Üstünde yaşadığımız topraklar yani dünyamız hep hareket halinde. Güneşle kendi etrafındaki hareketlerinden söz etmiyorum. Üstünde yaşadığımız topraklar, içinde yüzdüğümüz denizler, görkemine hayran kaldığımız dağlar hareket halinde. Uçsuz bucaksız bir geminin üstünde gibiyiz. Dünya haritası durmadan değişiyor. Kara parçaları bir birine yaklaşıyor. Birbirini itiyor. Birbirinden uzaklaşıyor. Birbirine sürtüyor. Yaklaşıp uzaklaştıkça felaketler doğuyor, depremler, yangınlar, su baskınları oluyor. Topraklar kayıyor, çığ düşüyor. Yeraltından zaman zaman lavlar fışkırıp kentlerimizi kapatıyor. Yığın yığın can alıyor. İklimler değişiyor. Kıtlık kıran doğayı sarıyor. Göçler başlıyor. Bütün bu hareketler aralıksız sürüyor. Her 30 saniyede deprem oluyor. Oluşan bu depremlerin önemli bir kısmını biz insanlar fark etmiyoruz. Ancak bu depremleri sismograflar kaydediyor. Dağlar, yaylalar, ovalar, bütün dünya bize hareketsiz ve sakin gibi görünüyor. Tümüyle yanıltıcı bir görünüm. Yukarda belirttiğim gibi; Yaşadığımız dünya ne dingin nede hareketsizdir. İnsan ölçütlerine ve algılama yetisine göre dünya çok büyük ve güçlü olduğu için onun hareketliliğini çıplak gözle izleyemiyoruz. Ancak bir deprem, ya da Yanardağlar harekete geçip Volkan patladığında fark ediyoruz. Hareket ve gücünü… Öyle bir güç ki ,milyonlarca yıldan beri yerkabuğunu değiştiriyor. Vadileri genişletip, ovaları büyütüyor. Dağları yükseltip ya da yutuyor. Kıtalar santim santim bir birine yaklaşıyor… Bir birinden uzaklaşıyor. Yeraltındaki kızgın magma yüzeye yaklaştığında jeotermal alanlar yaratıyor
Yer kabuğunun sıcaklığı ortalama 14 derecede kalıyor. Dünyanın kendi etrafında dönüş hareketini de içerideki çekirdek sağlıyor. En derin deniz diplerinde dış kabuğun kalınlığı azalıyor. Dağların yükseldiği yerlerde ise yerkabuğu kalınlaşıyor. Yerkabuğu 16 büyük ve küçük levha ve plakalardan oluşuyor. Yeraltındaki devamlı hareketlilik ( Bu levhalar üzerinde duran kıtalarla birlikte, Astenosfer üzerinde sal gibi yüzmekte olup, birbirlerine göre insanların hissedemeyeceği bir hızla (ortalama 1-15cm/yıl) hareket etmektedirler. Konveksiyon akımlarının yükseldiği yerlerde levhalar birbirlerinden uzaklaşmakta ve buradan çıkan sıcak magmada okyanus ortası sırtlarını oluşturmaktadır. Levhaların birbirlerine değdikleri bölgelerde sürtünmeler ve sıkışmalar olmakta, sürtünen levhalardan biri aşağıya Manto’ya batmakta ve eriyerek yitme zonlarını oluşturmaktadır. Konveksiyon akımlarının neden olduğu bu ardışıklı olay taşkürenin altında devam edip gitmektedir. İşte yerkabuğunu oluşturan levhaların birbirine sürtündükleri, birbirlerini sıkıştırdıkları, birbirlerinin üstüne çıktıkları ya da altına girdikleri bu levhaların sınırları dünyada depremlerin oldukları yerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kayalar belirli bir deformasyona kadar dayanıklılık gösterebilmekte ve sonrada kırılmaktadır. İşte bu kırılmalar sonucu depremler oluşmaktadır. Bu olaydan sonra da kayalardan uzak zamandan beri birikmiş olan gerilmelerin ve enerjinin bir kısmı ya da tamamı giderilmiş olmaktadır. Yer levhalarının birbirini itmesini, birbirine sürtünmesini, bir biriyle çarpışmasını sağlıyor. İçi suyla dolu bir kazanı düşünün… Kaynadıkça su buharı kapağı oynatıyor. Hafif kaldırarak dışarı çıkmayı başarıyor. Yer içindeki hareketi de buna benzetebiliriz. İçerideki magma fokurdukça; yer kabuğu hareket ediyor. İşte o zaman deprem oldu diyoruz. Mağma yer kabuğunu yararak dışarı çıktığında da lav püskürmesi meydana gelip yanardağları oluşturuyor. Mağma yüzeye yaklaştıkça ısıtıcı görevini üstlenerek sıcak su veya jeotermal alanlar oluşturuyor. Bu yaşadığımız gezegende yaşamımızı sağlayan Güneş değil asıl yaşamı sağlayan ortamı yaratan içerideki magmadan yani çekirdekten çıkan enerjidir. Tıpkı her canlıya hayat veren insan kanı gibi..
Depremler ve Jeotermal Alanlar:
Depremlerin oluştuğu Faylar tek hat(kırık) değildir. Binlerce onbinlerce kırıktan oluşan bir zon. Tektonik kökenli depremlerin olduğu bölgelerde termal alanların oluşumu yeraltında bir ısıtıcı ile mümkündür. Manto tabakasının derinliklerinde, çekirdekle sınır bölgelerinde, çevrelerinden daha sıcak bölgeler oluşur. Bu “sıcak nokta”lardan kabuğa doğru “sorguç” adı verilen büyük magma sütunları yükselir. Yerkürenin erimiş dış çekirdeğinden gelen ısı ağır ağır yükselerek yerkabuğuna baskı yapar. Kabuk parçalanır, mağma yeryüzüne yükselir. Bu da magmanın yüzeye yakın olduğu bölgelerdir. Bu da fay zonları boyunca veya tektonik oluşumların katı kabuğun inceldiği ve sıcak magmanın yükseldiği yüzeye yakın olduğu alanlardır. Eğer yeraltı su oluşumlarına uygun ortam varsa termal alanlar oluşur. Bir diğer tanımla yeraltı suyu birikmesi yoksa /akifer oluşumları yoksa Kaldera(sıcak kaya) oluşumları gözlenir. Volkanik alanlarda ise; Volkanik depremlerde magma yeryüzüne katı kabuğa daha fazla yaklaşır termal(sıcak) alanlar bu bölgelerde oluşur. Deprem öncesi bu bölgelerdeki sıcak sularda, ısı değişimi, suyun içindeki kimyasal değişimler gözlenir.
Jeotermal Enerji:
Yer kabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş ısının oluşturduğu sıcaklığı 20 derecenin üstünde olan ve çevresindeki yeraltı ve yerüstü sularına oranla daha fazla erimiş mineral, çeşitli tuzlar ve gazlar içeren sıcak su ve buhar olarak adlandırılır/tanımlanır. 20–70 derece arası Düşük sıcaklıklı sahalar.70–150 derece arası orta sıcaklıklı sahalar. 150 derce ve yukarısı yüksek sıcaklıklı sahalar olmak üzere üç kategoride tanımlanır.
Dünya İç Isısını Kaybettiğinde:
- Yeryüzünün suları yüzeyden derine doğru donacak
- Atmosfer gazları önce sıvılaşıp sonra donacak.
- Litosfer kalınlaşıp levhalar birebirine kaynayacak
- Tektonik hareket, deprem, volkan, kaplıca, jeotermal enerji olmayacak
- Dış çekirdek katılaşacak elektrik üretmeyecek
- Dünyanın manyetik alanı ve kalkanı olmayacak
- Pusula yön göstermeyecek
- Aktif Dünya artık olmayacak.