
Merhaba sevgili okur,
Bu haftanın şair konuğu sevgili M. Mahzun Doğan 1964 Düzlüce Köyü (Uşak / Banaz) doğumlu. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu mezunu (1987). Dünya, Siyah Beyaz, Günlük Haber ve Başkent gazetelerinde çalıştı (1990 –2014).
Başkent Gazetesi’nde köşe yazarlığını, emekli olduktan sonra da 2021 yılına dek sürdürdü.
TRT’de, metin yazarlığı ve danışmanlık yaptı. Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda edebiyat programları hazırladı, radyo oyunları yayınlandı (2000’li yıllar).
Bircan Abla Anaokulu’nda ve Çankaya Belediyesi Çocuk Kulübü’nde “Şiir Amca Saati” adıyla, şiir ve dramayı buluşturan, çocukların imgesel düşünme yeteneklerini geliştirici çalışmalar yaptı.
Ankara Üniversitesi’nde “Yaratıcı Yazma Kursu” verdi. 1996 – 2004 yıllarında, iki aylık kültür – düşün – sanat dergisi Pencere’yi çıkardı. Pervaz Yayınları’nın kurucusu ve yönetmeniydi.
İlk şiiri 1980’de yayımlandı. Gazetecilik yapsa da, asıl ilgi odağı hep edebiyattı. Edebiyatçılar Derneği, Çağdaş Şair ve Yazarlar Derneği ile Sanat Kurumu’nun yönetiminde bulundu. Yaklaşık dört yıl Türkiye Yazarlar Sendikası’nın İzmir Temsilcisi oldu. Son yıllarını, hep özlediği düşüyle, yalnızca edebiyatla uğraşarak geçiriyor.
Artık İzmir’de yaşıyor…

KİTAPLARI :
Önce Ellerim Uyanır, Şiir, 1984, Nitelik Yayınları, Sesimde Mimozalar, Şiir, 1993, A Kitabevi Yayınları
Labirent ve Lunapark / On Şiir On Serüven, Derleme, 1994, Prospero Yayınları, Kar Yağıyor Yeryüzünün Kalbine, Şiir, 2000, Kalan Yayınları, Annelerin Sesi Mavi (Anne şiirleri seçkisi), 2002, Altın Portakal Kültür ve Sanat Vakfı Yayınları, Sanki Yalnızdım, Şiir, 2007, Boyut Bilgisayar Yayını, Uyyyy… Aha!, Şiir, 2016, Medakitap Yayınları, Eski Mahalle, Şiir, 2016, Medakitap Yayınları, Sesimde Mimozalar (Üç Kitabın Buluşması), Şiir, A Şiir Evi Yayınları, 2017,
Yayıma Hazırladıkları:
– Düşünceye Saygı, Derleme, Edebiyatçılar Derneği Yayını, 1995.
– Türkiye Kadar Bir Çiçek, Ergin Günçe, ÇAĞŞAD Yayını, 2008.
M. MAHZUN DOĞAN’IN ŞİİR ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ ;
YÜREĞİM GENÇ Kİ…
Mehmet H. Doğan haklıydı! O kitaptaki şiirlerde (ki, 18-19 yaşın şiirleri), bir imge tufanı vardı. Baskı ortamı nedeniyle…
Söyleyeceklerimi anlayacaklarla şifreli bir mektupta buluşmak gibiydi onlar. Ancak bu tufanda imgeler rastgele savrulmuyor, çarpıcı imgeler olarak öylesine, zoraki yan yana durmuyor, sarılıyor, koklaşıyor, öpüşüyorlardı.
Bir omurgası vardı her şiirin. Şiirimdeki bu durum 1990’ların başlarında tavan yaptı. Sonra yıllar geçtikçe o tufan fırtınaya döndü, sonra rüzgâra, sonra dallardaki yaprakları usulca okşayan esintiye…
Yaşamla buluşan, yaşamı dönüştüren yalınlığa…
Elbette şiir, imgelerle düşünmektir. Anlaşılmazlığa “İmgeci şiir” denmesi bir talihsizlik! İmgeyi şairin de, okuyanın da yanlış anlaması…İmge, en algılanamayacak olanı somutlaştırmak, algılanır kılmaktır oysa…
Şiirimi bu düşünce üzerine kuruyorum. Daha doğrusu, kurmuyorum, öyle oluyor… Çünkü, oturup zorlama şiir yazmıyorum. İmge aramıyorum. Daha yirmili yaşlarımda bir yazıma alıntıladığım bir sözü rehber belledim:
“Burnunuzun direğini sızlatmayan acının şiirini yazmayın!”
Yazmıyorum. Zaten ben yazmıyorum. Şiir kendini yazdırıyor bana…
Şiir anlayışım böyle işte…
Yüzyılların eskitemediği şair ve oyun yazarı Shakespeare üzerine “Shakespeare’i Anımsamak ve Unutmak” kitabını (Çeviren: Yeşim Harcanoğlu, Hayalbaz Kitap) yazan İngiliz tiyatro ve sinema yönetmeni Peter Brook, Shakespeare’in şiiri ve oyunları üzerine şu tümceyi kurmuş:
“Bir önceki günün gazetesindeki makalenin yalnızca bir boyutu vardır ve çabuk bayatlar. Shakespeare’in her satırı ise bir atomdur. Eğer onu yarabilirsek, açığa çıkacak enerji sonsuzdur.”
Doğrusu, her şair, her dizesi bir atom olan şiirin arayışındadır. Gel gör ki, bu arama da teknik deneylerle olmuyor.
Aramayacaksın.
Aramıyorum.
Dizeler yüreğin çarpışı olacak.
Yüreğim çarpıyor…
Bu kadar..
Çünkü yüreğim hem cahil, ilkokul bile görmemiş, hem ilkokul mezunu, hem de üniversite…
Hem de yaşamın en sarp kayalarına çarpa çarpa kanatlarını güçlendirmekten “emekli”…
Ve genç…
.
GELMEDİN
Kırılmış bir cama döndü gök
evsiz barksızların konakladığı eski bir handa
Kalakaldı ruhumdan koşan atlar
Her sabah gülümseyerek baktığım ufuk
.
Koparmışlar dillerini çanların
bütün ampulleri kırmışlar
Kurtlar bile ulumuyor, nasıl bulsam yönümü
Gelmedin, bütün kitaplar yarım
.
Kent bir halı eskisi
aşkla dokunan desenler solmuş
o delifişek sevişmeler, koşturmacası karanfillerin
unutulmuş. Kim
hangi şarkıda dinler beni
.
İşte gözlerimi bağlıyorum
sevin ey yeryüzü!
kökü çürümüş bir difenbahya
kalbim
**
KİRTİM KİRT
–Enver Gökçe’nin güzel anısına–
Kadın bir kahkaha, gece deniz
Fırladı bir atlı boşluğa, dünyadan
ışıldadı yağmur damlaları bıçağın ucunda
Yıldızlar şakır şakır
Son kez okşadı yarasını eşkıya
Okudu Uşak’ta kilim tezgâhında bir kirkit
Kirtim kirt, kirtim kirt
.
Bilmem bu rayları kim döşedi sonsuzluğun kapısına
kim emzirdi gözlerini bileyen güneşi
Hapishane avlusunda dinlenen kavak gölgesi
yeni bir sözlük denemesi
Yeni bir kız kardeş
Kirtim de kirtim
.
Bin yıl sonranın sabahına uyanan bir papatya:
Hani benim mevsimim
Çocuk bakışlarından derlediğim
rüzgâra tutup beslediğim, yağmurlarla yuduğum
.
Kirtim
.
kirt
Kirtim
.
Kirt