Prof Dr. ANIL ÇEÇEN

Doğu Avrupa Birliği kuruluyor mu?

                                                                                                                                            

                 

Ankara Kalesi Yazıları / 285

Küreselleşme dönemi sona ererken dünya  yeni bir döneme doğru sürüklenmektedir  .Yüzyıl önce imparatorluklar sona ererken ve bu doğrultuda ulus devletler siyaset sahnesine çıkarken , Avrupa kıtası dünyanın merkezi olma konumunu elinde tutmuş ve iki dünya savaşı sonrasında da Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte oluşturduğu batı blokunu, Atlantik bölgesi merkezli  olarak elinde tutmuş ve  yönlendirmiştir . Batı uygarlığının çıkış bölgesi olan Avrupa kıtası iki büyük dünya savaşı ile güç kaybederek içeriden çökme aşamasına gelince, doğu ve batı Avrupa olarak öne çıkmış ve kıtanın batısı Atlantik okyanusuna doğru kayarak denizler üzerinden dünya hegemonyası oluşturmaya çalışırken ,  Avrupa’nın  doğusu da  savaşlar sonrasında  eskisinden çok farklı bir yapılanmaya doğru sürüklenmiştir . Batı Avrupa denizler üzerinden kıtalara yayıldıktan sonra yeni bir hegemonya arayışı içine girerken , Orta Avrupa bu duruma karşı çıkmış ve bu yüzden  birinci dünya savaşı  Avrupa’nın doğu bölgesinde çıkmıştır . İkinci dünya savaşı da birincisinin devamı olarak siyasal gündeme gelirken , gene Balkanlar üzerinden Doğu Avrupa coğrafyasında  gerçekleşmiş ama bu kez  ikinci dünya savaşı son aşamada Rusya’nın merkezi olan Moskova bölgesinde değil , batı uygarlığının çıkış noktası olan  Hazar bölgesinde sona ermiştir . Şimdi üçüncü dünya savaşı arayanlar bu çizginin devamında  Kafkasya üzerinden Hazar’a ve  daha sonra da Hazar bölgesi üzerinden , Orta Doğu ve Kuzey Asya’ya doğru yönelmektedirler . Kutsal kitaplara dayanan  kıyamet senaryoları  ve  Armageddon  adı ile planlanan  üçüncü dünya savaşı  ,  Doğu Avrupa’da yarım kalan yapılanmanın tamamlanması çizgisinde ortaya çıkacak  yeni  olaylarla  gelişecek gibi görünmektedir .

                Doğu  Avrupa bölgesinin merkezinde yer alan Balkanlar bölgesine bütün jeopolitik kitaplarında fazlasıyla   önem  verilmektedir . Dünya  hegemonyasına  ağırlık veren bütün büyük devletler kendi yetiştirdikleri jeopolitik uzmanları aracılığı ile, yeryüzü coğrafyasını kendi egemenliklerini merkeze koyarak  açıklamaya çalışırlarken , üç büyük kıtanın birleştiği Orta Doğu bölgesini  kalpgah adı ile  dünyanın merkezi konumunu dile getirmişler ve bu doğrultuda bütün dünya kıtalarının jeopolitik değerlendirmesini yapmaya çaba göstermişlerdir .Genel olarak üzerinde birleşilen görüşe göre ,Orta  Doğu  bölgesinin dünyanın merkezi olduğu ama   üç kıtanın ortasındaki bu konumun ,  bu bölgenin geleceği açısından tam olarak  güvenlik sağlamadığı ve o yüzden de Balkan bölgesinin daha öne çıkarak bu merkezi konumun tamamlanmasına katkı sağlaması gerektiği üzerinde bir ortak düşünceye varmışlardır . Milattan sonra yaşanan iki bin yıllık dünya tarihi içinde  Asya ve Avrupa kıtalarındaki gelişmeler dünya tarihini belirlemiş ve kıtalardan merkeze yönelen gelişmeler doğrultusunda, Orta Doğu toprakları  Balkanlara egemen olan güç tarafından yönlendirilmiştir . Bu merkezi coğrafya jeopolitiği çerçevesinde, Balkanlar’a egemen olan merkezi coğrafya üzerinde  de hegemonya kurar . Dünya jeopolitiğinin bu ana esası , iki bin yıllık dünya tarihinin ortaya koymuş olduğu ana ilkelerden birisi olarak ,dünya devletleri ve güç merkezleri arasında sürekli olarak bir tartışma konusu olmuştur . Batı Avrupa denizler üzerinden dünyaya yayılırken , Orta Avrupa ve Doğu Avrupa ülkeleri de  kıtanın doğusuna doğru genişleyerek  ve  en büyük kıta olan  Asya topraklarına doğru genişleme arayışları içinde olmuşlardır . Asya’da gelişen büyük güçler Avrupa’ya doğru açılırken , Avrupa’da  öne çıkan büyük devletler de doğu’ya doğru açılmaya başladıklarında  karşılarına Doğu Avrupa bölgesi çıkmaktadır . İşte bu nedenle  Balkanların tarihte merkezi bir rolü bulunmaktadır .

                Balkanlar bölgesine adını veren sıra dağlar  bölgeye yönelen saldırı ve işgal girişimlerine karşı yeterince destek sağlamada her zaman zorlanmış  ve bu yüzdende  bu bölgede kıtasal savunma     yerleşik devlet yapılanması açısından yeterince etki  sağlayamamıştır . Balkan kelimesinin iki hecesinden birisinin bal olması diğerinin de kan olması gibi bir durumun arkasında , bu bölge  coğrafyasının rolü bulunduğu imajı yaratılmaktadır . Dünyanın en güzel doğal yapılanmalarından birisine sahip olan bu bölgeye  egemen  olmak isteyen Asya ve Avrupa hegemon güçleri   Balkanları ele geçirme doğrultusunda çok büyük savaşlara girişmişler ve bunların sonucunda da  Balkan ırmaklarından sular kanlı bir  kırmızı renkte akmıştır . Balkanların  bal gibi güzel coğrafyası  her iki kıtanın egemenlerini bu bölgeye çekmiş ve tarih boyunca devam edip giden göç olayları nedeniyle  ise her zaman  bir toplumsal hareketlilik ,   Doğu Avrupa bölgesindeki devlet yapılanmalarını  sürekli tehdit ederek savaşlara yol açmıştır . Asya ve Avrupa kıtaları arasında yer alan  Doğu Avrupa ,  Batı Asya  denen komşu bölge  ile birlikte  göç ve yer değiştirme olaylarına sahne olduğu için her iki bölgede geçmişten kalan küçük küçük topluluklar , hem Balkanları hem de Kafkasları birer etnik müze haline getirmiştir .Bugünkü küreselleşme süreci bir anlamda global  Balkanizasyon olarak  tanımlanırken ,geçmişten gelen bu sorun  bölgenin geleceği ile ilgili ana mesele olarak yeniden siyasal gündemin tam ortasına oturtulmaktadır . Bölgenin geçmişten bugüne gelen tarihsel süreci içerisinde her zaman  yeni dönemler  gündeme gelmiş ve Doğu Avrupa bu yüzden bir istikrarsızlık adası olarak her zaman öne çıkmıştır . Balkanlar sorunu  Doğu Avrupa bölgesini her zaman canlı bir sorun haline getirerek ,  bu bölgede ortaya çıkan yeni yerleşimler ,göçler  ya da  farklı siyasal yapılanmalar üzerinden dünya konjonktürünün değişmesine giden yolu açmıştır .

                Doğu Avrupa’nın tarihi geçmişi  modern  tarihin başlangıcı olarak kabül edilen Milat  yılından  itibaren  başlatılırsa ,  merkezi coğrafyada ortaya çıkan  Asya ve Avrupa kökenli bütün büyük siyasal yapılanmaların , Doğu Avrupa bölgesine ulaştığı, ya sınıra gelerek durduğu ya da sınırları geçerek  tüm bölgeye egemen  bir konuma geldiği görülmektedir . İnsanlık tarihinin Çin’den başlayarak  Hint bölgesine gelmesi ve daha sonra da merkezi coğrafya üzerinden batı bölgelerine geçiş yapması  sürecinde ,  Doğu Avrupa bir geçiş bölgesi ya da bir giriş kapısı olarak  öne çıkmaktadır . Çin ve Hint sonrası dönemlerde Asya’nın ortalarından dünya sahnesine çıkmış olan  Türk ve Moğol imparatorluklarının  Doğu Avrupa’yı geçerek Batı Avrupa topraklarına girdikleri ve böylece Pasifik kıyılarından Atlantik okyanusuna kadar uzanan geniş alanda egemen devletler kurdukları  geçmişin belgelerinde görülmektedir . Sırasıyla  İskitler ,  Hunlar,  Avarlar  ve   Hazarlar  Asya kıtasının ortalarından yola çıkarak  Avrupa kıtasının bütününde yayılmaları  ve her gittikleri bölgelerde  kendi nüfuslarının bir kısmını oralarda yerleştirmeleri sayesinde , bugünkü Avrupa kıtasında yaşamını sürdürmekte olan  insan toplulukları ve halkların aslında  Asya kökenli olduklarını ortaya koymaktadır . İki bin yıllık zaman dilimi içerisinde çeşitli siyasal olayların birbiri ardı sıra gündeme gelmeleri ile  belirginlik kazanan Avrupa tarihinin bugünkü yapılanmaya sahip olmasında, doğudan gelen Asya  göçlerinin belirleyici olduğu görülmektedir . Orta Avrupa’nın tam ortasında yer alan Macaristan devleti geçmişin birikimini temsil eden bir siyasal yapılanma  ve  Asya kökenli bir göç dalgasının bugünkü uzantısı olarak , Doğu Avrupa’nın ortalarında varlığını sürdürmektedir . İngilizce adında Hun kavramı bulunan Macaristan hem Hun kökenli Asya Türklerinin bir parçasıdır ,hem de  sekizinci ve onuncu yüzyıllar arasında devam eden Hazar göçlerinin bir kalıntısı olarak da,  bugün  Doğu Avrupa’daki  halkların Türk kökenli geçmişlerinin en açık göstergesidir . En son Kırgızistan’da yapılan Türk Birliği zirvesine bir Avrupa Birliği üyesi   devletin başbakanı olarak Macaristan başbakanının katılması, bütün dünya ülkelerini   sarsmış ve dünya  geleceğe doğru evrilirken ,  bugünkü halkların ve ulusların geçmişten  gelen kökenlerine tekrar yöneldiklerini  açıkça   dünya kamuoyuna  göstermiştir .

                Avrupa halkları incelendiği zaman, kuzey bölgesinde yaşayan halkların İskitlerin uzantısı olduğunu ve bu yüzden Avrupa’nın kuzeyine İskandinavya adı verildiği anlaşılmaktadır . Hunların öncüsü grupların Tuna boylarına yerleştikleri  bugünkü Macaristan’ın Macarların , Hunların ve Hazarların karması bir nüfus yapısına sahip olduğu, daha sonraları da  Kalmuk Türklerinin  gelerek   Tuna boylarına yerleşmesiyle beraber çeşitli Türk kökenli boyların bir ülkesi olarak Macarların orta ve doğu Avrupa’da bir krallık kurduklarını tarih kitapları anlatmaktadır . Roma İmparatorluğunu yıkan Hunların kralı olarak Atila, Asya’dan gelerek  bütün Avrupa’yı ele geçirdiği zaman,  İtalya merkezli Roma İmparatorluğunun  çöktüğü ve  Doğu ve Batı Roma olarak ikiye ayrıldığı ve böylece Doğu Avrupa’da İstanbul merkezli bir Doğu Roma ya da  daha sonraki adıyla  Bizans imparatorluğu kurulduğu anlaşılmaktadır . Bu bölünmeden sonra  Avrupa kıtasına kuzeyden gelen Cermen boyları ile batı Roma devletinin birleştiği ve Hırıstıyanlığın tüm Avrupa’ya yayılması üzerine de Romalılar ile Cermenlerin bir araya gelerek Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğunu  kurdukları anlaşılmaktadır .Batı Roma devleti Cermenlerle bir araya gelirken, Doğu Roma devleti de Balkanlar ve Doğu Avrupa bölgesindeki  etkinliğini uzun süre devam ettirmiş ama  Batı Roma’yı ele geçiren Hrıstıyanlar , Doğu Roma devletinin halkını da  kendi  dindaşları haline getirmek üzere Haçlı seferlerini düzenlemeye başladıkları aşamada, Doğu Avrupa bir büyük savaş alanına dönüşmüştür . Doğu Avrupa’da Doğu Roma imparatorluğu çökerken  Orta ve Kuzey Asya’dan gelen Türkler ile gene Orta ve güney Asya’dan gelen  Müslümanlar,  Bizans devletini yıkarak önce Selçuklu sonra da Osmanlı İmparatorluklarını kurarak  ,  Hırıstıyan Romalıların Doğu Avrupa üzerinden  merkezi coğrafya ülkelerini ele geçirmelerini önlemişlerdir . Selçuklular ile birlikte orta dünya bölgesine gelerek bu alanın çeşitli ülkelerine yerleşen Türkler,  zaman içerisinde bölgeye yerleşerek  ve  merkezi coğrafya da bin yıllık bir Türk egemenliğini oluşturarak  varlıklarını  bugünlere kadar getirmişlerdir .

                Bugün Doğu Avrupa’da yerleşik olarak devam etmekte olan devletlerin çok büyük kısmı  Asya kökenli Türk göçleri aracılığı ile  Avrupa’ya yönelen ve bu doğrultuda  Doğu Avrupa bölgesinde devlet kuran Türk boylarıdır .  Sekizinci yüzyılda Türk asıllı  Fin-Ogurlar  Hazar bölgesinden yola çıkarak batıya doğru giderlerken  ikiye bölünmüşler ,  bir kısmı kuzeydeki Finlandiya , Estonya ,Letonya ,Litvanya ,İsveç  ve  gibi Çekya  gibi bugünün devletlerinin kurulmasına giden yolda bölgeye yerleşmişlerdir . Güneye yayılan Ogurlar ise, Polonya ile Macaristan bölgelerine yerleşerek  Doğu Avrupa yapılanmasını tamamlamaya  çaba göstermişlerdir . Rusların Polenez adını verdiği Kıpçaklar ,  Hazar devletinin dağılması üzerine  sekizinci asır göçleri içinde yer alarak  bugünkü modern Polonya devletinin oluşumunu gerçekleştirmişlerdir . Doğu Avrupa’nın en önemli bölgesi olan Balkan dağları alanında kurulan Bulgaristan devleti de, gene  bir Türk asıllı devlet olarak bugünün dünyasında Türkiye’nin batı komşusu  ve Doğu Avrupa’nın sınırında bir bağımsız ülke olarak varlığını sürdürmektedir . Bulgarlar, Kıpçaklar ve Macarlar ilk devletlerini Hazar denizinin kıyılarında kurmuşlar ve daha sonraki dönemde batıya  doğru göç dönemi gündeme gelince, sekizinci yüzyıl göçleri ile birlikte  Doğu Avrupa bölgesi üzerinden Avrupa devleti olma hakkını kazanmışlardır . Batı Avrupa’daki Endülüs İmparatorluğunun dağılması üzerine batı Avrupa  halkları  denizlere açılarak okyanus ötesi kıtalarda kendilerine sömürgeler kurmuşlardır, Dünya batı Avrupa merkezli bir sömürgecilik dönemine doğru sürüklenirken,  Doğu Avrupa ülkeleri daha farklı  bir tarihsel süreçten geçmişlerdir . Roma İmparatorluğu sonrasında Macarlar bir Doğu Avrupa  krallığı kurarak Dalmaçya kıyılarına kadar egemenlik alanını genişletmişler ama bu sırada Müslüman Boşnakların Balkanlara gelmesi üzerine,  bir Türk ve İslam devleti olarak  Osmanlı imparatorluğu Anadolu üzerinden Balkanlara geçerek  Hrıstıyanlığın doğuya doğru yayılarak Asya kıtasına erişmesini önlemişlerdir . Selçuklu İmparatorluğu İstanbul’u alamayınca dağılmış yerine kurulan Osmanlı devleti  İstanbul’u  alarak egemen olmuştur.

                Osmanlılar öncesinde bir dönem Macarların yönetimi altına giren Doğu Avrupa toprakları,  Osmanlı döneminde sürekli olarak Müslüman ve Hrıstıyan dinleri arasında bir çekişme alanı haline gelmiştir . Romalıların Orta Doğu’ya gelerek bu bölgede kurulmuş iki Yahudi devletini yıkmaları üzerine ,  Yahudiler dağılmış , bir kısmı Akdeniz kıyılarına yerleşirken , diğerleri de önce Hazar bölgesine ve daha sonra da Asya topraklarından Avrupa kıtasına yönelik göç hareketleri içinde yer alarak ,Avrupa ülkelerinin özellikle deniz kıyısı bölgelerine yerleşmişlerdir . Orta Doğu’da ikinci kez yıkılan İsrail devletini üçüncü kez kuramayan Yahudiler , Avrupa tarihi içinde hem Doğu Avrupa hem de batı Avrupa ülkelerinde  yerleşik yaşama geçmişlerdir . Batı Avrupa ülkelerinin  hızla zenginleşmesi üzerine dünya ticaretini ellerinde tutan Yahudi topluluklarına karşı, Hrıstıyan batı Avrupa ülkelerinde ciddi tepkiler ortaya çıkınca, hem Endülüs devleti yıkılmış hem de ikinci dünya savaşına kadar geçen süre içinde Avrupa kıtası Hrıstıyanlar ve Yahudiler arasında  bir çekişme ve savaş alanına dönüşmüştür .Batı Avrupa’dan kovulan Museviler’in bir kısmı deniz yollarının geçtiği yeni ülkelere doğru göç ederken , geri kalanlar da  Türk asıllı halkların egemen olduğu  Kuzey ve Doğu Avrupa ülkelerine sığınmışlardır . İspanya’dan kovulan Yahudiler Balkanlara geldiğinde, Batı Avrupa’dan Doğu Avrupa ya geçiş süreci yaşanmıştır . İspanya’dan gemilerle Doğu Avrupa ve Orta Doğuya gelen üç yüz bin Seferad  Yahudisi  hem Osmanlı devletinin hem de Doğu Avrupa’nın yeniden yapılandırılmasında önde gelen roller oynamışlardır .  Hrıstıyanların Yahudileri Avrupa’dan atma politikasına karşılık , Yahudiler de hem orta ve Kuzey Avrupa  devletlerinde , hem de Doğu Avrupa devleti olarak öne çıkan Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında  örgütlenerek varlıklarını sürdürmüşlerdir .

                 Avrupa’nın batısındaki İspanya yarımadasından   göç ederken,  Hrıstıyan   Avrupanın doğusunda bir Yahudi devleti kurmayı düşünen Seferadlar, bunun için yeterli güce sahip olmadıkları için  Müslüman Osmanlılardan yardım istemişler ve bu doğrultuda Macar Yahudileri  geliştirdikleri top silahlarını Osmanlılara vererek  , Doğu Avrupanın merkezini Hrıstıyan Bizans’ın elinden almışlardır . İstanbul Türk ve Müslümanların eline geçince, bütün Balkan ülkelerine ve Doğu Avrupa bölgesine dönük olarak  yeni bir imparatorluk düzeni kurulmuştur . Yedi yüzyıllık bir dönemde Osmanlılar Balkanlar ve Kafkaslar arasındaki alana egemen olurlarken, sürekli olarak  Hrıstıyan Avrupa’nın orduları ile savaşmak zorunda kalmışlardır . Osmanlı devleti tarihe Müslümanların koruyucusu olarak geçerken, bu durumdan Museviler de yararlanmışlar ve Hrıstıyan dininin Haçlı seferleri ile Avrupa’dan Asya’ya yayılmasını  Osmanlıların Doğu Avrupa bölgesinde  önlemesine, Musevi  lobileri  bir çok yönden yardım etmişlerdir .İberik yarımadasından kovulan Museviler ile Müslümanların içine düştüğü durumun benzeri, Balkan savaşları sırasında  Doğu Avrupa bölgesinde yaşanmış ve Osmanlılar Avrupa topraklarından geri çekilirken,  bu imparatorluğun vatandaşı konumundaki Museviler de  Avrupa dan çıkartılarak mübadele sözleşmesi ile  Türk ve Müslümanların yönetiminde çöken imparatorluğun yerine  kurulan Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında yeni bir yapılanmaya yönlendirilmişlerdir .  Böylece bir anlamda  Avrupa kıtasında ya da Doğu Avrupa toprakları üzerinde kurulmak istenen Yahudi  devletinin , bu  küçük kıta üzerinde kurulamayacağı ortaya çıkmış ve Birinci Dünya savaşı sırasında  Avrupa’da kurulamayan bu devletin nerede kurulacağı tartışma konusu olmuştur . Böyle bir devlet için Fransa Madagaskar adasını tahsis ederken ,  İngiltere  Latin Amerika kıtasının tam ortasında yer alan Arjantin devletinin kuzey bölgesini teklif etmiş  ,bazı batılı otoriteler ise bu devletin Avustralya ya da Yeni Zellanda gibi uzak doğu ülkelerinde kurulmasının, dünya barışı açısından yararlı olacağını  öne sürerek başka  alternatifler  ortaya koymuşlardır .Türkiye’nin kurucusu Atatürk Avustralya kıtasındaki eyaletlerden birisinde böyle bir devletin kurulmasının dünya barışı açısından yararlı olacağını ileri sürmüştür . Ne var ki ,  Osmanlı Yahudileri  önce İstanbul’un ortasında Pera bölgesinde, bu olmazsa  İzmir-Manisa hattında Avrupa’da kurulamayan  Musevi devletinin kurulmasını talep etmişlerdir .

                Museviler Doğu  Avrupa’da kurulamayan  İsrail’in  kutsal kitaplara dayanılarak vaad edilmiş topraklar üzerinde Orta Doğu alanında  kurulması için  mücadele etmişlerdir. Sonunda Birleşmiş Milletlerin kurulması ve bir numaralı kararı ile de Filistin’de bir Musevi devleti kurulması konusunda karar alması  üzerine,  bu bölgede ayrı bir devlet kurulması için mahalli halka danışılmadan  ve  bir referandum yapılmadan  Birleşmiş Milletler kararı ile  bu devlet kurulmuştur . Böylece  bir yandan Avrupa’da kurulamayan İsrail devleti Orta Doğu bölgesinde kurulurken ,  diğer yandan da Rusya topraklarında kurulamayan Türk devleti de  Anadolu yarımadası üzerinde kurulmuştur . Rus Çarlık rejiminin polisleri  Türkçü önderleri  Rusya’dan kovunca , bunun üzerine İsviçre’de toplanan beşinci Türkçülük kongresinde , Türklerin ana vatanı olarak Anadolu yarımadası ilan edilerek bir Türk devleti ilk kez Türk adı ile Anadolu yarımadası üzerinde kurulmuştur . Avrupa kıtasında kurulamayan Musevi devleti  ve Rusya bölgesinde kurulamayan Türk devleti  İsviçre kongreleri  üzerine ,  dünyanın ortasındaki merkezi alanda  kurulabilmiştir.  İki devlet aynı siyasal süreç içinde  Orta Doğu bölgesinde kurulurken, tıpkı Endülüs döneminde  batı Avrupa’dan dışlandıkları gibi şimdi de Doğu  Avrupa topraklarından dışarıya atılıyorlardı . Museviler İstanbul ve de İzmir yörelerinde kendi devletlerini kuramadığı gibi  ,  Türkler’de   Kazan-Kırım – Kafkasya  üçgeninde kuramadıkları Türk devletini  Edirne’den Ardahan’a kadar Misakı Milli ile ilan ettikleri  vatan toprakları üzerinde kuruyorlardı . Üç büyük din arasındaki çekişmeler ile  Rusya , İngiltere, Fransa, İtalya ve   Japonya  gibi  emperyalist devletlerin aralarındaki  çatışmalar ve savaşların dünyayı getirdiği yeni noktada , Doğu Avrupa’daki Müslüman Türkler ile Osmanlı döneminden kalma Museviler de dışlanarak,  İngiliz ve Fransız emperyalizmleri  Doğu Avrupa bölgesinde kendilerine küçük ortaklar arıyorlardı . İngiltere Yunan devletini kurarken ,Fransa    Romanya ve  Arnavutluk, Rusya  Bulgaristan ve Sırbistan ,Almanya Hırvatistan ve Slovenya gibi eski Osmanlı eyaletlerini yeni Hırıstıyan devletler olarak Müslümanlara ve Musevilere karşı  , Doğu Avrupa’da topraklarında  kendi kolonilerine  dönüştürmeye çalışıyorlardı .

                Birinci Balkan savaşı sonrasındaDoğu Avrupa’da  küçük Balkan devletleri kuruluyor ve  sonraki aşamada  bu devletler daha büyümek üzere ikinci bir Balkan savaşına yönelirken , Türkler  Balkanları terk ederek Anadolu topraklarına geliyorlardı .Osmanlı egemenliği altında  Vatikan yönetimindeki  Hrıstıyan Avrupa’ya karşı  kendilerini korumaya çalışan Museviler ,  son aşamada Makedonya’yı  bir  Melami devleti olarak örgütleyerek bu devletin çatısı altında  Selanik merkezli  yeni bir Musevi  Makedonya  kurma planları devreye sokmaya çalışmışlardır . İngiliz emperyalizmi bu projenin önüne geçerek , Musevilerin de tıpkı Müslümanlar gibi Doğu Avrupa bölgesini terk etmeleri için Selanik ve İzmir’de yangınlar çıkararak  ve bazı örgütlenmeleri  gündeme getirerek  bölgede bir mübadele düzenlemesi yapılmasını  dayatmıştır .Doğu Avrupa bölgesinde Müslüman Osmanlı yönetimi biterken Vatikan denetiminde bir Hrıstıyan yapılanmasını önlemek üzere , Museviler  Makedonya’yı bir Avrupa Musevi devleti  olarak yeniden kurmaya çaba gösterirlerken , Fransa destekli İngiltere  Hrıstıyan Türkler ile  Müslüman ve Museviler arasında bir  mübadele yapılmasını siyasal baskılar aracılığı ile gerçekleştirmişlerdir . Türkler ,  Müslümanlar ve Museviler ile  Ortodokslar arasında  bir mübadele antlaşması  hem Balkanlar hem de Irak ve Suriye ile Türkiye arasında  imzalanarak, Avrupa tipi ulus devletler modeli Orta Doğu bölgesine de getirilmek istenmiştir .  Balkanlar, Kafkaslar ve  Orta Doğu bölgesindeki ülkelerin kurucusu olan İngiliz-Fransız ortaklığı ,  bugün gelinen yeni aşamada  ABD-İsrail ikilisi ile karşı karşıya kaldığı için , merkezi coğrafya da gene büyük devletler ve siyasal güçler arasında  eskisinden farklı bir çizgide yeni  anlaşmazlıklar sürecine girilmiştir . Avrupa ve Rusya’da kurulamayan iki devletin  zorlanarak  Orta Doğu Bölgesinde kurulması ile yeni gelinen noktadaki  sıcak  çatışmalarla bölge  gerginlik ortamına doğru sürüklenirken , üçüncü dünya savaşını hatırlatan benzeri gelişmeler bugünün dünyasında  insanlığın geleceğini   tartışmalı bir duruma sürüklemektedir .

                Türkiye üç kıtanın ortasında üç yarımada üzerine kurulurken  ,  ulusal yemin ile korunma  altına alınan sınırlarını güvence altına almak üzere  bir güvenlik devleti olarak  kurulmuştur . Kurucu iradenin bu başarılı girişimi yüzünden ,Türkiye Cumhuriyeti yüz yıllık bir zaman diliminde  her türlü saldırıya karşı kendisini korumasını bilmiş ve Kıbrıs gibi yüz yıl önceki  dönemde  Misakı Milli sınırları dışında  bırakılan Türk toprağını ana vatana yakınlaştırma başarısını  sağlamıştır . Türkiye sürekli savunmada kalarak  başarı sağlarken ,  İsrail ise sürekli sorun yaratarak ,bölge devletleri arasında çekişmeleri körükleyerek  her zaman için bir üçüncü dünya savaşı arayışı içinde olmuştur . Küçük İsrail’in Büyük İsrail’e dönüşmesi için bölge devletlerinin parçalanmasına dönük senaryolar ardarda devreye sokulmuş ve bu doğrultuda orta dünyada  Balkanizasyon  senaryoları parçalanmaları hedefleyerek  yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır . Bu yüzden Orta Doğu bölgesinde tam olarak güvenlik sağlayamayan İsrail : Yunanistan ,Bulgaristan ve Romanya gibi  Hırıstıyan  Doğu Avrupa ülkeleri ile Türkiye karşıtı çizgide yeni güvenlik antlaşmalarına girişmiştir . Türkiye böylece Doğu Avrupa bölgesinden bir Hrıstıyan ittifak ile çevrelenirken ,  İsrail  öbür tarafta da Birleşik Arap Emirliklerini  taşeron konumunda kullanarak ve  bu kez yeniden Orta Doğu’nun  Müslüman  ülkeleri  ile  anlaşmaya giderek , laik rejimi ile kendisine şimdiye kadar şeriat rejimlerine karşı şemsiye görevini yapan  Türkiye Cumhuriyetine  karşı bir çizgide,  bu kez de  güneyden  çevirme hareketine yönelerek,  hasım konumunda bir tutum ile  eski müttefiki  Türkiye  devletinin  karşısına çıkmaktadır .

                Son dönemdeki gelişmeler böylesine olumsuz bir çizgide gelişirken , İsrail’in Bulgaristan Yunanistan ve Romanya ile yeni bir dayanışma ittifakına kalkışması  ile   Doğu Avrupa bölgesini  yeniden  batı merkezli bir  doğrultuda devreye sokularak , Orta Doğu barışı için  Balkanlar ve Kafkaslar arasında yeni  düzen  arayışı  gündeme getirilmektedir . Eskiden Doğu Avrupa’da  egemen olan Osmanlı devletinin yıkılışı üzerine,  bu bölgede  komünist rejimler oluşturularak Rusya’nın öncülüğünde  koskoca bir Sovyetler Birliği kurulmuştur . Hrıstıyanlık merkezi Vatikan’a karşı  Müslüman Osmanlı devletine sığınan  Museviler ,Osmanlı  sonrası dönemde   yeni bir Hırıstıyan baskısı ya da dayatmalarıyla karşı karşıya kalmamak üzere , Rusya üzerinden oluşturulan Sovyetler Birliği’nin dinsizlik düzenini  desteklemişlerdir .  Başta Rusya olmak üzere bütün sosyalist ülkelerde dinsizlik resmi ideolojinin bir uzantısı olarak kabül edilmiş ve bu doğrultuda Hrıstıyan  ülkelerde Kliseler ,  Müslüman ülkelerde ise Camiler  hem kapatılmış hem de yıkılmışlardır . Hırıstıyan dünyaya karşı da dinsizlik esasını savunan  Yahudiler ,kendi dini kimliklerini koruyarak  Doğu Avrupa’dan vazgeçmemişler ve  Hazar devletinin uzantısı olan Doğu Avrupa ülkelerinde ,materyalizmi savunan  sosyalizm  üzerinden   uzlaşma arayarak yerlerini korurlarken , gene bu bölge üzerindeki Vatikan’ın etkisini önlemişlerdir . Rusya dünya savaşları sonrasında  yeni dönemde öne geçerken , Ortodoks  inancını  Doğu Avrupa halkları arasında  yaygınlaştırarak , Müslümanların ve Musevilerin bölgeden ayrılmalarını sağlayacak bir eski karşıtlığı canlı tutarak  ,Hrıstıyan Avrupa kıtasının desteği ile Osmanlı artığı nüfusları Doğu Avrupa bölgesinden uzaklaştırabilmenin çabası içinde  sosyalist dönemi kendi açısından değerlendirebilmenin yollarını aramıştır .Sosyalist sistemin tasfiyesi aşamasına gelindiğinde zayıf düşmüş bir Rusya eski ideolojik imparatorluğu bölgelerinde güç kaybetmiş ve eski  SSCB üyesi olan on beş adet  eyalet bağımsız devletler olarak Birleşmiş Milletlerin çatısı altındaki yerlerini almışlardır . Osmanlı yönetimi sonrasında komünizm üzerinden Rus yönetiminin egemen olduğu Doğu Avrupa ülkelerinde sosyalist sistemin tasfiyesi ile birlikte bağımsızlık  düzenleri devreye girmiş ama bu aşamadan sonra da Batı Avrupa merkezli Avrupa Birliği ,Avrupa’da bir kıtasal devlet kurmak üzere  Doğu Avrupa ülkelerini üye yaparak içine almıştır .Ne var ki ,Bosna, Arnavutluk ve Kosova gibi Müslüman ülkelere üyelik hakkı tanınmayarak , Avrupa Birliğinin Hrıstıyan  kimliği korunmuştur . Eski Osmanlı kalıntılarının bu bölgeden temizlenmesine, AB yönetimi  üyelikten önce  yer  vermiştir .

                Küreselleşme sürecinde ABD’nin kontrolü altında bir Avrupa Birliği sürecine giren Avrupa ülkeleri zaman içinde   birleşeceklerine , kendi ayrı yapılarını korumak durumunda kalmışlar ve ABD ile anlaşmazlığa düşen İngiltere ise  birlikten ayrılma yoluna girince ,başta Fransa ve İspanya  olmak üzere  büyük devletlerin bu birlikten ayrılma yoluna doğru yönlerini değiştirdikleri görülmüştür . Batı Avrupa’nın büyük devletleri birbiriyle çekişmelere gene eskisi gibi  düştükleri açığa çıkınca , birliğe sonradan üye olan Hrıstıyan Doğu Avrupa  devletlerinin gelecekleri tartışılmaya başlanmıştır . Kuzeyinde protestan , güneyinde Katolik ,doğusunda Ortodoks mezheplerine sahip olan Avrupa devletlerinin, son yıllardaki gelişmeler karşısında  batı Avrupa merkezli bir Avrupa birliği oluşumundan giderek   uzaklaştıkları , kıtasal birlik yerine bölgesel ittifaklar arayışı içine yöneldikleri  görülmektedir . İngiltere’nin başlatmış olduğu Avrupa Birliğinin dağılma sürecine girerken , bunun yerini Akdeniz Birliği , İskandinav Birliği , Batı Avrupa Birliği ,  Orta Avrupa Birliği ,Doğu Avrupa Birliği, Balkan Birliği, Ege Federasyonu  ya da  Kuzey Birliği gibi  bu eski  kıtayı yönler doğrultusunda bölecek bazı  bölgesel birlikler konuşulmaya başlanmaktadır . Türkiye’yi dışlayan ve hiçbir biçimde  bu tür bölgesel yapılanmalar içinde düşünmeyen  Türkiye karşıtı girişimler giderek ön plana çıkarken , Türkiye bir parçası olduğu ve büyük oranda da komşu konumuna sahip olduğu Doğu Avrupa yapılanması içinde bile düşünülmemektedir . Müslüman bir halka sahip olan Türkiye’nin sadece din ayrılığı gerekçesi ile Doğu Avrupa’dan dışlanması bile bugünkü Avrupa ülkelerinin orta çağ zihniyetinden  henüz uzaklaşamadıklarını da ortaya koymaktadır .

                Avrupa’nın geleceği belirsizlik ortamına girerken , Avrupa devletleri kendilerini kurtarmak üzere sınır komşuları ile bölgesel birliklere gitmektedirler . Son yıllarda Macaristan  ve Polonya gibi Doğu Avrupa ülkeleri ile batı Avrupa merkezli  Avrupa  Birliği arasında ihtilaflar çıkmakta ve bu ülkeler sürekli olarak AB ortamından dışlanmaktadırlar .   Varşova kenti soğuk savaş dönemindeki doğu blokunun merkezi konumundayken ,   Nato’ya karşı  doğu paktı olarak Polonya merkezli bir  savunma   örgütü  Varşova  Paktı  adıyla  kuruluyordu . Avrupa’nın büyük devletleri  ABD’nin Nato baskılarına karşı yeni bir Avrupa ordusu kurulması  düşüncelerini  Avrupa Birliğinin merkezi olan  Brüksel’de savunurlarken  ,   ABD merkezi  bölgedeki Arap ülkelerini bir araya getirerek Avrupa ordusuna karşı bir Arap ordusunun  Orta Doğu da kurulmasıyla  ile ilgili toplantıyı , Varşova kentinde   Brüksel’ci ülkelere karşı düzenlemiştir . Doğu Avrupa bölgesinin merkezi olarak kabül edilen Varşova kenti  yeni dönemde ABD destekli politikaların  da merkezi konumuna geleceği son gelişmelerle ortaya çıkmaktadır .  Ayrıca eski Doğu Avrupa’nın sosyalist ülkeleri olan   Polonya , Macaristan, Çekya ve Slovakya gibi dört ülkenin oluşturduğu  V-4 olarak adlandırılan Vişegrad dörtlüsü  oluşumu da bir anlamda Orta Avrupa Birliği arayışının sonucu olarak gündeme gelmiştir . Bir anlamda Doğu Avrupa’ya yönelen  yeni bölgesel ittifakın çıkış yeri olarak belirlenen Vişegrad kenti  Avrupa Birliği’nin dışında gelişen yeni bir oluşum olarak dünya sahnesine çıkmaktadır . Batı Avrupa Atlantik okyanusuna ve   Akdeniz bölgesine doğru kayarken ,   siyasal alanda boşluğu hissedilen Doğu Avrupa yapılanmasını karşılamak üzere , Vişegrad  gibi  bir Orta Avrupa kentinde dört devletin  ilgili  çalışmalara  başlaması,  geleceğin Avrupa yapılanmasında  Orta  ve Doğu Avrupa  bölgelerinin birlikteliği ile daha güçlü bir alternatif yapılanmayı öne çıkaracaktır .  Amerika Birleşik Devletlerinde yaşamakta olan milyonlarca Doğu Avrupa kökenli insanların içinde yer aldığı  Çek  ,Polonya, Macar, Fin ve Ukrayna kökenli  lobilerin ve bu ülkelerden ABD’ye göç etmiş olan Yahudi lobilerinin örgütlü etkinlikleri ,önümüzdeki dönemde  daha güçlü bir biçimde öne çıkarsa, o zaman  şimdiye kadar hep ihmal edilen ve  geri planda tutulan  Doğu Avrupa bölgesi nde, yepyeni yapılanmalar ortaya çıkabilecektir . Önümüzdeki dönemde Varşova ya da Odesa merkezli bir Doğu Avrupa Birliği  oluşumu gündeme gelebilir . Türkiye komşusu olduğu bu bölgenin geleceği ile yakından ilgilenmek ve gereğini yapmak zorundadır .  

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.