– Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan mübadele, hangi koşulların ürünüydü?
Lozan görüşmeleri sürerken 30 Ocak 1923’te Türkiye ile Yunanistan arasında, “Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” imzalandı. Protokole göre Yunanistan uyruklu Müslümanlar Türkiye’ye, Türk uyruklu Ortodoks Rumlar Yunanistan’a gönderilecekti. Yunanistan’da Batı Trakya Müslümanları (Türk), Türkiye’de ise İstanbul (Adalar dahil) Rumları mübadele dışı kalacaklardı.
– Türkiye’de özellikle liberal çevrelerde, mübadele konusunda da Türkiye’yi ve Atatürk’ü suçlayan bir tutum var. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Günümüzde liberal çevreler ve bazı aydınlarımız, mübadelenin Türkiye’nin isteği ve zorlamasıyla gerçekleştiğini, 1.2 milyon Rumun yerinden yurdundan edildiğini söylüyor. Tarihsel gerçeklik bunun tam tersi. Lozan tutanakları, bunun tam tersini belgeliyor. Mübadeleyi hararetle isteyen taraf Yunanistan. Hatta Venizelos, 1. Dünya Savaşı’nın başlamasına birkaç ay kala, 1914 Mayıs ve Temmuz aylarında, İzmir ve Havalisi Rumları ile Makedonya’daki Türklerin karşılıklı yer değiştirmesini önermiştir. Yunanistan’ın nüfus ihtiyacını bu yolla karşılamayı düşünmüştür. Osmanlı Devleti, 1. Dünya Savaşı’nı kaybedince Atina, Anadolu’dan pay kapmak istemiştir. Mübadeleye gerek kalmadığı düşüncesi baskın çıkmıştır. Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanınca Yunanistan açısından işler tersine dönünce değişti. Venizelos, mübadeleyi yeniden gündeme getirdi.
– O dönemin koşullarında mübadele dışında bir seçenek mümkün müydü?
Değildi. Türkiye, Türkiye’de yaşayan, Türk uyruklu Ortodoks Rumların da vatanıdır. Ülkelerini savunmaları gerekirken, ülkelerini işgale gelen Yunan ordusu ile işbirliği yapmak, Yunan ordusuna asker yazılarak Türkiye’ye silah çekmek, “vatana ihanet” suçunu oluşturur. Bu yurttaşların bir kısmı da üniforma giyip silah kuşanarak, işgalciler tarafından örgütlenen, “Mikrasiati Amina – Küçük Asya Savunma Örgütü” bünyesinde Türkiye’ye karşı faaliyet göstermiştir. Karadeniz bölgesinde yaşayan Ortodoks Rumların bir bölümü, Yunanistan destekli Pontus devleti kurmak için Pontus çeteleri kurup çevredeki Türk köylerinde etnik temizlik yapmıştır. Atatürk; Nutuk’ta, Pontus kalkışmasına değinirken önemli bilgiler verir. Bu çetelerin silahlı unsurlarının 25 bin kişiyi bulduğunu, Karadeniz bölgesinde sayısız katliamlar yaptığını söyler. Buna karşılık Müslüman (Türk) azınlığın, uyruğu bulundukları Yunan devletine karşı bir kalkışması, aleyhte siyasi faaliyeti yoktur.
– Büyük Taarruz sonrasında dengeler nasıl değişmiştir?
Büyük Taarruz sonrası, kısa zamanda, 9 Eylül 1922’de İzmir kurtarılmıştır. İşgalcilerle işbirliği yapanlar, Yunan ordusuyla birlikte Anadolu’dan kaçmıştır. O nedenle 30 Ocak 1923’te Mübadele Protokolü imzalandığında Yunanistan uyruklu 500 bin civarında Müslüman – Türk Türkiye’ye gönderilmiştir. Bizde ise mübadele kapsamına giren 1.2 milyon Ortodoks – Rum’un büyük çoğunluğu, mübadele protokolü uygulanmadan önce Anadolu’yu terk ettiğinden, geriye kalanlar mübadele kapsamında Yunanistan’a gönderilmiştir. Mübadele Yunanistan’ın ısrarıyla gündeme gelmiştir.
– Bu tarihsel gerçeklere karşın Yunanistan’ın düşmanca tutumunu nasıl açıklamalı?
Yunanistan parlamentosu, 25 Ağustos 1998’de, 14 Eylül 1922 tarihini, (Yunan birliklerinin ana unsurlarının Anadolu’yu terk ettiği tarih) “Küçük Asya Helenlerinin Soykırımı” tarihi olarak kabul etti. Ardından 24 Şubat 1994’te, 19 Mayıs 1919 tarihini, “Pontus Rumları Soykırımı” tarihi olarak kabul etti. Türklerin, işgalcilere karşı verdiği destansı mücadelenin simgesel tarihlerinin, onur günlerinin, işgalciler tarafından “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali bu şekilde çarpıtılması düşündürücüdür. Yunanistan; komşu bir ülkeyi işgale kalkışmış, Atatürk’ün; “Askerlik şerefinden yoksun katiller sürüsü” olarak nitelediği zalim Yunan ordusu, Anadolu’da yağma, talan, katliam yapmıştır. Bunların hesabını vermesi veya utanç içinde başını önüne eğmesi gerekir. Fakat Yunanistan tam tersini yaparak mazlum bir millete iftira atmaktadır.
– Yunanistan, mübadele konusunu nasıl kullanıyor?
Yunanistan, mübadeleyi Türkiye’ye yönelik siyasi ve kültürel ataklarında koçbaşı olarak kullanıyor. 30 Ocak 1923’te Lozan’da Yunanistan baş delegesi Venizelos’un büyük bir istekle imzaladığı protokole hiç değinmiyor. Mübadeleyi, Rumları Anadolu’dan zorla göndermek için Türkler tarafından uygulanmış tek taraflı, hukuk dışı bir tasarruf olarak yansıtıyor. Türkiye’de kendisini aydın, entelektüel olarak gören bazı yurttaşlarımız üzerinde de etkili oluyor maalesef. Türklerin kolektif bilinci, milli duyarlılığı tahrip ediliyor. İyi düşünülmüş, en ince noktasına dek planlanmış, hiçbir ayrıntısı ihmal edilmemiş bir toplum mühendisliği ile karşı karşıyayız.
‘KÜLTÜREL KARASULARI KAÇ MİL?’
– Son dönemde mübadele konusunu bütünüyle Yunanistan’ın gözünden ele alan çok sayıda kültürel, sanatsal faaliyet göze çarpmıyor mu?
Mübadele konusunu Yunanistan’ın bu politikası çerçevesinde işleyen romanlar, makaleler, incelemeler, hatıratlar, filmler dikkat çekiyor. Bu tesadüf değil. Ülkemizde bilinç körlüğüne, bellek felcine yol açan kültürel operasyonlar, bundan sonra da artarak sürecek. Türkiye; Yunanistan’ın Ege Denizi’nde karasularını 12 mile çıkarmasını savaş nedeni saydığını defalarca ilan etti. Fakat Yunanistan’ın kültürel karasularının 12 milin çok ötesine geçtiğini fark edemedi. Suyun iki yakasına uzanan sevdaların, yarım kalmış aşkların, neredeyse yüz yıl saklanan çeyiz sandıklarının hikâyeleri Türk okurunu duygulandırıyor. Sinemadan, TV ekranlarından yansıyan çağdaş aşk masalları seyirciyi ağlatıyor. Bu tür toplum mühendisliğiyle oluşturulan algı o dereceye vardı ki ortalama yurttaşımız, tarihsel zorunluluk olan, Türkiye’nin uluslaşmasında büyük etkisi olan mübadeleye lanet okur hale geldi.
En son, mübadele sonrası alevlenen yarım bir aşkın hikâyesi olarak ekranlarda göreceğimiz filmin adının “Paramparça” olduğunu okuduk basında. Verilen demeçlerden, senarist ve yönetmen çiftin (Orhan Tekelioğlu – Nurdan Tekelioğlu) üçüncü kuşak mübadil torunları olduğunu öğrendik. Başroller; Türk ve Yunanlar arasında paylaştırılmış. Kurgusunu ve görüntü yönetmenliğini Lukas Agelastos yapıyormuş. Filmde, Yunanistan İstanbul Başkonsolosluğu Eğitim-Kültür Ataşesi Stavros Yolcuoğlu da (Samsun’dan Yunanistan’a giden bir mübadil ailesinin üçüncü kuşağı) önemli sorumluluk almış. Acaba, Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik kültürel karasuları kaç mil? Türkiye’nin, bırakalım kültürel karasularını, kültür politikası var mı?