
Azerbaycanlı Gazeteci Yazar Ülker Fermanqızı’nın Av.Fuat Turgut’la söyleşisi… (08.Haziran 2022)
Ünlü Avukat: “Kraliçe Elemanı” olmayı kabullenen İmamoğlu… “SOROS” piyonu olarak tanınan Kılıçdaroğlu…”
~
Avukat Fuat Turgut kimdir? – 1991 yılında avukatlık mesleğine başlayan Fuat Turgut, kısa süre içerisinde ceza avukatı olarak tanındı. Terörist başı Apo’nun yargılanmasında şehit aileleri adına gönüllü görev üstlendi. Hrant Dink davasında Yasin Hayalin avukatlığını yapmıştı. Ermenilerin Hrant Dink’in ölüsü üzerinden uluslararası boyutlu “Ermeni Show” yapmalarına engel olmak için bu davaya gönüllü katılmıştı. “Ergenekon kumpasındakı” ilk alınanlardan idi. Yargılandı ve 7.5 yıl hapis cezası aldı. Ancak Yüksek Mahkemede beraetine hükmedildi. Avukat Fuat Turgut Hakkari, Van ve Diyarbakır’da 6.5 yıl süren “Yüksekova Çetesi” davasında kendinden çokca söz ettirmesini başarmıştı. Bununla ilgili hatta sayısız kez yerel ve dünya basınında yazılar yayınladı. Google arama motorlarında hakkında en çok yazı ve haber paylaşılan Türk avukatı olduğunu da belirtmek gerekir…
*
-Voicepress:
ABD, NATO ve Soros piyonlarının… Yahudi Oligark Kolomoyski’nin ve elemanlarının eliyle iç ve dış politikada dönen dolapları tek tek isimleriyle açıklayan, Hrant Dink duruşması zamanında Ermeniler’e karşı dediği bir söz için kendi memleketinde yargılanıp ceza alan çok ünlü Türk avukat, Sayın Fuat Turgut’la röportajı okurların dikkatine sunuyor ve ilgiyle okuyacağınızı düşünüyorum… Ülker Fermanqızı
-Fuat bey, her bir meslek sahibine sorulan alıştığımız bir soru var. Ama bugün adet yerini bulsun diye değil, gerçekten soruyorum: Nasıl oldu da avukatlık mesleğini seçtiniz?
– Avukatlık mesleğinde 30. yıldır varım. Ortaokul 1.sınıftan itibaren “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye soranlara, “Edebiyat ve hukuk okuyacağım” yanıtını verirdim. Şükürler olsun Yüce Tanrı’ya; bana iki okulu da bitirmeyi kısmet etti. Özellikle belirtmek isterim ki, 100… kez yeniden doğsam; hep avukat olmak isterdim! Çünkü dünyanın en özgür ve hayatı en ayrıntılarıyla öğreten ve yaşatan tek mesleğinin avukatlık olduğuna inanıyorum… Hele bir de, birincil önceliğiniz para kazanmak değil de, adâlete olan inancınız ve adâleti gerçekleştirmek için savaşım vermek ise, avukatlığın tadına asla doyulmaz! İyi ki, avukat olmuşum; iyi ki…
-Fuat bey, bugün Türkiye muhalefeti çeşitli cephelere ayrılıyor. Aynı partiden olanlar bile cumhurbaşkanlığına aday olmak adına bir birinin ipini çekiyor. Sizce muhalefet içindeki bu parçalanmanın senaryosu kime ait?
-Muhalefetteki Cumhurbaşkanlığı adaylığı çekişmesi, aslında ABD ile İngiltere’nin kendi elemanlarını başa oturtma çekişmesidir. Abdullah Gül’ün kefaleti ve randevu almasıyla İngiltere’ye gidip özel görüşmeler yapan ve “Kraliçe Elemanı” olmayı kabullenen Ekrem İmamoğlu, ön plana çıkabilme gayretindedir. Ancak, ABD’nin “SOROS piyonu” olarak tanınan Kemal Kılıçdaroğlu’nu aday yaptırıp ona seçimi kaybettirerek ve böylece, kendi çizgisinden her sapma gösterdiğinde, bir siyasi figür olarak Recep Tayyip Erdoğan’ı (elindeki bir sıra “koz”larla tehdit edip istediği her politikasını yürürlüğe koydurtabildiği için) onu yeniden seçtirmek peşindedir! ABD yetkilileri ve başındaki Biden’nin, arada bir Recep Tayyip Erdoğan karşıtı açıklamalar yapması ise, tamamen önceden anlaşmalı bir eylemdir. ABD ve İngiltere’nin bu konudaki tek ortak noktaları ise Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanı seçilmesini önlemektir! Çünkü Sayın Yavaş, gerçek bir Atatürkçüdür, Türk milliyetçisidir.
– Fuat bey, genelde Türk devletlerinde dikkat ederseniz, iktidar ve muhalefet söz konusu olduğunda, muhalefet hep bir işe yaramaz, iktidar ise hiçbir zaman alternatifi olmayan gibi sunuluyor. Sizce bu durum muhalefetin mi suçu, ya iktidarın mı?
-Türk Cumhuriyetleri’ndeki iktidarların bazıları Sovyetler Birliği’nden bağımsız olmalarından sonra kendilerini adeta devlet kurucu iktidar olarak görmüşler ve ömür boyu iktidarla kalmayı özlerine “Hak” saymışlar. Kazakistan ve Türkmenistan bu anlamda örnek verebileceğimiz devletler sırasında. Bu anlayıştaki devletler tam bir özgürlükçü demokratik ortam sağlayıp ülkelerine ve halklarına hizmetlerindeki başarılarıyla iktidarda kalmayı başarabilirlerdi, bu yolu sevselerdi, şüphesiz saygınlıkları da sürekli olurdu. Ama yapmadılar. Yani otoriterliği ön planda tutup halka çok sınırlı özgürlük vermek yolunu seçtiler. Ciddi muhalefet oluşumları da pek mümkün olmadı. Burada iktidarın, muhalefete medyadan eşit şartlarda yararlanma olanağı vermemesinin payı vardır. Ama daha da önemlisi baskı altında tutulmaları, devlet güvenlik güçlerinin en sert şekilde aleyhlerine kullanmasıdır. Türk cumhuriyetlerindeki muhalefetlerin en olumsuz ve kabul edilemez tarafları ise kendilerinin iktidara getirecek gücün kendi halkları olduğunu unutup ABD ve AB ülkelerinden maddi ve manevi yardım istemeleridir. Halk da; kısa sürede bu durumu toplumsal sezgisi ile algılayıp muhalefete güvenini ve desteğini “Dalgalı” bir seyre bırakmakta, onları iktidara gelmelerine yetecek bir düzeye çıkarmamaktadır.
-Peki, Fuat bey, Azerbaycan muhalefetini Türkiye muhalefeti ile kıyaslarsak, çok mu büyük fark eder sizce?
Türk cumhuriyetlerindeki muhalefet oluşumları ABD, AB v.s emperyal güçlere dalkavukluk yarışından vazgeçip yüzlerini samimiyetle kendi halklarına dönmezlerse başarılı olamayacaklardır. Bunun önemli bir örneği de, Azerbaycan’ımızdır. Mevcut iktidarın, özellikle işsizlik, yolsuzluk, sağlık ve adalet sorunlarını çözememiş olmasına rağmen, halkın muhalefete itibar etmemesinin esas nedeni, muhalefetin; iktidara gelebilmesini halkının gücünde değil, ABD ye, Avrupa’ya teslimiyette aramalarındadır. Azerbaycan muhalefeti en son Rusya Ukrayna savaşının nedenlerini ve muhtemel sonucunu yorumlamada da sınıfta kalmıştır. Özde haklı olmayan Ukrayna’dan yana tavırlar takınarak, ABD ve Avrupa’ya hoş görülme yarışına girmişlerdir. Kısacası, Azerbaycan’ın toplumsal ve konjonktürel meyilliklerini sezemeyen bir muhalefet varlığı, iktidarın seçeneksizlik söylemlerinin kabul görmesine zemin oluşturmuştur. Türkiye’de de durum farklı değil. 20 yıldır hakimiyette olan Recep Tayyip Erdoğan, kendi eliyle muhalefet kurgusu yapsaydı; CHP, MHP ve İYİ Partiden ve diğer ufak partilerden daha beceriksiz muhalefet bulamazdı. Özellikle ilk ikisinde halktan kabul görmemeleri apaçık ortada olduğu halde, partilerinin başında kalmayı ülke menfaatlerinden önceye alırcasına genel başkanlıktan ayrılmamakta ısrar etmeleri, adeta düzenli olarak ABD ve Avrupa büyükelçileriyle “kapalı” görüşmeler yapmaları onları “Sarı muhalefet” konumuna düşürmüştür. Bu nedenle Türkiye’deki muhalefetten de, başarı beklemek mümkün değildir.
-Yani, sonuç olarak, biraz önce altını çizdiğimiz gibi “Muhalefet hep bir işe yaramaz, iktidar ise hiçbir zaman alternatifi olmayan” – bu ana fikre sadık kalalım ve hiçbir umudumuz yok diyorsunuz öyle mi?
-Hayır. Şu anda iktidarı da, muhalefeti de ciddi şekilde sarsan, yerinde tabiriyle iktidarın da, muhalefetin de taşlarını yerinden oynatan tek kişi Sayın Ümit Özdağ‘dır. Ümit Özdağ başkanlığındaki, Zafer Partisi’nin ne ölçüde başarılı olacağı, önümüzdeki bir yıl içerisinde net olarak anlaşılacaktır kanaatindeyim.
-Fuat bey, tarihçi İlber Ortaylı “Türkiye’nin mülteciye ihtiyacı var” demiş. Sizce bu fikir şu an bizlerin beynine farklı yöntemlerle yürütülmekte değil mi? Sizce bu gibi hamleler ABD ile zamanında çalışılmaya başlanılmış Büyük Orta Doğu Projesinin (BOP) bir parçası değil mi? Ayrıca, devlette sosyal ve ekonomi durum iyi olsa, demografik bir sorun yaşar mı Türkiye? Yani ülkede sosyal-ekonomi durumu düzeltmek gerekirken, biz neden mülteciye umut olup geleceğe dair demografik sorunumuzu çözmeye çalışıyoruz? Sizce bu ne kadar mantıklı?
– Sayın İlber Ortaylı, şüphesiz iyi bir tarihçidir. Fakat, “Türkiye’nin mülteciye ihtiyacı var” demesi çok şaşırtıcı ve hatta akıl dışıdır. İlber Ortaylı Hoca’nın bu beyanı; iyi bir tarihçi olmanın bazen ileri görüşlülükten, derin gözlemlemelerden uzak, ufuksuzluk sırıtması da diyebileceğimiz düşünce darlıkları taşımaya engel olmadığını ortaya koyması bakımından hayli ilginçtir. Türkiye Türkleri’nin doğum oranlarındaki düşüş, farklı milliyetlerden niteliksiz insanları ülkemize yığıştırarak demografik yapımızı bozmamızı ve sonuçta kaçınılmaz olarak iç savaşlara da varabilecek tehlikelerle yüz yüze kalmamızı gerektirmez! Bunu göze alamayız. Hâlen ülkemizde 11 milyon civarında Arap, Ermeni, Afgan, Pakistan… kökenli mülteci var! En tehlikeli olanı da, kendilerini Arapmış gibi göstererek Suriye’den yaklaşık 2 milyon Ermeni’nin ülkemize girmiş olmasıdır. Bu Ermeniler’in özellikle atalarının tehcir edildiği bölgelerimize yerleşmeleri, ayrıca büyük bir tehlikedir. Mülteci sorunu, BOP mimarlarının (ABD/İsrail’in…) ve kullandıkları yüksek makamlardaki siyasî elemanlarının, “demografik mühendislik” yoluyla, ülkemizdeki Türk nüfusunu en aza düşürme planlarının bir parçasıdır. Tabii ki, bu girişim, “Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika;” yâni, BOP’un bir ön işlevidir! İvedi olarak yapılması lâzım gelen; mültecilerin içerisindeki Türk soyluları vatandaş yapmak, kalanlarını da ülkelerine geri göndermektir… 20 Yıllık AKP iktidarı döneminde, Orta doğu projesinin birer birer uygulamaya konulduğunu görüyoruz. 2010 ve 2017 Referandumları, Büyük Orta doğu Projesi’nin kumpaslarla yıkamadığı Türkiye’yi, bir kez daha içten ele geçirme faaliyetinden başka bir şey değildi. Hatta Mavi Marmara olayıyla Türkiye devleti, kartondan kaplan bir devlet durumuna düşürüldü ve bizler de buna tanık olduk. BOP projesinin iki kilit ülkesi vardı biri Libya diğeri Suriye’ydi. Yani, bu projenin başarılı olup olmaması, bu iki kilit ülkenin parçalanmasından ve çökertilmesinden geçiyordu. Aslına bakarsan, Esat ve Erdoğan’ın önceleri kardeş gibi olduğunu görebiliriz. Birdenbire düşman olmaları, ABD’nin Tayyip Erdoğan’a yön vermesiyle ilgilidir.
Türkiye bu yanlışa neden itildi veya ittirildi bu bir gün mutlaka açığa çıkacak, ama önemli faktör o ki, Türkiye burada kullanıldı.Burada önemli mesele şu, Avrupa Birliyi Kıbrıs’ı kılçıksız yutmak niyetinde. Yani, kısacası ABD Kıprıs’ı bir üs yapmak peşinde, İsrail de Kıbrıs’ı elimizden almayı hedefliyor. Neden açık: Doğu Akdeniz ve Karadeniz havzasına hâkim olmak istiyorlar. Buralara hâkim olmayan bir emperyalist güç, Hazar havzasına da hâkim olamaz. Sonuç olarak, Asya ve Afrika’ya el koyamaz. Hürmüz ve Bab-ı Mendep boğazlarını ele geçirmek ve bu bölgeyi teslim almak istiyorlar. Yemen’deki savaşın da adı buydu. Bütün bu planların bozulması gerekir, daha doğrusu bozmamız gerekir. Diğer taraftan eğer bu pencereden bakarsak, o zaman mültecilerin Türkiye’de kalması meselesinin de, bu projenin bir parçası olduğunu görürüz. Kısacası Türkiye’nin mülteciye ihtiyacı yoktur.
– Azerbaycan ve Türkiye Diaspora beraber hareket edeceğine dair anlaşma yaptılar. Diaspora dediğimiz de genelde Ermeniler’in Türk karşıtı politikalarına karşı çalışmalar yapmayı hedefliyor. Peki birçok makamda, hatta parlamentoda Ermeni kökenli veya Ermeni sevdalısı olan yetkililer var olduğu sürece, sizce güçlü bir Türk Diasporası kurabilir miyiz?
– Türkiye ve Azerbaycan, kendi diasporalarına ve ortaklaşa oluşturacakları diasporasına yalnızca Ermeni kökenlileri, Ermeni karışıklarını ve Ermeni iddialarının taraftarlarını almamakla kalmamalı, Atatürk çizgisinde Türk vatanseverlerinden oluşmuş bir diaspora yaratmalıdırlar… Aksi hâlde, ciddî başarı sağlanabilmesi mümkün olmaz!
-Fuat bey, Ermeni’lere karşı bozkurt işareti yapan Çavuşoğlu’nun eylemi ne kadar gerginliğe sebep olsa da, bakın nasıl takdir ediliyor. Peki, Ermeniler’in suçlamalarıyla yargılanan ve ceza alan bir Türk olarak, o zamandan bu zamana Türkiye’de ne değişti sizce?
-Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı M. Çavuşoğlu’nun Uruguay’da Türk düşmanı Ermeni protestoculara Türk totemi Bozkurt ile cevap vermesi takdire değerdir ve halkımızca çok olumlu bir tavır olarak değerlendirilmiştir. Ermeniler’in biz Türkler’e karşı, özellikle son 150 yıldan bu yana değişmeyen ve her geçen gün dozunu arttırarak devam ettirdikleri bitmez/tükenmez düşmanca tutum ve davranışlarına rağmen, Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, ikilisinin Ermeniler’e ve Ermeni oluşumları dünya kamuoyunun kabule sundukları sözde soykırım iddialarına karşı iktidarları boyunca sıcak veya en azından yumuşak yaklaşımlarının bir işe yaramadığı ve asla yaramayacağı apaçık görülmüştür. Benim kanaatime göre, Abdullah Gül’ün Ermeniler’in Türk düşmanlıklarına, Karabağ’daki 30 yıllık vandalistliklerine, soykırım eylemlerine rağmen Ermeniler’e yumuşak bakış açısında bir değişiklik olmamıştır. Ama Recep Tayyip Erdoğan’ın Karabağ savaşıyla birlikte Ermeniler’e karşı tutumu büyük ölçüde değişmiştir. Dış İşleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Ermeniler’e bozkurt işareti yapmasını da bu çerçevede değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum ve bu tavrını olumlu buluyorum.
-Hrant Dink davası nedir? Bugüne kadar ne Hocalı ve 31 Mart soykırımlarına göre bir Ermeni’nin Ermenistan’da yargılanması mümkün olmadığı halde, Neden Fuat Turgut kendi memleketinde bir Ermeni’nin asılsız şikayeti yüzünden yargılandı ve ceza aldı? Adaleti savunan biri olarak, size soruyorum nerede adalet? Neredeydi bu devletin adaleti?
-Hrant Dink, gençlik yıllarında Tikko Terör örgütünün aktif bir militanı idi. Örgüte girerken de kendi isteğiyle “Fırat” kod adını almıştı. Birlikte Tikko’ya katıldıkları Ohames Bakıryan “Orhan Bakır” kod adını kullanıyordu. Elazığ şehrinin Karakoçan ilçesi kırsalında güvenlik güçlerimizle bir çatışmada Ohannes Bakıryan öldürülmüş, Hrant Dink kaçarak kurtulmuştu. Hrant Dink öldürülmeden kısa bir zaman önce kendisiyle yapılan bir TV söyleşisinde spikerin; Tikko’ya katıldığınızda sen “Fırat”, Ohannes Bakıryan da “Orhan Bakır” kod adlarını almışlardı. Neden Türkçe kod isimler aldınız?” Sorusuna aynen şu cevabı vermişti: “Başımıza bir şey gelirse Ermeni’liğe bir zarar gelmesin, (Yani halk Ermeni’leri kötü görmesin) diye Türkçe isimler kullandık” demişti. Aynı Hrant Dink ölmeden az bir süre önce Milliyet Gazetesine verdiği röportajda sözde soykırımla ilgili ne düşündüğüne dair soruya, “Evet soykırım vardır! ” demişti. Hrant Dink öldürülünce cenaze töreninde kızı Delal’ın da söylediği şu cümleyi de hiçbir Türk unutmamalıdır: “Türkler! Babamı öldürdünüz de kanınız temizlendi mi? ” Delal Dink babasının bu cümleyi babasının Türklüğe Hakaretten altı ay hapis cezası almasına sebep olan bir makalesindeki şu cümlesine atfen söylemişti. “Türk’ün damarından boşalacak zehirli kanın yerini, Ermeni’nin damarındaki asil kan alacaktır! ” Şunu anlatmak istiyorum, Dink ailesi doğma büyüme Türkiye’liydi. Ama Türk’e bakış açısı yine de düşmanca idi.
-Fuat bey, peki, Hrant Dink’in ölümüyle ilgili değişik fikirler var. Sizce bu fikirlerin doğruluk derecesi nedir?
-Hrant Dink uzun yıllardan beri Türkiye’nin her yerindeki kripto Ermeni’lerin tespiti ile meşgul olmakta idi. Bir ara bu araştırmalarına dayanarak, olsa gerek “Türkiye’de 300 ile 500 bin arası kripto Ermeni var” demişti. Bu da Ermeni diasporasını çok kızdırmıştı. Ermeni Diasporası Hrant Dink’e “senin bu iddian, 1.5 milyon Ermeni’nin soykırıma uğradığına dair iddiamızı çürütüyor; açıklamanı geri al” diye tehdit etti. Hrant Dink geri adım atmadı ve bu yüzden Paris’te yapılan bir Ermeni toplantısında onu protesto edip konuşturtmadılar. Hrant Dink de onlara dönüp: “Ben Türkiye’de daha özgür konuşuyorum”, deyince salondan kovulmuş ve Türkiye’ye dönmüştü. Hrant Dink’i öldürten Ermeni Diasporasıdır. Diaspora Hrant Dinkle kripto Ermeni’leri araştırması yüzünden ters düşünce, öldürülmesine karar verdiler ve bunu da emirlerinde oldukları “CİA’dan” rica ettiler. CİA da son 40-50 yıldan beri her sansasyon yaratacak, toplumu kaotik ortama sürükleyecek her cinayeti olduğu gibi bu cinayeti de, Türk tarihinin en büyük casusluk ve cinayet örgütü olan Fetullah (FETO) örgütüne işletti. Bu cinayetin işletilmesindeki en önemli maksat da, “Ergenekon” uydurmasına zemin hazırlamaktı. Nitekim başardılar da… Ermeni’lerin bu son hesaplamalarının bozulması ve bunun için de her türlü fedakarlığın, riskin, göze alınmasının kaçınılmaz olduğu açıktı. Ama bunu kim veya kimler yapacaktı? Hrant Dink’in ölümünü protesto mitinginin en büyüyü İstanbul’da yapılmıştı. Bir tek Türk bayrağının dahi bulunmadığı bu mitingde “Katil Devlet…” bağırtıları içimizdeki hainlerin biz Türkler’e karşı kin ve nefretlerinin hangi boyutta olduğunu anlatmaya yetiyordu.. Ve bu fedakarlığı bizzat kendim yapmaya karar verdim ve ilk fırsatta Trabzon’a uçup Ogün Samast’ın ve ona yardım yataklık eden Yasin Hayalin aileleriyle görüştüm. Onlara dedim ki, “sizden para, pul istemiyorum; bu cinayeti işletenleri açığa çıkarıp devletimizi ve milletimizi töhmet altında kalmaktan kurtarmamız lazım.”
Ogün Samast’ın annesi o an birine telefon açtı. Kısık sesle ve şifreli bir kısa konuşma yaptıktan sonra bana döndü ve “oğlumun avukatlığını yapmanızı istemiyoruz” dedi. Yine de Tanrı bilir ama, Fetö’cü zihniyetli birinden fikir aldığından eminim! Ben de hemen kalkıp Yasin Hayal’in evine gittim. Babası beni çok iyi karşıladı ve oğlunun avukatlığını yapmaya talip olmamdan çok mutlu oldu. Ertesi gün (30.03.2007) Trabzon Gazeteciler Cemiyetinde basın toplantısı yaparak “Yasin Hayal’in avukatlığını gönüllü üstlendiğimi…” kamuoyuna açıkladım. Yerel ve Ulusal Basın bunu büyük ilgiyle karşıladılar, tabii ki. Ancak bazı “gazetelerde” köşe kapmış Ermenisever “uydurma yazarlar” vardı ve onlar “Avukat Fuat Turgut bu davayı niçin üstlendi ve onu kim görevlendirdi?” gibi soruları ısrarla dile getirir oldular. Onlara yanıtımı davanın ilk celsesinde (03.07.2007) verdim. Dedim ki, “Hrant Dink’in ailesini savunmak adına dosyaya vekalet sunan 600 civarındaki avukatın yaklaşık 500’ünün PKK’nin da avukatlarından olmaları ne kadar anlamlı ise, benim de Trabzonlu inşaat işçisinin simit satarak geçinen oğlu Yasin Hayal’in avukatlığını üstlenmem o kadar anlamlıdır. Meydanı boş bulup, Hrant Dink’in ölüsü üzerinden devletimi ve milletimi suçlamanıza, müsaade etmeyeceğimi bilin! – dedim.
Bu duruşmanın her celsesinde Dink ailesi ve avukatları bana sataşmayı, beni suçlamayı hep birinci öncelik haline getirdiler. Bunu yapmakla, daha çok isimlerinin basında yer alabilmesinin tek yolu olarak, görüyorlardı. Başta Avrupa Parlamentosu Başkanı Jost Lagentik, olmak üzere, Caren Fog, Clandin Roth, Paris Barosu Ermeni Avukatlar Birliği avukatları ve daha bir sürü Türk karşıtı isimler duruşmaya gelip şov yapma peşindeydiler. Hepsi de benden hakettikleri cevabı alıyorlardı doğal olarak. Ama Jost Lagendik’in, katıldığı bir celsede Mahkeme BŞK dan söz alıp şunları söylemiştim: “Tarihleri de, elleri de kanlı, soykırımcı, vandalist, emperyalist batının Manda memuru By Jost Lagendik’in Türk mahkemesini denetler bir eda ile duruşmaya katılması bir Türk olarak kanıma dokunuyor. Brüksel soytarısı bu herifi lütfen dışarı çıkarın. Israrla talep ediyorum!”- dedim. Renkten renge giren By Lagendik bana karşı kinle ve nefretle dopdolu bakakaldı. Bu yüzden Türkçe yayın yapan Türkiye’li basınımız beni hep suçladı. Hrant Dink davası 15 yıl aldı. Hâlâ tam bir sonuca ulaşılmadı. Adaletli kararlar verildi mi? –diye sorarsanız, cevabım “Hayır” olur. Örnek olması bakımından şunu söylemek isterim: Öldürülen Hrant Dink adlı bir Ermeni değil de, herhangi bir Türk olsaydı, 2.5 yıl avukatlığını yaptığım Yasin Hayal, katil Ogün Samast’a yardım ve yataklıktan birkaç yıl ceza alırdı. Bu olayda universite öğrencisi ve polisin istihbarat eleman olarak görev yapan Erhan Tuncel beraat ederdi. Oysa her ikisine de Hrant Dink’i öldürmeye azmettirmekten, ağırlaştırılmış müebbet cezası verildi. Bu bir hukuk faciasıdır ve tabii ki kabul edilmezdir. Hrant Dink davası sürecinde dört ayrı basın bildirisi dağıttım. Bunların birinde, “Hocalı soykırımcısı, kuduz Ermeniler..” tabirini kullanmıştım. Dink ailesinin avukatları hakkımda derhal suç duyurusunda bulundular. Ne alakası varsa, beni “Hrant Dink’in manevi hatırasına hakaret” ettiğim gerekçesiyle 1 yıl 15 gün hapisle cezalandırdılar. Yüksek Mahkemeye itiraz ettim. . Sözlerimi yazılı yaptığım için, hapis cezası kaldırıldı. Yalnızca 1730 TL para cezası ile kurtuldum. Ayrıca beni bu davada avukatlık yapmamı yasakladılar. Bunun gerekçesi de Ergenekon uydurmasından yargılanıyor olmamdı. Neymiş efendim, “örgütlü suçtan yargılanan bir avukat, örgütlü suçtan yargılanan birinin avukatlığını yapamaz’mış.
-Fuat bey, Ukrayna’da adeta bir Bayraktar rüzgarı var. Türk insansız hava araçları üreticisi İHA ve SİHA Üreticisi BAYRAKTAR ismi bu sefer bir radyoya verildi. Ukrayna’nın Türkiye’den yana böyle konuşması, Bayraktar’a şarkılar yazmasına sevinmeli miyiz?
– Ukrayna’nın ve diğer AB ülkelerinin, Rusya ile Türkiye’nin arasını bozmak, Rusya’yı bize karşı kışkırtmak için bilinçli yapıyorlar bunu… Tabii ki, Bayraktar’ın üretimleri gururumuzdur… Bir çok ülkeye satışını da yapıyoruz. Ancak Türkiye hükümetinin Ukrayna’ya Bayraktar İHA ve SİHA’larını satması çok yanlış bir karardır. Zira biz Rusya-Ukrayna savaşında kesinlikle Ukrayna’dan yana tavır koymamalıyız ve Ukrayna’ya asla destek olmamalıyız. Her şeyden önce bilmeliyiz ki, ABD, İngiltere ve İsrail Ukrayna’da 3. İsrail kurmak ve bunu gerçekleştirdikten sonra da Karadeniz havzasında ve Kafkaslar’da hakimiyet sağlama peşindedir. ABD, İngiltere ve İsrail’in bu planının hayata geçmesi (Tanrı Korusun) Rusya’dan daha önce Türkiye ve Azerbaycan için çok kötü sonuçlar doğuracak demektir. En başta olmazsa olmazlardan Montrö Boğazlar Sözleşmesi “çöp”e atılır. Ardından Kafkaslar karıştırılıp Ermenistan güçlendirilir ve genişletilir. Bunun anlamı Karabağ’ımızın ve daha fazla Azerbaycan ve hatta Türkiye toprağının Ermeniler’e verilmesidir. Dolayısıyla Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı kendini savunma savaşı aynı zamanda Azerbaycan ve Türkiye’nin de savunulmasıdır.
-Peki, sizce neden Türkiye Ukrayna’yı değil de, Rusya’yı desteklemelidir?
-Ukrayna’nın kan emici, vandalist, soykırımcı Batı/NATO emperyalizminin kontrolüne girmesi çok mu iyi olacak ki, Rusya’nın Ukrayna üzerindeki etkisine ve NATO/Batı hesaplarına tepkisine karşı çıkılıyor? ABD emperyalizminin bütün Orta Doğu’yu şehir devletçiklerine bölme ve Büyük İsrail ve Büyük Ermenistan yaratma projeleri karşısında zafiyet gösterecek bir Rusya’nın, Suriye, İran, Lübnan bağlamında buna “SET” oluşturma görevini yapamayacağını ve bunun getirilerinin de, Türkiye ve Azerbaycan başta olmak üzere Türk Dünyası için felâket olacağını neden hesap etmiyoruz? Bu nedenledir ki, Rusya’nın Ukrayna üzerindeki etkili bir konum kazanmasına bu anlamda NATO/Batı hesaplarını bozmasına karşı çıkmamalıyız ve destek vermeliyiz. Çünkü, böyle bir durumun doğmasının Türk dünyası için felaket olacağını anlayabilmek için “fal” bakmamıza gerek yok. Biraz olsun, öngörülü olmamız gerekiyor.
Türkiye ve Türkler olarak Ukrayna konusunda Rusya’dan tek talebimiz Kırım Tatarlarının 1944 yılı itibariyle gasp edilen bütün hak ve hukuklarının iadesi, korunması ve bu soydaşlarımızın yaşam seviyelerinin yükseltilmesi olmalıdır.
-Yani, kısacası, Kırım Ukrayna toprağı değil, öyle mi?
-Evet. Ukrayna ile Kırım’ın tarihî bir bağı yoktur. Kırım; 1954 yılında Ukraynalı Kruşçev Sovyetler Birliği’nin başına geçince, “Sovyet Halkları Kardeşliği…” gibi bir anlayışla ve biraz da Kruşçev’in Ukrayna kökenli olmasının getirisi diyebileceğimiz duygusal nedenlerle Ukrayna’ya hediye edilmişti. Rusya’nın Kırım’ı ilhakından veya işgâlinden değil, Ukrayna’ya verdiği armağanını geri almasından söz edilebilir… Türkiye, Kırım konusunda Rusya’dan; Kırım Tatar Türkleri’nin vatandaşlık hakları ve hukuku çerçevesinde insanca yaşama haklarının teminat altına alınmasını isteyebilir, istemelidir de… Ancak bilmeliyiz ki, Kırım’ı hâlâ “Ukrayna haritasında” görmek ve öyle nitelemek, Türkiye’nin yararına değildir. Türkiye; Kırım ve Abhazya meselelerinde Rusya’nın karşısında yer almamalıdır… Bu olguyu kabul ve tanımada da gecikmemelidir.? Buna karşılık da Rusya, KKTC’yi tanımalı, Ege ve Akdeniz tezlerimizde ve Suriye’de bize destek olmalıdır, bizimle birlikte hareket etmelidir… Ukrayna, zaman içinde her türlü desteği gördüğü Rusya’nın bu Kırım armağanına, yüzünü ABD’ye, arkasını Rusya’ya dönerek vefasızca karşılık vermiştir. Dolayısıyla, Ukrayna’nın Batılı askeri güçleri kendileri üzerinden Rusya sınırlarına yerleştirmeye kalkışması, Rusya’nın kendini koruma reflekslerini en üst düzeye çıkarmasını gerekli kılmıştır!

-Ama Fuat bey, bugün Azerbaycan toprağında Rus Barış Askerlerinin bulunmasını bir hukuk müdafaacısı olarak nasıl buluyorsunuz? Sizce onların yerine ABD veya NATO askeri güçlerin ola bileceğini düşünüp şükür mü etmeliyiz, ya 20 Ocağı, Hocalı soykırımını hatırlayıp, üzülmeli miyiz?
-Öncelikle vurgulamak isterim ki, Rusya’nın Azerbaycan’ın ve Ermenistan’ın olumlu cevaplarını alıp onaylayarak Karabağ’a yerleşmesi uluslararası hukuka haykırı değildir. Çünkü, bu anlaşma sınırlı süreli, yani 5 yıllıktır. Taraflar isterlerse eğer 5 yıl daha uzatılabilinir bir anlaşmadır. Rusya; Barış Güçlerinin bulunduğu bölgenin Azerbaycan’a ait olduğunu, oradan çekildiğinde de Azerbaycan’a bırakılacağını zaten kabul etmiştir ve Ermenistan da bu “defakto” durumu tamamen kabullenmiştir! Aynı sahada ABD ve NATO güçleri olsaydı?! Aman Tanrı’m! Şakası bile hoş değil bence! Bir defa, bugünkü Rusya Hocalı soykırımı dehşetinin yaşanmasına seyirci kalan, Karabağ’ın işgaline yardım eden, uluslararası hukuku (o dönemde) sebepsiz çiğneyen Rusya’yı, (özellikle Vladimir Putin’in iktidara gelmesinden sonra) çok gerilerde bırakmıştır. Bugünkü Putin’li Rusya, Karabağ konusunda, geçmişte yaptığı hatayı telâfi etmeye kararlı olduğunu, Azerbaycan’la Ermenistan’ı baş başa bırakarak ve bu seyirde de, Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu, Ermeniler’in bu hinderlantda herhangi bir hakkı ve ileri sürebileceği bir hukuku olmadığını ısrarla vurgulamış ve AGİT Minsk Grubu’nda da aksi iddia edilemeyen, fakat, hayata da geçirilemeyen bu olguyu bütün dünya nezdinde tescillemiştir… Ancak, Putin liderliğindeki Rusya, kendi toprak ve siyasi bütünlüğünü tehdit eden konularda ise fevkalâde tavizsiz bir konumda olduğunu göstermekten geri durmamaktadır ve bu tavrında da haksız değildir. Gürcistan’ın ve Ukrayna’nın; SOROS, Kolomoyski ve benzeri Siyonist Yahudi oligarklar eliyle, ABD /İSRAİL projelerinin tatbikatçılığına kapı açmalarına Rusya’nın hoşgörü göstermesi tabiî ki beklenemezdi… Gürcistan’ın ve Ukrayna’nın başlarına oturtulmuş ABD gladio’sunun kuklaları… Bu anlamda, Zelenski ve Sakaşvili başarılı olsalardı, Yâni, ABD ve İsrail’i Gürcistan ve Ukrayna’da etkili ve hatta yetkili kılsalardı, Rusya Federasyonu paramparça olmaktan asla kurtulamazdı. Biz Türkler açısından da ayrı bir felâket olurdu ki, o da şudur: ABD, İngiltere ve İsrail; öncelikle Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni çöpe atar ve Karadeniz’de tam hâkimiyet sağlarlardı. Bununla da kalmaz, Gürcistan üzerinden Kafkaslar’ı ele geçirdikten sonra ilk iş olarak Ermenistan’ı büyütürlerdi! Azerbaycan’ın tarihi toprağı olan Karabağ ve bu kez daha fazlası tekrar Ermenistan’a verilirdi… Ukrayna ise “3. İSRAİL” hâline getirilirdi…Güçlü bir Rusya’nın bir önemli işlevi de Çin tehlikesini önlüyor olmasıdır.
-Fuat bey, Avrasya bölgesi Türkiye için sizce çok mu önemli?
-Aynen öyle. Türkler’in en büyük çıkarları Avrasya bölgesindedir… Özellikle de Orta Asya ve Türk topluluklarıyla âdeta iç içe geçmiş Rusya Federasyonu’ndadır! Batılı emperyalistlerin girip de talan etmedikleri, parçalamadıkları, kan ve gözyaşına boğmadıkları bir tek yer, bölge gösterilemez! Geçmiş tarihlerde de böyleydi, bugün de böyledir! Batılılar’a güvenerek hayat sürebileceklerini düşünen ülkeler, hep hayâl kırıklığı yaşamıştır! Türkiye’miz de, Azerbaycan’ımız da, temelde toprak bütünlüklerini esas almak kaydıyla, öncelikli siyasi ve ticari ilişkilerini, Rusya başta olmak üzere, Avrasya’ya odaklamalıdırlar…
– Fuat bey, biliyorsunuz, dünya gündeminde Rusya-Ukrayna savaşı var. Sizce kim başlattı bu savaşı? Yani bugün sizce Ukrayna’nın gerçek katili Zelenski mi Putin mi?
-Zelenski tabii ki… Ama öncelikle belirtmek isterim ki, Rusya-Ukrayna Savaşının zeminini hazırlayan ABD’dir. Ukrayna ABD’ye güvenmekle kendisini ateşe atmıştır. ABD’nin Moskova Büyükelçisi Michail Antony Mefailin “Ukrayna’ya yalan söyledik, kandırdık. Evet, gerçek hayat böyle…”demesi de, bu görüşümü doğrulamaktadır. ABD Ukrayna’da 30’dan fazla kimyasal zehirler ve viruslar üreten büyük çaplı labaratuarlar kurmuştur. ABD’nin bu eylemi yalnız Rusya’yı değil, diye biliriz ki, bütün insanlığı Ukrayna üzerinden tehdit etmektedir. Ayrıca ABD ve AB ülkeleri Ukrayna’yı NATO’ya ve Avrupa Birliği’ne almak istemekle Rusya’nın siyasi sınırlarını ve iç düzenini hedef almıştır. Bu şartlarda Rusya’nın varlığına, birliğine ve dirliğine yönelik bu ABD, AB ve İsrail planının uygulama alanı bulmasına tabii ki, seyirci kalamazdı. Diger taraftan, vahşi Batı emperyalizminin kuklası, zavallı Ukrayna halkının esas katili bu “ZELENSKİ” adlı Yahudi komedyen’i “adam”dan sayıp “kahraman” ilân eden; ufuksuz, çapsız, beyin özürlü bilinen siyaset bezirgânları, derhâl ayağa kalkıp öncelikle Türk Milleti’nden “yüksek sesle” ÖZÜR dilemelidirler!!! Sonrasında da; bu haklı savaşı başlatarak, hem kendi vatanı Rusya’nın varlığını ve dolaylı olarak da, Montrö Boğazlar sözleşmesinin işlevde kalması noktasında, ABD ve İngiltere’nin Karadeniz ve Gürcistan üzerinden Kafkaslar’a inerek “Büyük Ermenistan” ve “Büyük İsrail” kurma emellerine set çeken Sayın Vladimir Putin’den ÖZÜR dilemelidirler!!! Ukrayna-Rusya Savaşı konusunda; ABD ve İsrail’in; “seçim” maskaralığı aldatmacasıyla başımıza oturttukları “özel yetiştirme”leri olan “MANDA ve Müstemleke Memurlar”ından Adnan Menderes ile başlattıkları ve onun devamı olmayı “gurur ve şeref vesilesi” sayan Turgut Özal, “ABDullah Gül” ve Recep Tayyip Erdoğan ile devam ettirdikleri; esasen “klâsik sağcı söylemi”ne dönüşmüş, zamanımızın gerçekleriyle de bağdaşmayan “Rus düşmanlığı”nı Türkçe yayın yapan gayri Türk medya aracılığıyla yeniden “propaganda”layarak; Türkiye ve Azerbaycan Türk’leri resmen ve alenen aldatılmıştır! Türk Milleti’nin; İsrail, Güney Kıbrıs, Ukrayna ve ABD pasaportlu ünlü Yahudi oligark Kolomoyski İmalatı Zelenski’nin, Ukrayna’yı ateşe atıp yoklara karıştırma görevini icra etmesi konusundaki gerçekleri anlamasına engel olanlar, utanacaklar mı dersiniz? Hiç sanmıyorum ve bunu olası da görmüyorum! Çünkü, onların suratlarını kaplayan deri ile ABD askerlerinin giydikleri postalların aynı deriden olduğu düşüncesindeyim…
-Fuat bey, şu an gördüğümüz o ki, Ukrayna Rusya arasındaki savaş uzadıkça daha çok toprak alıyor. Finlandiya ve İsveç’in de bu savaşa sürüklenmesinin gerçek amacı nedir?
– Finlandiya halkı, biz Türkler’le yakın akrabadırlar. Finler’le aynı dil grubundanız. 2.Dünya Savaşı’ndan sonra tarafsız bir konuma oturup huzur içinde ve göz kamaştırıcı bir kalkınma süreciyle tam bir refah ülkesi konumu elde etmişlerdir. Uyguladıkları eğitim sistemi de, karma ekonomiyi yapısallaştırıp hayata geçirmeleri de, her türlü takdiri hak eder niteliktedir. Ancak, her nasılsa, birden bire NATO sevdasına tutulmuşlardır! Son 200 yılında tarafsız konumda kalan ve herkesin gıpta ile baktığı İsveç de aynı çabanın içindedir…
Bu iki ülkenin idarecilerine şunları sormak gerekir: “-Tarafsızlıktan ne zarar gördünüz? Tarafsızlığınız sürecinde size kim veya kimler saldırdı? Rusya bu süreçte size en küçük bir askeri rahatsızlık verdi mi? Tarafsız konumunuz sayesinde, bütün ülkelerle dost iken, kurulduğundan beri kendi üyeleri için bile hiçbir risk üstlenmemiş olan NATO’ya girerek, koca Rusya’yı ve müttefiklerini karşınıza almanızın ve doğal olarak kendi halklarınızı, ülkelerinizi askerî tehlikelerle yüz yüze bırakmanın mantığı nedir?!”
İsveç ve Finlandiya idarecileri, bu sorulara yanıt bulmalı ve üklelerini “İNTİHAR”A sürüklemekten vazgeçmelidirler! Aksi hâlde, yaşadıkları huzur ve güven ortamını kaybetmeleri kaçınılmaz olur; ABD, İngiltere ve NATO’nun gittiği her yere taşıdığı kan ve gözyaşının da tam ortasında bulurlar kendilerini… İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girme kararlılıklarını ben “İNTİHAR” olarak değerlendiriyorum!
-Fuat bey, bugün Türkiye Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine veto kararı aldığını açıkladı. Sizce bu kararın sonucu Türkiye’ye nasıl yansıyacak?
-Düşünüyorum ki, Amerika’nın bir sıra ekonomi eylemleri Türkiye’nin kısa sürede Finlandiya ve İsveç’in üyeliği ile ilgili fikrini bir daha düşünmesi gerektiğine kanaat getirecek. Dikkat ederseniz Türkiye’nin üyelikle ilgili kararı sonucu dolar yükselişe geçit aldı. Düşünüyorum ki, bu yükseliş Haziran sonuna kadar devam edecektir. Dolar kuru 20 TL’nın üstü olana kadar bekletilcektir. Daha sonra, Türkiye’nin yetkili kişileri tarafından İsveç ve Finlandiya’nın üyelik kararı olumlu karşılandıktan sonradır ki, dolar tekrar gerilemeğe başlayabilecektir?
-Fuat bey, bize zaman ayırdığınız için ve hatta kimsenin gündeme getirmeğe cesaret edemediği konulara değindiğiniz için size çok teşekkür ederim.
-Ben de çok memnun oldum. Asıl ben teşekkür ederim.
Ülker Fermankızı
kaynak: https://voicepress.com.tr/2022/roportaj/unlu-avukat-kralice-elemani-olmayi-kabullenen-imamoglu-soros-piyonu-olarak-taninan-kilicdaroglu-19378/