“Mahkûmlar, bir gün mutlaka çıkarlar. Oysa gardiyanlar hep hapishanede kalır!”
İranlı varsıl bir sanayicinin, devrim sırası ve sonrasında yedi kez düştüğü hapishane duvarlarında görüp İngiliz yazar V.S. Naipaul’e aktardığı bu satırlar, yıllardan beri belleğime kazılıdır.
En büyük hapishane beyinlerimizde kurulmuş olandır. En korkunç mahpusluk, özgür iradenin dogma duvarlarına çarpıp kırıldığı, düşünce ve tartışma yasaklı koşullanmadır. Aslında bir tımarhanedir, beyinde yaratılan hapishane! Deliliğin ölçüsü eğer söylem ve hareketlerde mantıksızlık ise mantık yürütmeyi engelleyen beyin koşullanması da delilikten ibarettir, diyebiliriz.
2001 Nobel Edebiyat Ödülü’nü de kazanan V.S. Naipaul, Türkçemize İnancın Ötesinde başlığıyla çevrilen kitabıyla ufkumu aydınlatmış, sayısı epeyce kabarık Müslüman Türklerin neden anadilini reddedecek kadar Arap hayranı ve taklitçisi olduklarını ilginç bir varsayımla açıklamıştır.
Arap emperyalizmi
Hint asıllı İngiliz Naipaul, 1998 yılında yayımladığı bu incelemede, Arap olmadan İslam dinini seçen dört ülkeye ilişkin gözlemlerini aktarır. Yıllarca İran, Endonezya, Malezya, Pakistan’ı dolaşır, yaşar, röportajlar yapar ve “Tarihte Arap ve İslamiyet emperyalizmine kıyaslanacak ölçüde bir kültür emperyalizmi görülmediği” sonucuna varır.
Naipaul, dili Arapça olmayıp İslamiyeti kabul eden toplumlarda “kimlik bunalımı” ve “çifte kişilik” oluştuğunu yazar. Fanatik ve radikal şeriatçıların, Arap olmadıklarına hayıflandıkları için itikat yarışında en üste çıkan, en büyük fedakârlıklara hazır ve razı bu sonradan Müslümanlar arasından çıktığını ileri sürer.
Bu görüş elbette tartışmalıdır.
Ancak fanatik dinciliğin ve siyasal İslamcılığın aslı Arap olmayan İran, Pakistan, Afganistan ve hatta Türkiye gibi ülkelerde azgınlık boyutlarına ulaşırken; kendi dilinde yaratılmış İslamiyet’in eldiven gibi geçtiği Arap ellerinde ise her tür evrim ve devrimden uzak, zaten değişim tartışmasına kapalı dogmatik bir düzen içinde sürdüğünü görmemek olanaksızdır.
Araptan çok Arapçılar
Yani İslamiyet, Arap olmayan toplumlarda sosyolojik bir hareketlilik içindedir, Arap olanlarda değil…
Naipaul’ün iddiası tartışmalıdır, evet. Ama fanatik vahşetin vücut bulmuş hali olarak İslami fethe çıkan IŞİD gibi mücahit terör örgütlerinin hemen hepsinde komutan ve hatta çoğu askerin Araptan başka her milletten olduğu düşünülürse; çok da mantıksız bir saptama değildir.
Bu saptamaya “Cezayir de mi Arap değil de siyasal İslam odaklı bir iç savaş yaşandı”, diye karşı çıkabilirsiniz. Hayır, Cezayir Arap değildir. Halkın büyük çoğunluğu Berberi kökenli olup Arap diline ve İslamiyet’e sonradan geçmiştir. Zaten Berberi dili de yok olmamış, tıpkı İran’daki şeriat düzeninden gına getirenlerin “İranlı değil, Persyalıyız” çıkışı gibi Cezayir’de de şeriat rejimini ve radikal İslamcıları reddedenler arasında “Arap değil, Berberiyiz” görüşü yayılmakta ve Berberi diline sahip çıkmak, iç savaştan beri yükselen değer sayılmaktadır.
Körü körüne itaat, gerekirse şiddet
V.S. Naipaul, İslamiyet’in müminlere aşıladığı temel kuralın itaat olduğunu savunuyor. Ona göre kutsal emirlere tartışmasız itaat, sonuçta bir akıl tutulması yaratıyor ve geniş genelinde demokratik düşünce zaafı, eleştiri yokluğu olarak kendini gösterdiği toplumlarda, entelektüel çölleşmeye yol açıyor. Dahası, öğretinin temelindeki körü körüne itaat ve “gerekirse şiddet” önerisi, dini doğrudan ilgilendirmeyen toplumsal olaylarda bile geçerli oluyor. Türkiye, Anadolulu ve Balkanlısı, Türkmeni, Kürdü, Lazı, Çerkesi ve daha birçok etnik kökenden zengin insanlık mozaiğiyle Arap değilken İslamiyet’i kabul etmiş toplumlardan birini barındırıyor, değerli okurlarım.
Son yirmi yılda Türküm demeyi, hatta Türkçeyi tu kaka edip Araplaşmaya çalışan ve zaten Arapçayı resmi dil olarak kabul ettirmenin (boş) hayallerini kuran yurttaş sayısındaki artışa bakılırsa, V.S. Naipaul’ün tarif ettiği “Araptan daha Arapçı” olmak için yırtınan bir toplum segmentimiz var.
İnanç burada, ahlak nerede?
Kimlik bunalımı ve çifte kişilik sendromundan mustarip bu toplum segmenti, yetmiş yıldan beri oy uğruna siyasal İslamcılara alan açan tüm iktidarların eseri.
Ama en çok, kimlik bunalımını bizzat yaşayan AKP iktidarının marifeti. Çünkü söz konusu bunalımı, laiklik çözmüştü. Önceki iktidarların kemirdiği laiklik, AKP tarafından toptan yok edilince milli ve ümmi kimlik ayrıştı, müminler inaçla benlik arasında tercihe zorlandı.
Ancak geldiğimiz noktada, AKP ile küçük ortağı MHP iktidarının uğradığı ahlak erozyonuyla ortaya çıkan çifte kişiliği; yani dini politika ve hatta parasal çıkarlara alet edenlerin inancın gerektirdiği ahlakı taşımadıklarının anlaşılması, çakma Araplık furyasının da sonunu getirecek gibi görünüyor.
Kaynak: Cumhuriyet