İktidar çevrelerince, yaşanan tüm olumsuzlukların anayasadan kaynaklandığı sivil bir anayasa yapılması halinde sıkıntıların sona ereceği dillendirilmektedir. ABD ve AB tarafından bu söylem hararetle desteklenmekte, darbe karşıtı sivil anayasa ile ülkenin tüm sorunlarının çözülerek çağdaş demokrasi ölçütlerinin yakalanacağı telkin edilmektedir.
1982 Anayasası’nda 22 kez yapılan değişiklik sonucu 177 maddeden 114’ünün değiştirilmiş olması yeterli görülmemekte, tüm maddeleri değiştirilse bile ruhuna sinmiş olan darbe izlerini silmenin mümkün olamayacağı iddia edilmektedir.
Darbe karşıtlığı, demokratikleşme, devlet kurumlarına ve metinlere sinmiş militarist tortulardan arınarak topyekûn sivilleşme söyleminin aralıksız tekrarı kitleleri belli oranda etkilemektedir.
Kimi meslek örgütleri, işçi ve işveren kuruluşları arasında yakın geçmişte yaşanan anayasa taslağı hazırlama yarışı sivil anayasa söyleminin yol açtığı toplumsal şartlanmanın derecesini göstermektedir. İş o dereceye varmıştır ki; bireysel ve kurumsal ölçekte demokrasi sınavından geçmenin tek koşulu önerilen sivil anayasadan yana olmaya indirgenmiştir!
Sorgulanması, eleştirilmesi aforoz nedeni sayılan, toplumsal bir illizyona dönüştürülmüş sivilleşmeye yakından baktığımızda bazı tuhaflıklar göze çarpmaktadır. Ekonomik demokrasiyi içermeyen, üreticinin, halk kesimlerinin dışlandığı bir sivilleşmenin vahşi kapitalizmin makyajlanmasından öte bir anlam ifade etmediği açıktır.
Sermayeye karşı emeği tutmayan, emperyalizme karşı mazlum halkları savunmayan, gericiliğe karşı çağdaşlıkla örtüşmeyen bir sivilleşmenin postmodern toplumsal narkozdan başka bir şey olmadığı anlaşılmalıdır.
Türkiye’nin bölgesinde kendi başına bağımsız bir ekonomik ve siyasal güç olduğu günler artık mazide kalmıştır. Yaşanan gerçeklik ABD ve AB’nin Türkiye’ye dayattığı serbest piyasa modeline uygun bir ekonomik sistemdir.
Cumhuriyetin milli burjuvazi yaratmak ülküsüyle palazlandırdığı yerli sermaye tekelci aşamadan sonra nitelik değiştirmiştir. Uluslararası sermayeye eklemlenip onun içerdeki uzantısına dönüşünce ülkenin kuruluş değerlerine tamamen yabancılaşmıştır.
Ekonomisi millilikten çıkmış bir ülkenin bürokratik kadrolarının ve sonuçta devletin milli kalması olanaksızdır. Bu sürecin doğal sonucu dış dinamiklerin arkaladığı ve yönlendirdiği bir siyasi anlayışın ülkeyi yönetmekte olmasıdır.
Günümüz Türkiye’sinin ekonomik ve siyasal fotoğrafı yukarıda anlattığımız çerçeve içindedir.
Bir ülkede sınıfsal kompozisyon, ekonomik güç dengeleri esaslı biçimde değiştiğinde toplumun yeni egemenleri bu durumun bir an önce hukukileştirilmesi için harekete geçerler.
Ekonomik hâkimiyetlerini hukuk meşruiyeti ile tahkim etmek isterler. Ekonomik ve siyasal olarak uluslararası sistemin arzusu doğrultusunda şekillendirilen Türkiye’nin hukuken dönüştürülmesine başlandığı anlaşılıyor.
Türkiye’ye biçilen role uygun bir hukuk elbisesinin giydirilmesiyle operasyonun en hayati aşamasının tamamlanmasına çalışıldığının gözden kaçırılmaması gerekiyor.
Ülkenin kuruluş felsefesiyle, kurucu değerleriyle irtibatı tümüyle koparacak, üniter yapıda ulus devlet olmaktan çıkaracak bir hukuk metnini sivilleşme illüzyonuyla topluma kabul ettirmek için olağanüstü çaba gösterilmektedir.
Tekil yapıdan, ulus devlet modelinden vazgeçip, çok etnisiteli bir yapıya kapı aralayacak, kendisi için ulus ve devlet olma yerine uluslararası sistemin biçtiği role razı köksüz bir yapıya geçişin etkileyici makyajı olarak kullanılan sivilleşme söyleminin Türkiye’yi götüreceği yerin ayırdına varılmalıdır. Yeni Türkiye’ye dayatılan yeni anayasanın sivil ambalajlı sömürge hukukundan başka bir anlama gelmeyeceği bilinmelidir.