Yeni yapılan Anayasa değişikliği ile TBMM ve Hükümetsiz tek adam rejimine geçtik. Cumhuriyetimiz şimdi Başbakanlık makamından ve Cumhuriyet hükümetinden mahrumdur. Bu nedenle Atatürk tarafından Cumhuriyetimizin ilk Başbakanını olarak atanan İsmet İnönü’ye yazdığı tarihi mektubunu bir anı olarak sunuyorumm.14 Mayıs 1950 de Türkiye Cumhuriyetinin tarihini, ilkelerini ve Cumhuriyetimizin başarılarını silmek üzere dâhili ve harici bedhahların ortak çabaları ile DP iktidara getirilmiştir. DP nin tarihi kökeni ve gerçeği “ Gafletteki Yöneticilerin Anayasayı İhlal Bütçeleri” (*) adlı kitabımızın 11-13. Sayfalarında açıklanmıştır. Bu kısım mutlaka incelemelidir. Açık bütçelerle yola çıkan DP iktidarı 27 Mayıs devrimi ile sonlandırıldı. Gerisini yazmak içimden gelmiyor. O tarihten sonra açık bütçelerle ve laik eğitimden uzaklaşılmalarla Cumhuriyetimizin aldığı derin yaralanmalar, bu günkü çıkmazların karanlık yıllarımızın ve günlerimizin taşlarını döşemişlerdir.
Türk Milleti 1600-1923 arasında karanlık bilimsiz, okulsuz, lidersiz ve umutsuz yaşamıştır. 1923 yılına geldiğimiz zaman durum maalesef çok kötü idi. Bu kötülük ebedi Başkomutanımızın Batı Cephesi komutanımız Orgeneral İsmet İnönü’ye Cumhuriyetin Başbakanlığını kabul etmesi için yazdığı tarihi mektuba da yansımıştır. O tarihi mektubun Türk milletinin durumunu anlatan özet kısımları Cumhuriyetimizin 101. Yılının başında sunuyorum.
Sevgili Paşam!.. Cumhuriyet’in ilk Başbakanı olarak seni düşünüyorum.
Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.
Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun.
Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın.
Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.
Bize geri, borçlu ve hastalıklı bir vatan miras kaldı.
Yoksul bir köylü devletiyiz.
Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 kilometre kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin Kuzeyini Güneyine, Batısını Doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart.
Denizciliğimiz acınacak durumda.
Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olana bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız.
Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyetle de, insanlıkla da bağdaşmaz.
Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor.
Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz.
Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.
Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136.
Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor.
Üç milyon insanımız trahomlu.
Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde.
Bit ciddi sorun.
Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60’ı geçiyor. Nüfusun % 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe.
Telefon, motor, makine yok.
Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremidi bile ithal ediyoruz.
Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.
………………………………………………………………………………
Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz.
Hedefimiz milli iktisat. Bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.
Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.
Cumhuriyete uygun bir Anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney.
“Ama yılmamak, ucuz ve geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak ve bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.”
Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız.
Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız.
Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız.
Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu.
Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.
Allah yardımcımız olsun!
Gazi Mustafa Kemal”
İşte bu gün maalesef Cumhuriyetimiz öyle bir sürece geldi ki 14 Mayıs 1950 tarihinden bu yana Demokrasi maskesi altında başvurulmadık yıkım yolu ve yöntemi kalmamıştır. . Harici bedhahlarımız açık bütçelerimizi çok iyi biliyorlar. Bu nedenle bize önem ve değer vermiyorlar. Tezlerimiz ve savunmalarınız kabul görmüyor. Onların dayattıklarını almak ve kullanmak ve yerine getirmek zorunda kalıyorsunuz.
Bütçeleriniz açık yapın diyorlar. Uyuyoruz.
Paranızın değerini düşürün diyorlar düşürüyoruz. 14 Mayıs 1950 de 3 TL olan bir Haçlı parası bugün(10 Ocak 2024 te 29.970.000 TL dir) Daha fazlasını yazmayalım. Daha fazla okuyarak ve daha fazla düşünerek durmak yok yola devam diyelim. Önce DENK bütçe yoluna çıkalım. Yola çıkmadan hiçbir yol bitmez.
(*) Op. Dr. Aytekin Ertuğrul: Gafletteki Yöneticilerin Anayasayı İhlal bütçeleri: Lazer Yayınları Ankara 2005 S. 11-13