HÜSEYİN MÜMTAZ

KIBRIS’TA TRAFİK NEDEN SOLDAN?

Eski defterleri karıştırırken tozlu sayfaların arasında ve hiç ummadığım bir yerde yine Kıbrıs karşıma çıktı.

Kıdemli okuyucu bilir, Kıbrıs’la ilgili olarak arada bir yeri geldiğinde “Rum’un solcusu önce milliyetçi, sonra solcu/komünisttir ama bizdeki önce de sonra da komünisttir” derim Talât ve Akıncı’nın seçilme süreçlerini ve oy veren kitlelerini incelerken.

Onlar “barış” lafını hep Rum’la kucaklaşmak/koklaşmak, Rum’un kucağına oturmak olarak algılarlar.

Derim de İskele’de mukim, gitarıyla Arap Ali Ağıtı’nı çok güzel terennüm eden; Musa Eroğlu’nu, eğer becerir de Baf Mutallo’ya getirebilirsek ona da eşlik edeceği sözünü veren Sultan Galiyevci bir dostum bu mealdeki her lâfımı evirip çevirir; “Ama sağcının ‘barışçısı’ da her daim Helen milliyetçisi oluverir” diye cevap verir bana.

                Erol Manisalı yazıyor;

                “Denktaş ‘sağda’ biri olarak bilinir ama Kıbrıs konusunda emperyalizme karşı mücadele vermektedir. Bu mücadele özünde ‘sol’ bir tutumdur, sol bir bakış açısıdır. Amerika ve Avrupa’nın ‘dayatmalarına karşı’ bir mücadele içindeyseniz bu açık olarak anti-emperyalist bir tutumdur.

                Kendi toplumunun çıkarlarını egemen batı güçlerine karşı korumak ulusalcı olduğu kadar sol bir tutumdur da!”

                Oysa Türkiye’de ve Kıbrıs’ta kendilerine sol adı veren bazı çevreler, Türkiye’nin ve Kıbrıs’ın Batı karşısında ezikliğini, hatta bir ‘manda’ olmayı kabul etmektedirler.

                Kuzey Kıbrıs’ta kendilerine sol adı veren bazı çevreler AB’ye, ‘Rum devleti içinde bir azınlık olarak katılmayı’ içlerine sindirmektedirler.

                Bunlar işin özünde mandacıdırlar, sömürgecilikten yanadırlar. Şimdi ‘mandacı solcu olur mu’ sorusunu’ sormak gerekir.

                Attila İlhan ile daha önce yaptığımız sohbetlerde bu konu sıkı sık gündeme geldi; yâni şimdi ‘bizdeki bu solcular aynı zamanda mandacı oluyorlar’, bu nasıl olur diye dalgamızı geçerken, bunlar manda değil olsa olsa ‘öküz’ olabilirler diyoruz birlikte.

                Öğle yemeğinde Denktaş’la, A.İlhan sohbetlerimizde Kıbrıs’ın nasıl gündeme geldiğini anlatıyorum. KKTC’de bazı sol çevrelerin nasıl olup da emperyalizmin hizmetinde olabildiklerini anlamakta hiç zorlanmadığımızı söylüyorum”. (“Düşünceler”. Gündoğan Yay. Mayıs 2002. S.76-77)

                (Ayrıca bakınız; ‘Sovyetler Dağılınca Bizim Solcular Küreselci Oldu’. “A.İlhan’la 1000 Saat”. Manisalı. Bilgi Yay. Ankara 2001. S.77)

                “Bizim solcular” sadece “küreselci” mi oldular?

                Önce sıkı birer burjuva oldular. “Batı hayranı” oldular. Sağcılığı sadece dincilik olarak algıladılar, Türkçülüğü hep ötelediler, itelediler.

                Onlara göre hem “Türkçü” hem “aydın” olunamazdı.

                Solcuydular ama Enver Hoca’yı, Mao’yu, Lenin’i hiç okumadıkları için “halkla/köylüyle/işçiyle” ilişkileri yoktu. Zinhar dolmuşa, otobüse binemezlerdi. Yalılarda yalıçapkını pozlarında oturup puro içtiler, yazın Palermo’daki yazlıklarına, traş olmaya da “Yunan adaları”ndaki berberlerine gittiler.

                Kıbrıs’ta da aynen öyle oldu. Türk olmaktansa “gıprıslı” oldular. İlle ayırt edilecekse “kıbrıslıtürk” olmayı tercih ettiler. (İkisi de küçük ve bitişik)

                Virüsle mücadelede dünyanın en başarılı örneğini vererek literatüre geçen, son bir aydır tek bir vak’a görülmeyen KKTC’nin bu solcuları hemen, her gün yeni bulaşların görüldüğü “güneyle kapılar açılsın” diye bağırmaya başladılar.

                Rum cevap verdi, “Şartlar elverdiğinde”.

                Ve bu tavır “solcu” Akıncı’ya da aynen böyle yansıdı.

                Halen “Topal ördek” olan, seçimin ertelenmesinden sonra koltuğunda anayasaya aykırı olarak hala işgalci olan Akıncı “yabancı misafirlerini” hep bayraksız, kimliksiz, kişiliksiz bir fotoğrafla “makamında” karşıladı.

                Aşağıdaki iki fotoğrafa dikkatle bakın.

                İlki, Amerika’nın “Nicosia” Büyükelçisi Judith Garber’in, Rum Milli Muhafız Ordusu Komutanı Korgeneral Demokritos Zervakis'i ziyaret ederek, Doğu Akdeniz'deki gelişmeleri ele aldığı görüşmeyi canlandırıyor. Zervakis ile Garber’in önünde poz verdikleri duvardaki çerçevede GİRNE görülüyor.

                Girne Türk toprağıdır.   

                Siz Garber’in (veya başka bir elçinin) Kıbrıs Türk Güvenlik Kuvvetler Komutanını ziyaret ettiğini hatırlıyor musunuz?

İkinci fotoğraf aynı Garber’in, Akıncı’yı ziyaretini resmediyor.

                Bırakın herhangibir fotoğrafı, bayrak yok, bayrak…

Öyleyse son bir fotoğraf da benden…

Girdiği her seçimi kazanan, 30 yıldır Yenierenköy muhtarlığını başarıyla yürüten Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilk kadın muhtarı Vahibe Özkasırga, GKK’nın yaptırdığı muhtarlık odasında poz veriyor.

Bayrak önünde…

Siz olsanız…

Özkasırga’yı mı tercih edersiniz, işgalci topal ördeği mi?

                Gemikonağı’nda, Yedidalga’da, Karadağ’da ahtapot pilaki yerken “Mağusa Limanı”nı mırıldananlara selam olsun…

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.