Genel

Merhaba

Yaşam heran karşımıza bir sürü yenilik çıkarır. Bu yeniliklere hazır olup olmamamız, onları yeterince değerlendirip değerlendirmememizi belirler. Aynı şekilde, sunulan bu yeniliklere iyi- kötü, doğru-yanlış diye bakmamız da tamamiyle zihnimizle ilgili bir konudur ki çoğunlukla bizi yanıltır fakat yine çoğunlukla tercihimizi belirler. Aslında doğru ve yanlış var mıdır ki? İyi yada kötü gerçekten iyi yada kötü müdür ki?

Sipirütüel alanda yani mana aleminde doğru yada yanlışın, iyi ve kötünün olmadığıdüşünülür. Evrenin sunduğu her şey en doğru zamanda, en doğru biçimde gelmiştir ve hepsinin içinde iyilikler vardır. Sır, bu iyilikleri görebilmekte, bu sunulanları değerlendirebilmektedir. Buradaki kararlarımız, tercihlerimiz de kader kavşaklarımızdır. Kader yolculuğumuzun ulaşacağı hedefleri belirlememizle ilgilidir. Bazen de evren size birileri aracılığı ile fırsatlar sunar. Şaşırırsınız. Fakat yine mana alemine göre “kabul” önemli bir erdemdir. Kabul etmeyi öncelikle başarabilmek gerekir.

Bir süre önce yakın bir dostum ve hayran olduğum bir üstad, bu platformda yazı yazmamı istedi. Hatta üstad, platformu incelememi ve sonra karar vermemi önerdi. Zaten biliyordum, tekrar inceledim, okudum ve doğrusu irkildim.

Öyle usta kalemler var ki, öyle üstadlar var ki bu platformda onların arasında kalem oynatmak sanki büyük bir hadsizlik olacaktı. Onlarla sohbette bile kelimelerin tutulmadan akabilmesini sağlamak ciddi bir beceridir. Bu öneri onlarla yan yana olabilmek adına bir onurdu ve geri çeviremezdim. Kabul ettim.

 Artık her hafta burada da sizlerle birlikte olacağız.

Herkes gibi yaşadığım yeri, şehri, ülkeyi, dünyayı görüyorum ve bir vatandaş yada herhangi bir kişi olarak olaylar ve projelerle ilgili görüşlerim tabii ki var. Her konuda uzman değilim fakat her konunun bendeki etkisini paylaşabilirim. Zaman zaman bunu yapacağım. Fakat ben yaklaşık 30 yıldır mana aleminde yolculuk yapmaktayım. Tüm inançlara ve tüm dinlere saygım var. Tüm inanç kalıplarından ve tüm dini öğretilerden bağımsız olarak yaratıcıyla aramda kurduğum bir bağ mevcut. İşte, asıl bu alanda sizlerle bilgilerimi paylaşmayı düşünüyorum. Haftalık yazılarımda yaşam yolculuğumuzu, varoluş amaçlarımızı, kaderi, kader kavşaklarındaki yerimizi konuşmak istiyorum.

Adanalıyım. Öyle özel bir bölgedeyiz ki, dünyanın ateş çakrası içerisindeyiz. Ülke olarak da bu çakranın kenarındayız. Tüm ortadoğuyu kapsayan bu çakra, yapısı gereği sıcak, ateşli bir bölgedir. Bu yüzden buralarda savaşlar, çatışmalar hiç bitmez. Buralarda her ırkdan, her milletten insanlar yan yanadır. Buralarda ateş, acı, kaos ve bunların görüntüsü bir çok proje yürümektedir. Bu alanda yaratılmış olmamızın da sebebi var mutlaka. Birçok dersi, birçok sınavı özümsemeliyiz ki dünyanın kalanı daha dingin bir yaşam sürebilsin. Bu ağır görevi üstlenen özel kişileriz. Yani birnevi A takımı. Bunun gereği de çoğunlukla dingin, zinde, akılcı ve kalpten olmalıyız. Zira bizlerin duraksama ya da hata yapma şansı azdır. A takımındaki oyuncularız çünkü. Yarış atlarıyız. Yarış atı hikayesini belki bilmeyenler vardır.

Harada genç tay yaşlı bir atın yanına yaklaşmış hoplaya zıplaya. “Bir şey sorabilir miyim” demiş. “Sor” demiş yaşlı ve tecrübeli at. Tay, tüm saflığı ile“ büyüdüğümde ne olsam” diye sormuş sorusunu. Yaşlı at biraz düşünmüş ve anlatmaya başlamış.

“Biz atların çok seçeneği yoktur çocuğum. Ya sütçü beygiri olursun, ya dink beygiri olursun, ya da yarış atı olursun. Sütçü beygiri olursan; bir sahibin olur, bir ahırın olur. Sahibin sana su yiyecek ve saman verir. Kısıtlı da olsa imkanlar ihtiyacını karşılar. Her sabah sana birkaç yüz kilo gelen ağır süt güğümlerini yükler ve sahibinle beraber sokakları gezmeye başlarsın. Gezdikçe yükün azalır, çünkü sahibin sütleri parça parça satar. Değişik sokaklarda gezersin. Gezerken çocuklar etrafında olur. Onlarla eğlenirsin. Akşam yükün çoğunlukla bitmiş olarak ahırına dönersin ve dinlenirsin. Her günün bu şekilde geçer gider.

Dink beygiri olduğunda yine bir sahibin olur. Yine ahırın olur. Sahibin imkanı nisbetinde sana su, yiyecek ve samanını verir. Fakat gezemezsin. Her sabah sahibin seni aynı ağır taşa bağlar. Bir çember içerisinde hep aynı güzergahta akşama kadar yürürsün. Fakat yükün hiç azalmaz ve aynı ağırlıktaki taşı sürekli çevirirsin. Yalnız, çalışman erken biter. Akşamüzeri sahibin seni taştan kurtarır ve ahırına döner dinlenirsin” demiş. Tay, ya yarış atı olursam ne olur” diye sormuş merakla.

“Bak o çok farklıdır” demiş yaşlı at. “Yarış atı olursan sahibin seni çok sever. Çok kıymetli yiyecekler verir. Sana özel Veterinerin, seni tımar eden görevlilerin olur. Havuç yersin, vitaminli yiyecekler yersin. Kaliteli samanlarda yatarsın ve özel bir ahırın olur. Nemi, ısısı bile ayarlanır. Banyo yaptırılırsın, el bebek gül bebek bakılırsın. Sahibin çocuklarından fazla sever seni. Hergün birkaç yüz metre koşarsın. Antrenörün vardır, jokeyin vardır, seyislerin vardır. Haftada bir de yine birkaç yüz metre koşarak yarışırsın” demiş. Genç tay hemen atlamış söze “ben yarış atı olacağım” diye bağırmış. “Amaa” diye sözünü kesmiş yaşlı at. “Biz atların ayak bilekleri sık kırılır. Sütçü beygiri yada dink beygiri olursan, ayak bileğin kırıldığında sahibin bir veterinere götürür, ayağın sarılır, eski işini yapamasan bile daha hafif bir işte çalışmaya devam edersin. Fakat yarış atıysan ve ayağın kırıldıysa hemen orada öldürülürsün. Bunu düşünerek karar ver” demiş.

Biz artık düşünecek konumda değiliz. Yarış atı olarak bu çakrada yerimizi almışız. Ayakları kırmadan koşmayı sürdürmek durumunuzdayız. Tabii keyif alarak.            

Haftaya yine görüşmek umuduyla sevgiler sunuyorum

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.