“Sosyal Medya” denilen şey ile pek değil, hiç ilgim yoktur.
Hiç tanımadığım birtakım sanal kimliklerin herhangi bir konuyla ilgili ne dediklerini asla merak etmedim; sabah/akşam cevap yetiştirmeye de ne zamanım, ne de gönlüm oldu şimdiye kadar…
Ama geçen gün dostlar haber verdi, meğer “feyzbuk”ta merak edilmiş; “Eski Defterler serisinin her birine neden enstrüman görseli koyuyormuşuz?”
Konularımızı bir hatırlayalım mı?
1923’de yapılan Lozan görüşmeleri heyetinde yer aldığı halde üç yıl sonra 1926’da Ankara’da asılan Osmanlı’nın Maliye Nazırı Cavit Bey’in hikâyesini, 1926 İzmir Suikastı meselesini, Üç Aliler İstiklâl Mahkemesini; Cavit Bey’in eşi Aliye Cavit’i, oğlu Şiar Yalçın’ı; İttihat ve Terakki’nin Selânik 1909 Kongresini ve daha önemlisi Mustafa Kemal’in bu kongreye “Trablusgarp Delegesi” olarak katıldığını yıllar sonra tekrar keşfettik.
(Peki İttihat ve Terakki’nin Selanik 1909 Kongresi’nden söz edilince, işin ucunun Bakû 1920 Birinci Doğu Halkları Kurultayına, hele de Sultan Galiyev’e uzanmayacağını mı zannediyorsunuz?)
Bu kadar derin, karmaşık ve zor konuların nasıl daha kolay hazmedilebileceğini düşünürken aklıma tek bir sazla seslendirilen naif melodiler gelmişti…
…ve o sazlar…
Peki ya “makamlar”?
Hem yukarıdaki çetrefil konular, hem Nihavend ya da Kürdili hicazkâr, makamlar konu edilince akla Attilâ İlhan’ın gelecek olması kaçınılmazdı…
İşte Attilâ (çift “t” ile yazılacak, yoksa kızar) İlhan bunların hepsidir. Çokça İttihatçıdır, biraz iştirakiyyuncudur, sendikacıdır ama ille komitacıdır; sustalı çakı, revolver, kara kalpak, Trablusgarp, Dersaadet’dir, eski Rumeli’dir.
Mustafa Kemal’cidir, Gazi Paşa’cıdır, Atatürk’çüdür.
Rast’dır, Uşşak’dır, Hicaz’dır.
Ud’dur, neydir, tanburdur.
“silah atılmıyor/güvercin şakırtısıdır/şafakta yaldızlanan/şadırvanda su/ıhlamurlarda ezan
görkemli bir namaz uğultusu
heyhat
hamzabey cami-i şerif'inden kim kaldı
kim kaldı eski selanik'ten
laternalar sustu/sürahiler tenha/tek kibrit çakılmıyor/kim kaldı ittihat ve terakki'den
o jöntürkler ki – `hariçten/evrak-ı muzırra celbederlerdi' –
o fedailer ki barut öksürürler/sakal tıraşları mavi/kırmızı bıyıkları biber
kim kaldı/müdafaa-i hukuk cemiyeti'nden
avcı ceketi/körüklu çizme/astragan kalpak
bazen `ittihatçı'
hafif `iştirakiyun'
öfkeli kaşları salkım saçak/kumral bıyıkları mahzun/hani felaket tütün içerler
ceplerinde idam fermanları/bellerinde Söğüt yaprağı bıçak
ya millet meclisi'nde meb'us/ya kuva-yi seyyarede asker
kadehlerde rakı/nazlı beyaz
vaniköy korusunun `teşrinler'deki sisi/gramofonda incesaz/meyhane musikisi
o şenliklerden heyhat kim kaldı
ezeli dalgınlığımızın ıslığıdır ney/keman yanlış anlaşılmasından tedirgin/utlar vahim sorular soruyor
öldü nazım samilof sarı mustafa/yıkılmış strasnoy ploscat'ın saat kulesi
eski bolşeviklerden kim kaldı”
veya…
“manastır'da eskiden/cam çerçeve ayna
'askeri mahfel'de/ay ışığı dolardı bardaklarına
erguvan bıyıklı 'erkânıharplerin
henüz dönmüşler berlin'den/genç ağaçlar gibi yakışıklı
tekgözlükleri elde/omuzlarında pelerin
mürüvvet 'hassaten'/eşref bey'i hatırlıyor
kolağası mıydı neydi
'fevkalade kendinden emin'/dolu mavzer gibi korkutucu
bakışları küstah/adeta ısırıyor
o eski manastır ah
galiba bir düğündeydi
balkan harbi'ne 'tekaddüm eden' günler/havada siyah/toz halinde bir top uğultusu
redif kışlasında müzika-yı hümayun/çoluk çocuk avluya doluşmuş
yaşamak hüner”
yahut…
“eşref bey'in uykusu oldum olası ağır/hele sabahları hiç uyanamıyor
rüyalarında 1324/eski manastır
buğulu aynasıdır unutulmaz ümitlerin/gece mavisi atlarından iner
rap rap / ay karanlık 'mülâzim'ler
el basarak/'kur'an-ı azim-üş-şan' üstüne/yemin etmişler
tabanca ve bayrak
'mülkü zulümden kurtarmak için' “
meselâ…
“orta asya’dan daha oymaklar gelir
kılçıklı kirpikleri deri kalpaklarıyla
boşluğa oyulmuş adamlar kılıç ve topuz
yorgunlukları kırçıl bıyıklarına damlayan
göğüs geçirmeleri ormanlar geçmekle bir
saçaklı bir yangına dolaşmış çatırdayan
ağaç ağaç devirdikleri aç baltalarıyla
tozlu bir ağlamak önleri sıra sürüleri
çungar köpeklerinin çekip götürdükleri
telli kavakların pırıltısı arasından
belki horasan’dan belki pamir yaylasından
sakarya içlerine et tırnak ve boynuz
hoş geldin türk!.. sağın solun su
deli bir zenginlikle çalkanır toprağın
nice kurşun nice kükürt öğütüp
elini uzatsan şarap çeker parmakların
çekirdekli üzümlerden çardak dolusu
çakır bir zeytinyağı ışıldar küp küp
şavkına çöreklenmiş çökelek kokusu
nice dağ keçileri ateşlerine düşüp
nazlı aylar çizer boynuzlarıyla geceye
hoş geldin türk!.. bulutlu biraz dalgın
birden ayağa kalkmış bütün umutların
adını verdin varlığını adadın bu ülkeye”
veya…
“çok korkmuş kadın güzelliği harb-ı umumi yıllarının
kuzguncuk iskelesi’nde inşirâh’ın geceler sabahladığı
kötümser kuleli öğrencileriyle sultan reşad’a doğru
en sonbahar vapuru şirket-i hayriye’nin kimsenin kalmadığı
ne beykoz’lu kozhelvacıların ne fonografların odeon borulu
nişâbürek şarkıları mı belki de yalnız recai kaptan’ın
kapalıçarşı’dan yürüttüğü alaturka yıldız zilleriyle
o vurulmuş yırtıcı kuş küskünlüğü İstanbul boğazının
tek gözlüklü alman zabitlerinin kramer birahanesindeki
moltke mi bismarck mı tartışması almancanın çatladığı
acımtırak üç dublesi olarak koyu yeşil piltzen biralarının
mızıka-i hümâyûn zenginliğindeki şıpka gazileriyle
galiçya cephesine dönmek soğuk rus yağmurlarının
gece ve gündüz dövdüğü uzun menzilli batarya ateşiyle
hilâl-i ahmer çadırlarının ve ıslak çiçekler gibi açıldığı
kocaman çiçekler gibi açıldığı son derece kanlı beyaz
galiçya cephesine dönmek çâresaz operetindeki
yanlış zafer haberleri suriye cephesinden ikdâm’ın
harbiye nezaret-i celilesinde birinci ferik enver paşa
su sızmaz bir dip karanlığında bardakların çatladığı
teşkilât-ı mahsûsa’dan miralay Süleyman askerî’yle
sabah ezanlarına kadar vakit nasıl geçiyor anlayamaz
bir idam öncesi halinde kımıldar kuşkulu bir namaz
en korkak gölgeler olarak bekirağa bölüğü’ndeki
yapışkan bir ter yürür yâkub cemil’in şakaklarına
yırtılmış üyelik kartı yerde ittihad terakki fırkası’nın
şakır şakır bir mavzer doldurulur dışarda vur emriyle
yıldırım gibi solar leylâklar sürâhide – olamam çâresaz
o çok korkmuş kadın güzelliği harb-ı umumi yıllarının”
veya…
“balkan uykularından aşırdığım
nevâkâr üzerine hanımelleri
ne yapsam aklımdan çıkaramadığım
hânende müjgân’ın âh etmeleri
bir üsküp baharına ısmarladığım
telkâri bir mülâzim’le birlikte
mustafa kemal’in boz revolveri
zehir gibi susar selânik’te
akşama sabaha hürriyet trenleri
binbaşı enver bey eli tetikte
def gibi gerilmiş manastır şehri
bütün câmilerinde salâ verilir
tambur karar kıldı tâhirbuselik’te
iğdeler çiçek çiçek göğüs geçirir
yıldız yanlışlıkları gökteki delilikte
hânende müjgân mevsim değiştirir
yanya kalesi’ndeki cephânelikte
bir bulgar yakalanır komitacı
yıldız sarayına şimşekler teyellenir
rumeli’de zabitler nasıl anayasacı
ufak karafaki kavun beyaz peynir
resne’li niyazi’nin gümüşlü kırbacı
makedonya dağlarında kıvılcım beslenir
dersaadet’te ateş yakmak için”
Defter, satır, şiir arası fazla mı uzun oldu?
Ama bu daha hiç bir şey…
Merak etmeyin, bitmedi, devam edeceğiz efendim…