KÜLTÜR SANATMANŞET

Demet Duyuler ile sanat söyleşilerinin konuğu Yazar-Şair Ferhat İşlek

 “KENT KÜLTÜR BİLİNCİNİN GELİŞMESİ KENTTEKİ SANATSAL ETKİNLİKLERİN YOĞUNLUĞUNA VE KENT İNSANININ KATILIMINA BAĞLI OLARAK GELİŞİR.”

 

 

Demet Duyuler: Sevgili Ferhat İşlek, “iyi ki hayat yolumuz kesişmiş, iyi ki tanımışım” dediğim güzel insanlardan birisiniz. İnsana ve sanata bakışını bildiğim çok yönlü, üretken bir sanatçısınız. Söz gazetesi okurları için yaşam yolculuğunuzdan bahsedebilir misiniz ya da başka bir deyişle özgeçmişiyle Ferhat İşlek kimdir?

Ferhat İşlek: İlk, orta ve liseyi Adana’da tamamladım. Öğrenimini sürdürürken çeşitli işkollarında çalıştım. Bir süre makine mühendisliği ve eğitim yönetimi alanlarında öğrenim gördüm. Eğitim enstitüsünü ve ardından coğrafya lisans programını bitirdim. Iğdır, Kars, Ankara, İzmir ve Adana’da öğretmenlik yaptım.

“Eğitim Tarihimiz” ile “Çingene Çocuklarının Eğitimi” üzerine araştırmalarım oldu.  “Çevre konularının öğretim programlarına yansıtılması” ile ilgili yaptığım çalışma Çevre Bakanlığı tarafından ödüllendirildi. Yazmış olduğum Zor yıllar, İmdat Çavuş ve Kocaçimen adını verdiğim müzikli oyunlar, çeşitli amatör tiyatrolar tarafından oynandı. Türkiye Yazarlar Sendikası ve Dil Derneği üyesiyim.

 Şiirlerimi, “Patikanın Başlangıcı”, “Sardunya Düşlü Memleketim”, “Sevdalar Çiçeklenir”, “Kurtarılan Aşklardı Onlar”, “Sevda Hüzün Bırakmaz” adını verdiğim kitaplarda topladım. Çocuklara yönelik yazdığım şiirlerim ise, “Güneşli Çocuklar” ve “Tut Ellerimden Öğretmenim” adlarıyla kitaplaştı. “Yazı ve Şiir Düşleriyle Ferhat İşlek” ile “Söz Uçmasın Yazı Kalsın” adıyla yayınlanan kitaplar ise denemelerimi içeriyor.

Edebiyat çalışmalarımın yanında grafik tasarımları yapıyorum. Kitap kapakları, dizgi, afiş   yapıyorum… Ayrıca kısa belgeseller, klipler de çalışmalarım arasında.

 D.D:  Edebiyatın sizin için anlamı ile hayat – edebiyat ilişkisi hakkında neler söylemek istersiniz?

F.İ: Uygar ve çağdaş bir toplum olmanın yolu edebiyat ve sanattan geçer. Bunların yanında dayatılan sözde sanat ürünlerine karşın Anadolu’da yaşadığı yerlerden içtenlikli, yalın, doğru ışık yakan çok sayıda yazarlarımız, sanatçılarımız var.   Popüler sanatın ülkemizde daha özgür bir ortam bulması karşısında, onlar her türlü zorluklara rağmen doğru üretimlerde bulunmaya devam ediyorlar.

Bugün için uygarlığın ölçütü değişmiştir. Geçmişte teknolojik gelişmeler, gökdelenler, bakımlı caddeler, üretim bolluğu uygarlık demekti. Artık uygarlığın gerçek ölçütü insan niteliği olarak tanımlanıyor. Ayrıca bu niteliği ileriye götürecek etken olarak sanat, edebiyat etkinlikleri görülüyor.

Sanat doğaya aklenmiş insan demektir. Bu nedenle yazar ya da sanatçı doğa ve toplum değerlerinin odağında olan, geçmişle yetinmeyen, bilimi göz ardı etmeyen, nesnel ve estetik değerleri yakalamak için çaba içinde olan, bu yönüyle de toplumda farklılaşan insandır.

Diğer yandan aydınlanma her çağda, her dönemde insan için vazgeçilmez bir olgu. Edebiyat ve sanat ürünleri böyle bir kaygı taşımalı; hayatı netleştirirken yeni bir anlayışı, yeni bir insanı, yeni bir yaşamı sunmalı. Estetik yaşam biçimini daraltan, kendi içinde küskün ruh halindeki edebiyat ve sanat ürünleri kimi insanların duygularına eşlik edebilirler ama bu ürünlerin gerçek anlamda işlevsel olduklarını söylemek zordur. Kısaca belirtmem gerekirse edebiyat ve sanat ürünlerinin hayatta bir karşılığı olmalı ve insan doğasının gelişimini esas almalıdır.

D.D:  Sizce gerçek sanatın işlevi ne olmalıdır?

F.İ: Yaşadığımız süreçte tanık olduğumuz, gözlemlediğimiz teknolojik gelişmeler, yeni bilgiler baş döndürücü biçimde gelişiyor, değişiyor. Belki bir anlamda günlük yaşantımızı kolaylaştıran gelişmeler bunlar. Fakat bir yandan da elimizin altından kayıp gidenler endişe verici boyutlarda. Bunların başında “insan” gelmekte.

Bu yüzden bir önceki sorunuzun yanıtında da belirttiğim gibi, günümüzde çağdaş ve uygar olmanın tanımı yeniden yazılıyor. Bu tanım, insan niteliği ve insanın yarattığı zaman içerisinde doğrulanmış değerler ile açıklanıyor.

Her gün yenileri eklenen teknolojik buluşların, insan ölümlerine, yoksulluğa, işsizliğe, gelir dağılımındaki adaletsizliğe, kadınlara yönelik şiddete, çağın hastalıklarına iyi geldiğini söylemek mümkün mü?

İnsanın özü zedelenmişse bunda toplumsal olarak doldurulması gereken boşlukların olduğunu söyleyebiliriz. Bugün eğlence ile sanatın karıştırıldığı, okuyan insanın giderek azaldığı bir dönemde geleceğe ne bırakıldığı tartışılır. Alkışların yanılttığı sözde sanatla bu boşluk doldurulamaz. Doldurulamayan bu boşluk, insan niteliğinde derin yaralar açar. Ortaya konan ya da dayatılan kimlik, kendi gerçekliğinden kopar. Toprağından, değerlerinden uzaklaşan bu kimliğin teslimiyeti de kolaylaşır doğal olarak.

 

D.D: Eğer iyi bir okur değilseniz iyi bir yazar olmanız çok zor. Okumazlığımız yazmazlığımız konusunda eğitimin önemi nedir?

F.İ: Okumadan yazmak mümkün mü? Okursunuz, içselleştirirsiniz sonra da kendi cümlenizi oluşturursunuz. Okumadan yazmaya çalışırsanız her şeyden önce diliniz gelişmediği için ortaya çıkaracağınız eser güçlü ve etkili bir eser olamayacaktır. Düşünce ve anlam bakımından da yoksul bir ürün olacaktır.

Kitap okuma oranının düşük olması başka sorunlarla gelişen olumsuz bir olaydır. Okuyan insanın itibar gördüğü toplumlarda kitap okunur. Okumazlığımız yazmazlığımız konusundaki sorun, öncelikle okullardan ve aileden başlanarak çözümlenecek bir sorun gibi gelse de, daha çok devletin politikalarıyla ilgilidir. Öncelikle kitap yükselen bir değer midir ona bakmak gerek? Okuyan insan ile yazar ne denli itibar görüyor toplumda? Devletin bu konuda ciddi bir politikası var mıdır? Bunlar yoksa okumayan bir toplumdan dert yanmanın, çocuklara “oku” demenin bir faydası yok.

Kitap okuma alışkanlığı daha çok küçük yaşta edinilecek bir kazanım.  Çocuklar etrafında kitapla ilgili, edebiyatla ilgili etkinlik görmeli. Okuyan anne, okuyan baba, okuyan öğretmen görmeli. Onlar kitapların kanatlarına tutunarak engelleri aşsınlar, kendi geleceklerini kurmada barışçıl olsunlar, duygusal gelişim ve derinlik kazansınlar isteriz. Çocuklarımızda yaşanılır bir dünya özlemi uyansın diyorsak biz yetişkinlere büyük sorumluluk düşüyor.

Ovidius “Yetişen zekâları kitaplarla beslemeyen uluslar yok olmaya mahkûmdur” derken, o ulusun kültürel yozlaşmaya daha açık bir ulus olacağından söz ediyor ve aslında ulus olma özelliğini yitirebileceğine işaret ediyor.

Öte yandan, bir şehrin okulları aynı zamanda o şehrin insanını da yetiştirmektedir. Kentlerin uygun yaşam koşullarına kavuşması, böyle bir ortamın yaratılması öğrencilerde geliştireceğimiz kent kimliği ile mümkündür. Bu kimlik ancak öğrencilerin okuması, kütüphanelerinden yararlanması, kentin tarihine, sorunlarına ilgi geliştirmesi, sanatsal etkinliklerinin içinde olmasıyla sağlanabilir.

Okullar programlarının bir bölümünü, kentin kültür merkezleriyle, sanat kuruluşları ile birlikte yürütmeli ve en azından geleceğin nitelikli izleyicisini, okurunu yetiştirmelidir.

D.D: Sanatın kent kültürünün oluşumuna etkisi ve bu konuda yerel yönetimlerin sorumlulukları nelerdir?

F.İ: Tanınan, az tanınan pek çok şair, yazar, ozan, âşık, bestekâr, eleştirmen, tiyatro sanatçıları, müzisyenler bir şehrin tarihinden, kültüründen güç alarak üretimde bulunuyor. İçinde yaşadıkları kentin değişimi için dinamizm sağlarken, yaşadıkları döneme veya günümüze tanıklık edip kentin belleğini sıcak tutmaya çalışıyorlar.

Bu durum kuşkusuz kent insanının kendi gerçekliğinin farkına varmasında önem taşır. Burada eksik olan yazılanların, her türden sanat ürünlerinin ve sanatçıların halkla buluşabilmesi. Yerel yönetimlerin bu konuda yeterince duyarlı olduğunu söylemek zor. Yazarların örgütsel dayanışmadaki adımlarının da yeterli olmadığını eklersek, edebiyat ve sanat ürünlerinin halkla buluşması, kitlesel bir yapıya kavuşması oldukça zor görünüyor.

Tüketimin günlük hayata egemen olduğu bir dönemde, adeta zamanı koşarak yaşamak zorunda bırakılan insanların farklı bir bakış edinmeleri, içinde yaşadığı kentin sorunlarına duyarlı olmaları, sonuçta kent kültür bilincinin gelişmesi kentteki sanatsal etkinliklerin yoğunluğuna ve kent insanının katılımına bağlı olarak gelişir.

Alışveriş merkezleri herkes tarafından ezbere bilinirken, kültür sanat merkezlerinin yerini çok az sayıda insan biliyorsa, bunun sonucunda kent insanının sanat beğeni düzeyi bir adım öteye gidemiyorsa, burada sorumlu olan toplumun ya da içinde yaşadığımız kentin kültüründe, sanatında, eğitiminde, basınında, siyasetindeki önder kadrolarıdır ve yerel yöneticileridir.

Buna rağmen yazarların, şairlerin, sanatçıların yaşadıkları kentte söz sahibi ve baskı unsuru olabilmeleri, kentteki sevimsiz gidişlere müdahale edebilmeleri, kültür ve sanat adına özgür bir ortam yaratmaları,  kapsamlı ve güçlü örgütlenmeyle olanaklıdır.

Kentli, yazarıyla, şairiyle, sanatçısı ile kan bağını kurmalıdır. Bu böyle olmazsa kent kültürü gelişemez. Kent insanı kendi gerçekliğinin farkına varamaz. Kentteki günlük işleyişler kabalıklarından arınamaz.

Estetik duyguların, kimliklerin, kişiliklerin, düşüncelerin gelişmesinde hangi araç sanat kadar etkili olabilir? Daha iyi korunup geliştirilen yeşil alanlara, ekolojik açıdan dengeli bir yaşama ortamı ile sokak çocuklarına duyarlı, eğitimsizliğe, yoksulluğa, kirliliğe, gürültüye razı olmayan, kentteki hayatı insan lehine dönüştüren bir kent toplumu başka türlü nasıl oluşturulur?

 D.D: Belgeseller hazırladığınızı biliyorum.  Neden belgesel? Belgeseller bize ne bırakıyor…

F.İ: Belgeseller  çok yönlü işlev görüyor. Olayların, olguların geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği ile üç zamanı buluşturabiliyor. Burada esas olan geçmişe ve geleceğe bugünden doğru bakabilmek.

İyi bir gözlem ve titiz bir araştırma yanında toplanacak belgelerle belgesel oluşturmanın bilimsel bir çerçevesi bulunmaktadır. Bu çalışmalar birbirini dengeliyor. Sonuçta kalıcı sanatsal bir hikâye ortaya çıkıyor. Ben daha çok haber belgeselleri hazırlıyorum. Buna gezi, tarih, doğa belgesellerini de ekleyebiliriz.

İzmir’de bir grup arkadaşla kurduğumuz GÖRSEL SANAT dijital platformu,  pek çok alanda proje geliştirip üretimde bulunuyor. Bu projelerden biri de otizmli gençlere yönelik. “Otizm ve Sanat “ başlığıyla yürüttüğümüz çalışmalarda şiir, resim, tiyatro gibi sanatın değişik alanlarında kendisini geliştiren otizmli gençlerin çalışmalarını belgeliyoruz. Onlarda Sanatın iyileştirici gücünü gözlemliyor, bunu toplumla paylaşıyoruz.

 D.D: Akdeniz Sanat Oluşumu ve Akdeniz Sanat Günleri hakkında neler söyleyeceksiniz?

F.İ: Bu yıl altıncısı düzenlenen Uluslararası Akdeniz Kentleri Kültür ve Sanat Buluşması, yeni adıyla “Akdeniz Sanat Günleri” nin genel koordinatörlüğünü yapıyorum. Bu oluşumun kurucularındanım. Bu etkinlikler Antalya, Mersin, Tarsus, Adana, Osmaniye, İskenderun ve Antakya gibi Akdeniz şehirlerinde her yıl bir hafta süreyle eş zamanlı yapılıyor.

Akdeniz Sanat Günleri, sanat yoluyla emeğin, sevginin daha çağcıl yorumlanmasını ve bu yönüyle geleceğe önemli değerler aktarırken bölgedeki kentler arasında kültür ve sanat ilişkilerini geliştirmeyi ve paylaşımı esas alıyor.

Bu yıl düzenlenen 6. Akdeniz Sanat Günleri yeni katılımcılar, yeni anlayışlar ve yeni projelerle farklı boyutta gelişerek sanatseverlerle buluştu. 14-26 Ekim 2024 tarihleri arasında Adana, Antakya, Antalya, Fethiye, Mersin, Osmaniye, Kadirli, Düziçi etkinlik merkezlerinde, 66 sanat etkinliği ve 323 katılımcı sanatçı ile gerçekleşti.

Sergiler, konserler, söyleşiler, şiir dinletileri, belgesel gösterimleri ile felsefe ve mizah konulu programları kapsayan etkinliklere Kazakistan ve Özbekistan’dan da konuklar katıldı.

 D.D: Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Son olarak bizlere ve okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?

F.İ: BEN TEŞEKKÜR EDERİM.

 

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.