Herkesin bilir bilmez “Bir Zamanlar Kıbrıs”ı konuştuğu noktada; işte tam da bu noktada “Kıbrıs’ın Geleceği”ni düşünmeye, konuşmaya ne dersiniz?
Uzak, yakın bütün dostlar günün her saatinde arayıp dizi üzerinde fikir belirtiyorlar.
İlk gün, ilk beş dakikadan sonra seyretmeyi bıraktığımı daha önce yazmıştım.
Kıbrıs Türkü; “Ne yapıyorsun arkadaş?” diye İstanbul lehçesiyle, Rum da “Napan gardaş” diye Kıbrıs Türkçesiyle konuşunca kapatmıştım televizyonu.
Senaryo, sanki Aborjinlerin İngiltere’nin gemilere doldurup gönderdiği mahkûmlara karşı sergilediği bağımsızlık mücadelesini yahut Güney Afrika yerlilerinin Hollandalı işgalcilerle kavgasını anlattığı kadar yabancıydı bana.
Ve elbette Kıbrıs Türkü’ne.
Hayret ettiğim asıl konu ne, biliyor musunuz?
Cumhurbaşkanı Tatar, günde elli heyeti kabul eder; Kanarya Sevenler Derneği üyelerine kanaryalar hakkında bir buçuk saat; Kurbağa Adamlar Derneği’ne de kurbağalar hakkında iki saat konuşur; bilmediği, fikrinin olmadığı konu yoktur. Ama yine de sonunda ne dediği, ne demek istediği bir türlü net olarak anlaşılmaz.
Ve aynı Tatar, Anayasa Mahkemesi’nin Din İşleri Değişiklik Yasası’nın 8B Maddesinin 2. Fıkrasının AB Bendinde yer alan Din İşleri Komisyonu’nun hafızlık kursu açma yetkisini iptal eden kararını hemen, yarım saat sonra değerlendirdiği açıklamasında, gereken yasal düzenlemelerin yapılacağını ve kurslara devam edileceğini belirtiyor.
Ama “Bir Zamanlar Kıbrıs” saçmalığının üçüncü haftası bitiyor fakat ağzından tek kelime çıkmıyor.
Annan döneminde Türkiye ile işbirliği içinde “Denktaş’ı ekarte edip” Türk tarafından “evet” çıkaran (http://www.yeniduzen.com/kibrisli-turklere-bakis-acisini-degistirdi-105793h.htm) Talât bile Anayasa Mahkemesi’nin kararına yönelik tepkilere cevap verirken ânında 2004’deki müttefikine karşı tavır alıp “Yargı bağımsızlığımıza ilk kez bu kadar açıktan saldırılar yapılıyor. Sahte-kukla devlet argümanlarına adeta destek olunuyor” diyor.
Ama o da diziyle ilgili tek kelâm etmiyor.
Şimdi…
Ay sonunda Cenevre’de yapılacak görüşmelere çok kısa bir süre kaldı.
Uluslararası trafik, görülmemiş bir şekilde yoğun.
BM, ABD, İngiltere’nin konu ile ilgili “üst düzey” yetkilileri sık sık Tatar’la görüşüyorlar.
Çavuşoğlu da.
İster istemez ne olacak diye telaşlanıyoruz.
Cenevre’ye bir heyet gidecek, başlarında da Tatar.
Başa dönelim;
“Cumhurbaşkanı Tatar, günde elli heyeti kabul eder; Kanarya Sevenler Derneği üyelerine kanaryalar hakkında bir buçuk saat; Kurbağa Adamlar Derneği’ne de kurbağalar hakkında iki saat konuşur; bilmediği, fikrinin olmadığı konu yoktur. Ama yine de sonunda ne dediği, ne demek istediği bir türlü net olarak anlaşılmaz”.
Cenevre’de de mutlaka konuşacak…
Söylediklerinin arasından, yabancı diplomatlarca “cımbızla seçilenlerin” aleyhimize kullanılabileceğinden son derece endişe ediyorum.
Kıbrıs’ın geleceğini geçmişte yaşayanların değil, geçmişi yanlış hatırlayanların değil, yanlış geçmişi gençlere yanlış öğretenlerin değil; doğru tarihi doğru öğretenlerin kurup yaşatacağını düşünüyorum.
Geçen gün yaşlı bir mücahidi dinliyorum televizyonda…
1955’i, 1958’leri, 63’leri anlatıyor, Erenköy’ü anlatıyor, arkadaşlarını hatırlatıyor… Belli ki kan, ter ve gözyaşı akıtmış bir kahraman…
“Sonra” diyor, “Herşey bittikten, devletimizi kurduktan sonra emekli de olmuştum, İngiltere’ye gittim… Ve dünyam aydınlandı. Sistemin nasıl işlediğini, sokaklarda nasıl yürüneceğini öğrendim. İnsanları hayranlıkla seyrettim. Hayran oldum”.
Kıbrıs’ta yaşlıların büyük bölümü ne yazık ki bu “Stockholm Sendromu” ile malûl. Gardiyanına, Müstemlekecisine hayran.
“İngiliz dönemi” diyor, başka bir şey demiyor.
Kıbrıs’ın geleceğini, geçmişi doğru yaşayıp hatırlayanlar öğretmeli ve kurmalı…
“Denktaş’la bir yere gelemedik” diyorlardı; “Denktaş’ı ekarte ettikten sonra”, “Denktaş’sız” ve nihayet “Denktaş’tan sonra” geldikleri, gelebildikleri yer ortada…
Mücahidin yaşaması için “Türk Kıbrıs”ın vâr olması gerektiğini söyleyen siz değil miydiniz?