ama kimse yoktu. İmdatlarına Ali de Muhammed de İsa da Musa da yeryüzündeki sultanlara, padişahlara hayretle baktı. Sanki kalplerden, merhamet ampute edilmişti. Hâkimi(vali),Şehri emini yıkımların başında değil de televizyonlarda izledik.

Sözde kurtarıcılar sanki dünyanın diğer ucundan geliyorlardı, bir türlü ulaşamadılar. Geldiklerinde sesler son yalvarışındaydı, elleri bomboş geldiler makina yok dediler. Makinalar geldi, operatör bulunmuyor dediler, sesler kesildi, çığlıklar kısıldı,damaklar kurudu, ses telleri zayıfladı. Yıkım altındakiler soğuğa,susuzluğa, umutsuzluğa yenik düşmüşlerdi. Medeniyetler şehrinde İsa tekrar çarmıha gerildi. Firavun,Musa’yı denizde boğdu, Muhammed’e

(la tehzen inna allah maana) ankebut yuva örmedi, güvercin yumurtaları kırdı gitti, yine Ebu sufyan galip geldi, Ali ise Kerbela’da susuz öldü.

Sağlıcakla kalın.

 

 

 

 

 

Exit mobile version