Gerçek bilim ve inanca saygıyla Araf suresi 175-176 Yaşamın her alanını kuşatan Belam’cılıktan, insanın kendisini vareste tutmasını düşünmek aymazlıktan öte değildir.
Her gün yaşadığımız bombardıman şeklinde hafızamızı kodlamaya çalışan, sistematik olarak biz anlatalım siz inanından öteye gitmeyen, her konuşmacının söze başlarken belirttiği, ben bu konuda otoriteyim her şeyi bilirim siteme bakarsanız anlarsınız, kitabımı okursanız bilgilenirsiniz şeklinde bir kirlilik mevcuttur.
İnsanlığın var olduğundan beri oluşan sınıfsal baskı ve statükocu toplumsal kaos, bireysel narsizme dönüşmeye başladığında verdiğimiz kararların sonuçlarını hiç düşünmeden bireysel çıkarlarımız ve tatminimiz uğruna her şeyi feda edebilir hale geldiğimizin farkında mıyız?
Bilginin internet üzerinden dağıtıldığı en özel ilişkilerimizin dahi evrenselleştiği bir dünyada kendimiz kalabilmek her geçen gün daha zorlaşmıyor mu?
Bilgi kirliliği insan ruhunu acımasızca sömürmekte , ve birileri bu bilgi kirliliğini kendi formatladıkları bir dünyayı yaratmak için kullanmaktalar. Kendimiz olmamıza imkan tanımayan bir dünya hepimize çok gelişmişlik adına cambaza bak demektedir.
Aynı dünya zaman zamanda pardon diyerek öz eleştiri yaptığını kendini denetlediğini söyleyerek oyunu devam ettirmektedir.( üzgünüz maalesef Irak’ta hiç kimyasal silah bulamadık , vb. gibi).
Sosyal medya adı verilen hiç bir kuralı ve etik değeri olmayan, iletişim dünyasında var olmanın insanların en önemli amacı haline gelmiş olması, insanlığın geleceğinin nasıl bir tehdit altında olduğunun işaretidir.
Toplumsal paranoyanın şiddete dönüştüğü durumları üçüncü sayfa haberleri olarak kabullenmeye başlamak çok tehlikeli bir geleceğe işaret etmektedir. Şiddetin kabul edilebilirliği,hatta daha tehlikelisi, şiddetin haklıyı savunmak adına birileri tarafından vazife haline getirilmesi ve buna gösterilen sempati insanlığın ufkunu karartmaktadır.
Eşkiya ve kabadayı kavramlarından sonra gelinen mafya babası kavramı baba kelimesinin anlamı ile neredeyse saygın bir konuma getirilmektedir. Bu düşünce temelinden hareketle kocanın karısını öldürmesi neredeyse bazı gruplarca hak olarak kabul edilme aymazlığına kadar varmaktadır. Dünyanın içinde bulunduğu kaostan hiç bir toplum soyutlanamaz, az gelişmiş toplumlardan , gelişmiş kabul edilen toplumlara kadar bu kaos hayatın her alanında karşımıza çıkmaktadır, bu kaostan hepimiz ait olduğumuz sınıfların genişliği ve gücü oranında payımızı almaktayız. Toplumsal kaos kendi çözümsüzlüğünü kabul edilebilir kılmak adına tüm enstrümanları kullanmaktadır, bu enstrümanların başında yazılı ve görsel medya ile birlikte internet dünyası gelmektedir.
Medya üzerinden yürütülen tartışmalarda kamuoyu kendi içinde ayrıştırılarak sorunların çözümü yerine, kamuoyunun kontrolü kolaylaşmaktadır. Bu durum bir kısır döngü olarak kontrol mekanizmalarının gücünü artırmakta, insanları bir noktadan sonra mankurt haline getirmektedir. Düşünmeyen, sorgulamayan aklını ipotek edebilen insan sistematik olarak küsküt otu haline getirilmektedir. Bildiğiniz gibi küsküt otu toprakta filizlendikten sonra bir ağacın gövdesine yerleşerek toprakla olan ilişkisini kesmekte ve asalak olarak yaşamaktadır konakçı bitkiyi tüketen küsküt otu bir süre sonrada kendisini yiyerek yok etmektedir.
Tabiattaki olayları bir laboratuvar olarak değerlendirirsek korkarım toplumsal yapı küsküt otu olmaya doğru gitmektedir, oysa toplumsal yaşamın tabiatta ki karşılığı simbiyoz yaşamdır. Felsefe üzerine pek süslü laflara gerek olmadığı kanaatindeyim,çünkü ağzımızdan tek bir sözcüğün çıkması bile kendi içinde felsefedir(VAROLUŞ).
İnsanoğlu tabiatı kontrol ettikçe geliştiğini ve tekamül ettiğini düşünerek kendini her konuda muktedir sanmaya başlamıştır, ancak geçmişten günümüze yaşadığımız bazı tabiat olayları bize gerçekleri hatırlatmakta ve ne denli çaresiz olduğumuzu görmemizi sağlamaktadır. Ne var canım yağmur yağıyor dediğimizde oluşan sel olgusu, hafif rüzgarlı kavramının dönüştüğü kasırgayı, bir yanardağın patlaması karşısında insanoğlunun içine düştüğü aczi düşünün…Yaşamın amacını psikiyatrlar sağlık ve mutluluk olarak tanımladıkları her gün binlerce sağlık ve mutluluk reçeteleri sunulmaktadır. Bu reçetelerle birlikte bunların karşıtlıkları da ortaya çıkmakta ve tartışma adı altında toplumlar kontrol edilmektedir, oysa kanaatimce her şey son derece kolay ve anlaşılabilir bir şeffaflıktadır.
Başlangıçtan beri iktidar; ürettiği tüm aygıtlarla (eğitim,medya,STK, ordu vb gibi) toplumları kontrol etme ve yönetmenin karşılığı olarak tanımlanmıştır, bu anlamda iktidarların en etkin aracıda bu güne dek hep devlet yapılanması olmuştur.
Thomas Hobbes’ten beri devlet tanımında bir değişim olmaması çok manidardır. İktidarlar arasındaki kavgalarda karşılıklı dayanışma içerisinde yönettikleri toplumların kontrolünü sağlamaya hizmet etmektedir. Bunun sonucu olarak her zaman diliminde çok süslü ve derin manalar ifade eden kavramlar üretilmiş ve insanlık bunlar üzerinden kontrol edilmiştir. Günümüzde de bu dayatma devam etmekte, daima paylaşmaktan, yardımdan,, iyilikten, erdemden bahseden tüm kavramlar gerçekte insan egosu karşısında yerle yeksan olmaktadır. Düşünün ki bu denli felsefi yetkinliği olan insanoğlu birlikte maç seyretme zevkini dahi paylaşamamakta, birbirini öldürmeye varan vahşilikler sergilemektedir.
Tek tek baktığımızda son derece iyi eğitimli, entelektüel düzeyi oldukça yüksek kişiler dahi bir araya geldiklerine grup psikolojisi ile birer canavara dönüşebilmektedirler( Millet meclislerindeki kavgalar).
Binlerle yazılan çok büyük felsefe eserlerine rağmen (kimilerine göre cahil köylü olarak nitelenen) AŞIK VEYSEL varoloşu tek bir cümleyle anlatabilmiştir ” benim sadık yarim kara topraktır” diyerek..
Çılgın Aysel Gürel üzerine ciltlerle kitap yazılan Anadolu kadınını nasılda tek bir cümle ile tanımlamış
(KAÇ KOYUN EDERDİ ÜNZİLE) diyerek. Elleri öpülesi Aysel Gürel acaba hangi morfik bilgi ile bunu hissetti….
İnsanoğlunun kendisine atfettiği kutsiyetin iflas ettiğinin farkına varması belki de insanlığın kurtuluşuna giden yolda atılacak ilk adımdır. Bu kutsiyet üzerinden üretilen iktidarların insanlığı nasıl bir karanlığa sürüklediğini görmemiz gerekiyor, yaşadığımız olaylar yaşam felsefemizin nasıl oluşturulduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Karar vericiler iktidarlarını sürdürmek adına kurallar koymakta, ürettikleri kavramlar üzerinden meydana gelen çatışmaları da büyük bir keyifle izleyerek hükümranlıklarını sürdürmektedirler…
Saygılarımla