Doğan Avcıoğlu ise Abdülhamit’ten şöyle söz eder;
(“TÜRKİYE’NİN DÜZENİ”. İstanbul 1996. Sayfa 211 ve devamı)
“Abdülhamit, öteki Sultanlara pek az benzeyen ilgi çekici yeni bir tiptir: Tanzimat’ın Batılılaşma ortamı İçinde yetişmiştir. Sultan Abdülaziz’in yanı sıra Fransa ve İngiltere’yi dolaşmıştır. Esasen Türkiye’de de Avrupai bir ortam içinde yaşamaktadır. Gecelerini Tarabya’daki malikânesinde Belçikalı tuhafiyeci kız Flora Cordler ile birlikte geçirmekte, gündüzleri de büyük bir şirketin umum müdürü olan İngiliz komşusu Mr. Thompson ile dostluk etmektedir. Ayrıca Abdülhamit küçük yaştan kapitalizmin borsa oyunlarına ilgi duyan belki de ilk Sultan’dır.
Tahtın tabii mirasçısı olan Abdülhamit, V. Murat’ın akli rahatsızlığının yarattığı fırsatı, borsa oyunları gibi iyi değerlendirmeyi bilmiştir. İngiltere’nin gözünde değerli bir idare adamı olan Mithat Paşa’dan daha yararlı gözükmeyi başarmıştı. Dostu işadamı Thompson’a kendisinin mümkün olduğu kadar her hususta, İngiltere Hükümetinin fikir ve telkinleriyle hareket etmek tasavvurunda bulunduğunu söylemiştir. Abdülhamit bu mesajın derhal ait olduğu yere ulaştırılacağını bilecek kadar zeki idi. Nitekim Elçi Sir Henry Eliot ile Disraeli, ‘Genç Sultan’ın güzel ümitler verdiğini’ söylemekte gecikmemişlerdir.
İngilizlerin bir zamanlar ümit bağladıkları Mithat Paşa’nın sürülüp öldürülmesinde ve Anayasa’nın rafa kaldırılmasında çok pasif kalmaları. ‘Gene Sultan’ın verdiği güzel ümitlerle’ az çok ilgili olsa gerektir. Abdülhamit İngiliz dostluğuna gerçekten sadakatle sarılmış, Rusların Yeşilköy’e kadar gelişinden sonra imzalanan Ayastefanos Antlaşmasının ağır şartlarını biraz hafifletmesi için, Majestelerinin Hükümeti’ne 1878’de Kıbrıs adasını lütfetmiştir. J. Haslip’e göre, bu hadisede üç Rum’un büyük payı vardır. Bunlar. Devlet-i Aliye’nin Londra Sefiri Müzürüs, banker Zarifi ve Sultan’ın özel hekimi Mavroyani’dir. Esasen Rusya’nın o tarihlerde çok fazla genişlemesine, çıkarları gereği herhalde karşı duracak olan İngiltere, politika borsasında Abdülhamit’ten daha usta bir oyuncu olduğunu ispatlayarak, bir taşla iki kuş vurmuş ve ‘hizmetlerine karşılık’ Kıbrıs’ı almıştı.
Sefir Sir Henry Elliot hatıratında Sultan Murat’ın tahttan indirilmesinin düşünüldüğü bir sırada, Abdülhamit’in tahta geçmek için kendisinden yardım istediğini yazmaktadır. Sefirin sözleri özetle şöyledir: “Abdülhamit, İngiltere Sefaretinin desteğini sağlamak ve devlet işleriyle ilgili görüşlerini bana iletmek üzere, hizmetinde bulunup güvenini kazanmış olan bir İngilizi -muhtemelen Thomson, D. A.- bana gönderdi. Abdülhamit’in İngiliz aracısı, Sefire şu mesajı ulaştırmıştır: Abdülhamit’in en baştaki maksadı, İngiltere devletinin delalet ve nasihatına imtisalen ihtiyar-ı tarik etmektlr. İngiltere’nin sözünden çıkmayacağını böylece açıklayan genç Sultan adayı, ayrıca İngiltere’de basılan maliye kitaplarını çevirtip dikkatle okuduğunu, dış borçlarımızı giderek ödeyeceğlnl, Türkiye aleyhine İngiliz Parlamentosunda söylenen ağır sözleri bile haklı bulduğunu, milletin yönetiminde hürriyetperverane bir yol tutulacağını İngiliz Sefirine vaat eylemiştir. (Fethi Gözler, ‘Mithat Paşa ve Abdülaziz’in Ölümüne Dair’, Zafer gazetesi, 1 Eylül 1969)
Bu arada hatırlatalım ki, ‘İmparatorluğu parçalanmaktan kurtaran büyük dış politika üstadı’ şöhretine rağmen, İmparatorluğun büyük kısmı Abdülhamit zamanında elden çıkmıştır: Ruslar. Batum, Kars ve Ardahan’ı alarak Anadolu’da ilerlemişlerdir. İngilizler Kıbrıs’tan sonra Mısır’a yerleşmiş, Sudan’ı almış, Kuveyt üzerinde fiili egemenliklerini kurmuş, Sina yarımadası ve Akabe bölgesi üzerindeki iddialarını kabul ettirmişlerdir. Fransızlar Tunus’a el koymuşlardır. Avrupa’daki arazinin yarısından çoğu, Abdülhamit zamanında kaybedilmiştir. Karadağ, Sırbistan ve Romanya bağımsızlık kazanmış, Bulgaristan fiilen bağımsız olmuştur. Avusturya. Bosna-Hersek’i işgal edip yönetmeye koyulmuştur. İngiliz donanmasının İzmir’i işgal tehdidi altında, Dulsigno limanı ile Boyana nehrine kadar uzanan arazi Karadağ’a bırakılmıştır. Yunanistan’a Tesalya verilmiştir. İngiltere’nin baskısıyla Girit’ten Osmanlı askeri atılmış, Osmanlı bayrağı indirilmiş ve ada, fiilen bizim olmaktan çıkmıştır. Bulgaristan Şarki Rumeli’yi ilhak etmiştir. Balkan Harbi’ne kadar elimizde kalan Makedonya ise, geniş ölçüde yabancı devletlerin kontrolüne girmiştir. Böyle bir bilanço Abdülhamit’in dış politika üstatlığına herhalde gölge düşürmektedir. Fakat bu durumdan ötürü Abdülhamit’i suçlu tutmak insafsızlıktır. Zira her şey bizim dışımızda ve Avrupa başkentlerindeki pazarlıklarda anlaşmaya varıldığı ölçüde imparatorluk parçalanıyor ve bize de (Abdülhamit’e de) boyun eğmekten başka yapacak fazla bir iş kalmıyordu”.
Avcıoğlu’nun, “Türkiye’nin Düzeni” kitabındaki “Sultan’ın Siyonistlerle Pazarlığı” bölümü belki ileride başka bir yazının konusu olur. Çünkü sizi bilmem ama bu Abdülhamit meselesi şimdilik fazla uzadı gibi.
Sadece; 6 Nisan’da Yüzüncü Kuruluş yılını idrak eden ve resmi internet sitesindeki tarihçesine “Anadolu Ajansı’nın tarihi, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi ile adeta özdeştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmadan 17 gün önce 6 Nisan 1920’de kurulan Anadolu Ajansı, TBMM’nin çıkardığı ilk yasaları duyurdu; Milli Mücadele’nin ve Kurtuluş Savaşı’nın her aşamasına, Cumhuriyet devrimlerine tanıklık etti” cümlesiyle başlayan Anadolu Ajansı’nın sitesinde geçenlerde; “Sultan 2. Abdülhamid Han vefatının 102. yılında yâd ediliyor- Osmanlı’nın en zor dönemlerinde tahtta olan Sultan Abdülhamid, özellikle dış politikada akıllı bir siyaset yürüterek devleti 33 yıl büyük bir ustalıkla yönetti” başlıklı haberini görünce, ben de “yâd edeyim”, işin aslına bir de başka kaynaklardan bakayım dedim.
Ve gerçekten sıktı artık.
“Eski Defterler”i, diğer konularda karıştırmaya devam edeceğiz.