Barış Doster konuya Biden üzerinden girdi.[i]
“Son birkaç gündür de liberal sol (ne demekse o) yorumcu ve gazeteciler, Biden’ın kazanmasına seviniyorlar. Şaşırmıyoruz. Cehaletin o cenahta örgütlü ve kurumsal olduğunu biliyoruz” dedi.
Ve damardan devam etti.
“O nedenle öncelikle ve özellikle emekten, eşitlikten, aydınlanmadan ve bağımsızlıktan yana olması, emperyalizme karşı çıkması gereken solcu aydınların önemli bölümünde ABD ve Avrupa Birliği kuyrukçuluğu zemin buluyor. Sivil toplumculuk, tarikat ve cemaat severlik güçleniyor. Milliyetçi, muhafazakâr, sağ geleneğin aydınlarında ise abartılı bir ABD hayranlığı, temelsiz bir Arap severlik, gerçekçi olmayan bir Osmanlı özlemi öne çıkıyor. Güçle araya mesafe koyamayınca, iktidar olanaklarından beslenmeye alışınca, eleştiriyi unutunca, gelenekten kopuş da kaçınılmaz oluyor.”
Yaklaşık elli yıldır her yolu denediğim, bir sürü uygun tarif bulup da isimlendiremediğim konuya cuk oturtmuş.
İlk bölümde sanki “kıbrıslıtürk” solundan bahsediyor.
O cenahta bitmez tükenmez bir “British/London/GBP” hayranlığı vardır.
Para birimleri Sterlin’dir. Utanmasalar ekmeği bile onunla alıp verirler. Eski gardiyanlarına bitmez tükenmez bir hayranlıkla bağlı olup ölesiye özlem duyarlar.
“Stockholm sendromu”nun yeryüzündeki en somut örneğidirler.
“Rum sevicilikleri” de oradan gelir. Sadece 83 yıllık “Union Jack” altındaki Rum birlikteliğini/kardeşliğini ilahi bir “kader birliği” olarak algılayıp 1877’den önceki 306 yılı görmezden gelir, yok sayarlar.
Kendilerine sorsan sıkı solcudurlar. Sömürge yoldaşları Rum’u çok severler, sömürgenleri Kraliçeyi ise çok çok severler.
Türk’e söverler. Nefret ederler.
Barış Doster’in diktiği elbise, hem de hiç provasız, üzerlerine tam oturmuştur, “Sömürge Solcusu”durlar.
Geliyoruz “Müstemleke Sağcıları”na.
Hemen hemen aynı günlerde; tesadüfen yine Amerikan seçimleri üzerinden Yılmaz Özdil Wyoming’i yazdı.[ii]
“Programı yöneten dallama soruyor… ‘Wisconsin sizce de sürpriz olmadı mı?’
Karşısındaki lavuk cevaplıyor…’Minnesota daha büyük hayal kırıklığı bence, beklemiyordum.’
Wyoming’i merak ediyorlar. Sandıklardan son dakika bilgisi almak için New York’a bağlanıyorlar.
Sevincini gizleyemeyip “Arizona’yı aldık” diye ağzından kaçıran var.
Kendilerine ‘yerli ve milli’ diyen arkadaşların ekranlardaki hali, gerçekten ibret verici.
Kaderlerini ABD’ye bağlamışlar… Trump yıkılırsa, domino taşı gibi kendileri de yıkılacak diye tir tir titriyorlar, utanmasalar yağmur duasına çıkar gibi, Trump duasına çıkacaklar.
Bu zihniyet… Bu kafa, yüz yıl önce de böyleydi.
Amerikan mandası için Wilson Prensipleri Cemiyeti kurmuşlardı”.
Milletin, can havliyle başladığı canını kurtarma savaşında kurulan zararlı cemiyetler ikiye ayrılır.
İlki azınlıkların kurduğu cemiyetler, ikincisi güya çoğunluk tarafından kurulan Türklüğe düşman cemiyetler.
“Azınlıklar”, yabancıların yardımıyla doğal olarak bütünden ayrılmayı ve bir şekilde yardım edenin egemenliğine girmeyi hedefler. Amaçları ülkeyi bölmektir. Bunlar sömürülme ruhludurlar. Bir şekilde bir boyunduruğa girme hayalindedirler. Bunlara da aynı şekilde kolaylıkla gardiyanına âşık, Stockholm Sendromu tanısıyla muzdarip oldukları konulur.
Etniki Eterya, Mavri Mira, Rum Pontus, Hınçak Taşnak, Alyans İsrailit ve Makabi bu ilk gruba örnektir. Bir tür Sömürge Solcusudurlar.
Milli varlığa, Türklüğe düşman cemiyetler ise din kisvesi altında, tahtı bırakmak istemeyen Osmanlı yönetimi tarafından kurulmuşlardır.
Bunları da Kürt Teali, Tealii İslâm, Sulh ve Selameti Osmaniye, Hürriyet ve İtilâf, İngiliz Muhipleri, Wilson Prensipleri Cemiyetleri olarak sıralayabiliriz ki, kelimenin tam anlamıyla Müstemleke Sağcılarıdır.
Pontus, Wilson, İngiliz deyince aklıma kaçınılmaz olarak tam yüzyıl sonra içinde yaşadığımız günlerde gerçekleşen bir “Pompeo” ziyareti geldi.
Kendileri Amerikan Dışişleri Bakanıdır, topal ördek kılığında gerçekleştirdiği veda ziyareti kapsamında İstanbul’a gelip sadece Fener ile görüşmüştür.
Ziyaret ettiği ülkede devletin hiçbir resmi kurumuyla görüşmemiş olması bütün diplomatik teamüllere aykırıdır, zaten ilgili makamlarca protesto edilmiştir.
100 yıl önce Wilson Prensipleri ve Pontus…
100 yıl sonra Biden, Trump, Wyoming…
Yâni yine Amerika ve yine Fener…
Aynı senaryo, aynı film sadece roller, artistler ve figüranlar değişik.
Mekân bile aynı.
O halde yine ve yeniden NUTUK’a bakmaya ne dersiniz?
“Gayet mahrem tutulacaktır. Erzurum, 22.8.35 (1919)
TAMİM
Pek mevsûk elde edilen ma’lumâta göre Rum Patrikhanesi’nde Mavri Mira isminde bir heyet teşekkül etmiştir. Bunun reisi Patrik Vekili Droteos, azaları: Atenagoras, Enez Metropoliti, Yunan Kaymakamı Giritli Katekhakis, Katelopulos, Dipasimas, Ayinpa, Polimitis, Siyari ismindeki zevâttır.
Heyet doğrudan doğruya Venizelos’tan talimat alıyor. Rumların ve Yunan Hükümeti’nin muâvenet-i nakdiyesiyle pek azîm bir sermayesi vardır.
Vazifesi, Osmanlı vilâyetleri dahilinde çeteler teşkil ve idâre eylemek, mitingler ve propaganda yapmaktır. Yunan Salib-i Ahmer’i de bu Mavri Mira heyetine merbuttur. Vazifesi sûretâ muhâcirlere bakmak gibi insanî bir perde altında çete teşkilâtı yapmak, tertibât-ı ihtilâliyeyi ihzâr eylemektir. Bu suretle eczâ-yı tıbbiye ve levâzım-ı sıhhiye namı altında silâh, cephane ve teçhizatı memâlik-i Osmaniye’ye idhâldir. Hatta resmî Muhâcirîn Komisyonu da Mavri Mira heyetine tâbidir.
İstanbul Patrikhanesi ve Yunan Konsoloshanesi esliha ve cephane deposu halini almıştır ve hatta kiliseler ibadet yerinden ziyade askerî ambarlar gibi kullanılmaktadır. Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira heyeti tarafından satın alınmıştır. Rum mekteplerinin, evvelce bizim yapıp da tam şimdi sırası iken maalesef terkettiğimiz, izci teşkilâtları tamamen Mavri Mira heyeti tarafından idâre olunmaktadır. İstanbul, Bursa, Bandırma, Kırkkilise, Tekfurdağı ve mülhakatında izci teşkilâtı itmâm olunmuştur, izciler yalnız çocuklar değildir. Yirmi yaşını mütecâviz gençler de dahildir. Anadolu’da Samsun ve Trabzon cephane tevzi mahallidir. Müsait bir halde bir yelkenli Yunan sefinesi istasyon halinde cephane ve eslihayı hâmilen bu mahallerde bulundurulacaktır. Ermeni hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibidir.
Mustafa Kemal”
(NUTUK. Vesika 1)
ATATÜRK 25 Aralık 1922’de Lozan’da izlenecek politikayı anlatırken de Patrikhane’nin “fesat ocağı” olduğunu söylüyor:
“Rum Patrikhanesi için Türkiye’nin kendi toprağında bir sığınak göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesat ocağının gerçek yeri Yunanistan’da değil midir?”
Gazi, sözlerinin devamında, Lozan’a giden Türk heyetine de bu yönde talimat verildiğini belirtiyor.
Lozan’da büyük tartışmalar sonucunda “karşı taraf” Patrikhane’nin siyasi ve idari yetkilerine son verilmesini, “sadece din alanına giren işlerle yetinmesini” kabul ediyor ve Patrikhane “sadece din işleriyle uğraşmak” üzere ülkemizde kalıyor…
Atatürk 4 Mayıs 1924 tarihinde, New York Herald Gazetesi’ne şu demeci verir.
“Hilâfetle beraber, Türkiye’de mevcut olan Ortodoks ve Ermeni kiliseleri patrikhaneleri ile Musevi hahamhanelerinin ortadan kalkması gerekir. Hilâfet ve bu patriklikler yüzyıllardan beri, ruhanî yetki çerçeveleri dışında, muazzam ayrıcalıklar topladılar. Halkın düşünüşüne uygun olarak verilen haklar dışındaki ayrıcalıklarla, Cumhuriyet yönetiminin uygulanması mümkün değildir. Geçmişte, özellikle Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden sonra, Anayasayı ve Meşrutiyet Kanunlarını, Batının uygarlık makinesine benzer şekilde değiştirmeye çok çalıştık. Fakat bu girişimlerimiz sonuçsuz kaldı. Çünkü her adımda patrikhaneler ve hilâfet gibi siyasî, dinî kurumların hukuku ile karşı karşıya geldik. Patrikhanelerin veya hilâfetin itirazlarına maruz olmaksızın hiç bir düzenleme veya ilerici fikir, idare şeklimize sokulamıyordu”.
1920’lerin Wilson’u ile 2020’nin Pompeo’sunun, hiç başka yer kalmamış gibi tam da Fener’de buluşmalarının “esbâb-ı mucibesi” nedir acaba sizce?