Münster’de, Kral ve Kaliçe’nin katıldığı törende, Hollanda’nın ilk kez 1648’de Uluslararası alanda tanındığı iddia edildi.
Münster’in yalanını, Kral’ın bilinçsizliğini, 1612’de Hollanda’yı ilk tanıyan Osmanlı gerçeğini, De Telegraaf gazetesi görmezden geldi.
Hollanda ile Türkiye ilişkilerinin önemini kavrayamamış olan Kral Willem Alexander’in sessizliği de şaşkınlık yarattı.
Tarih araştırmacısı Mehmet Tütüncü De Telegraaf gazetesine mektup yazarak, çarpıtma haberdeki gerçek dışılığı ortaya serdi. Ama Gazeteden ses çıkmadı.
Değerli Okurlarım,
Bu haberi, 28 Eylül 2025 günü web sayfama yerleştirmiş ve aynı gün servis etmiştim.
Ne yazık ki, haberin tam olarak servis edilemediğini öğrendim. Whatsapp dostlarım ve küçük bir grup dostum email servisimden yararlamışlar ama on bin kadar email adresine yazı ulaşmamış.
Bugün haberi güncelleyerek yeniden servise koyuyorum.
Biliyorsunuz, her yazımın Hollandacasını en altta sizlere sunuyorum.
Bugün özel bir sistem uyguladım. Bu haberin Hollandaca versiyonunu Türkçeden önce düzenleyerek, ayrıca 600 kadar Hollanda medyasına ve Hollandalı dostlara sunacağım.
Haberi iki defa almış olacak okurlarımdan özür dilerim. ilhankaracay.com adlı web sayfama baktığınız zaman, bu haberin ikinci versiyonunu da (yani önce Hollandacasını) göreceksiniz.
İşte güncellenmiş haberim:
Hollanda’nın en çok okunan gazetelerinden De Telegraaf, 23 Eylül 2025 tarihli sayısında Münster’deki Haus der Niederlande hakkında yayımladığı haberde, Hollanda’nın 1648’de bağımsız bir devlet olarak ilk kez tanındığını ileri sürdü. Ancak gazete, Münster’in yalanını, Kral’ın bilinçsizliğini, 1612’de Hollanda’yı ilk tanıyan Osmanlı gerçeğini görmezden geldi.
Tartışmalar sürerken, törende hazır bulunan Kral Willem Alexander’in bu tarihî gerçeği dile getirmemesi ise Türk kamuoyunda şaşkınlık yarattı.
TARİH ARAŞTIRMACISI MEHMET TÜTÜNCÜ, DE TELEGRAAF’A MEKTUP YAZARAK, HABERDEKİ ÇARPITMAYI ORTAYA KOYDU
Tarihçi Mehmet Tütüncü, De Telegraaf’a gönderdiği mektubunda bu tarih çarpıtmasına sert tepki gösterdi. Tütüncü, Hollanda’nın “doğum belgesinin” aslında İstanbul’da yazıldığını hatırlatarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1612’de Hollanda’yı resmen tanıdığını vurguladı. Onun ifadesiyle: “Eğer ulusal tarihimizi ciddiye alıyorsak, kabul etmeliyiz ki Hollanda Cumhuriyeti’nin temeli, Münster’de değil, İstanbul’da atılmıştır.”
MEHMET TÜTÜNCÜ’NÜN MEKTUBU (HOLLANDACA’DAN TERCÜME)
Mehmet Tütüncü (solda) anlattı, İlhan Karaçay dinledi.
Drs. Mehmet Tütüncü
Tarihçi ve Hollanda-Türk Tarihi İlişkileri Uzmanı
E-posta: m.tutuncu@gmail.com Tel: 0624255100
Münster değil, İstanbul: Hollanda’nın gerçek doğuşu
“23 Eylül tarihli De Telegraaf gazetesinde, “Haus der Niederlande” hakkındaki bir arka plan yazısında, Münster Barışı’nın merkezde olduğu ve Hollanda’nın 1648 yılında ilk kez uluslararası alanda bağımsız devlet olarak tanındığı ileri sürülmüştü. Bu, ısrarla yinelenen ama yanlış bir görüştür. Yedi Birleşik Hollanda Cumhuriyeti’nin resmî tanınması 1612 yılında gerçekleşmiştir – Münster’de değil, İstanbul’da (o zamanki adıyla Konstantinopolis’te).
Osmanlı İmparatorluğu, 17. yüzyılın başlarında dünyanın en güçlü devletlerinden biriydi ve Habsburglarla sürekli bir mücadele içindeydi. İşte tam da Hollanda İsyanı’nın yöneldiği aynı Habsburg hanedanı – V. Karl ve II. Felipe gibi hükümdarların hanedanıydı. Dolayısıyla Osmanlılar için genç Hollanda Cumhuriyeti, ortak bir düşmana karşı mücadelede mantıklı bir müttefikti.
1610 yılında, sadrazam Halil Paşa, Sultan I. Ahmed adına, Hollanda Genel Meclisi’ne (Staten-Generaal) İstanbul’a bir elçi göndermeleri için resmî davet yolladı. İki yıl sonra Cornelis Haga Osmanlı başkentine gitti ve sultandan yalnızca resmî tanıma değil, aynı zamanda Hollanda’yı Fransa ve İngiltere ile eşit düzeye koyan ticari ayrıcalıklar da elde etti.
Bu tanıma, bir ahidnâme – sultanın tek taraflı bildirisi – ile belgelendi. Bugün hâlâ Ulusal Arşiv’de görülebilen bu belgede, Hollanda’nın yedi eyaletin birleştiği ve Genel Meclis’in yönettiği bir devlet olarak ayrıntılı biçimde tanımlanmış olması dikkat çekicidir. Aslında bu belge, ülkemizin doğum belgelerinden biridir; Münster Barışı’ndan otuz yıldan fazla bir süre öncesine aittir.
Avrupa’nın büyük güçleri, Hollanda’nın bağımsızlığını ancak 1648’de, seksen yıl savaşından sonra isteksizce tanırken, Osmanlılar bunu çok daha önce – 1612’de – inançla ve jeopolitik çıkar gereği yapmışlardır. Bu, tarihimizin unutulmuş bir bölümüdür ve bizi alışıldık Avrupa merkezli bakış açısının ötesine bakmaya zorlamaktadır.
Eğer ulusal tarihimizi ciddiye alıyorsak, kabul etmeliyiz ki, Hollanda Cumhuriyeti’nin temeli, Münster’de değil, İstanbul’da atılmıştır.”
Mehmet Tütüncü’nün mektubu bu kadar.
ŞİMDİ GELELİM DE TELEGRAAF’IN ÇARPITMASINA
De Telegraaf’ın Münster merkezli anlatısı sadece bir tarih detayı değil; kamuoyuna sunulan bir gerçeklik kurgusudur ve bu kurgunun doğrulanması gerekiyor. Oysa belgeler apaçık: Hollanda’yı ilk resmî olarak tanıyan devlet Osmanlı İmparatorluğu’dur. 1612 yılında Cornelis Haga’nın İstanbul’a gidip Sultan I. Ahmed tarafından kabulü ve alınan ahidnâme, bugün hâlâ Ulusal Arşiv’de görülebilen bir belgeyle teyit edilir. Bu tanıma yalnızca siyasal değil, aynı zamanda ticari anlamda da eşitlik ve güvence sağlamıştır.
De Telegraaf ise 1648’i “ilk tanıma” olarak sunarak hem Osmanlı’nın rolünü görmezden geliyor hem de Hollanda tarihinin önemli bir parçasını yok sayıyor. Bu, basit bir yanlış bilinçten öte; halkın belleğini şekillendiren bir anlatının tahrifidir. Osmanlı’nın 1612’deki tanıması, Avrupa’nın birçok gücünün tereddüt ettiği bir dönemde Hollanda için hayati jeopolitik ve ekonomik sonuçlar doğurmuştur — bunu es geçmek, Türkiye’yi küçümsemek olduğu kadar Hollanda’nın kendi tarihine de haksızlıktır.
Peki bu bilinçli bir çarpıtma mı, yoksa gaflet mi? Okuyucuların kendisi değerlendirecektir. Ancak tek bir gerçek sabittir: tarih belgeleri nerede durduğunu gösterir ve bu belgeler Hollanda Cumhuriyeti’nin “doğum” kayıtlarından birinin İstanbul’da yazıldığını işaret eder. Konuyu takip edeceğim; De Telegraaf’ın hatasını belge ve argümanlarla ortaya koyacağım ve Türkiye’nin Hollanda’ya sağladığı somut katkıları adım adım göstereceğim.
GERÇEKLERİN HATIRLATILMASI GEREKİR
Yayınlanan haberde, De Telegraaf gazetesi, Münster Üniversitesi çevreleri ve bizzat Hollanda Kralı Willem-Alexander tarafından dile getirilen tarihî yanlışlara tanık olduk. Ne yazık ki bu söylemler, Hollanda’nın bağımsızlık sürecinde Osmanlı’nın oynadığı rolü göz ardı etmekte, hatta çarpıtmaktadır.
Burada özellikle Kral’a iki çift söz söylemek gerekiyor:
Bir ülkenin kralı, kendi milletinin tarihini en iyi bilen kişi olmalıdır. Nasıl olur da bir Kral, böyle bir gaf karşısında sessiz kalır?
Nasıl olur da “Bizi ilk tanıyan ülke Osmanlı İmparatorluğu’dur” diyemez?
Oysa belgeler, arşivler, Osmanlı sarayında görev yapan büyükelçiler ve bizzat Hollanda tarihçileri bu gerçeği defalarca ortaya koymuştur. Hollanda’yı bağımsız bir devlet olarak tanıyan ilk ülke Osmanlı’dır. Bunu görmezden gelmek, sadece bir tarih gafı değil, aynı zamanda Hollanda halkına karşı bir haksızlıktır.
İşte bu nedenle, aşağıda okuyacağınız geniş çalışmada, hem Osmanlı-Hollanda ilişkilerinin tarihî gerçeklerini hem de günümüze uzanan dostluğu bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Aşağıdaki yazıyı ben, İlhan Karaçay olarak kaleme aldım ama, aynı zamanda, Hollanda’da yetişmiş bir okul öğrencisinin de aynı tarihî olayları araştırıp aynı sonuçlara ulaşmış olması, bana büyük umut verdi. Çünkü bu, genç kuşakların da Osmanlı’nın Hollanda bağımsızlığındaki rolünü ve iki ülke arasındaki dostluğun değerini fark ettiğini gösteriyor.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Seksen Yıl Savaşı’ndan bugüne, Osmanlı ve Türkiye’nin Hollanda ile ilişkileri derin izler bırakmıştır.
*Osmanlı, Hollanda’nın bağımsızlığında sessiz ama güçlü bir rol oynamıştır. *Cornelis Haga’nın elçiliği, Osmanlı’nın Hollanda’yı Avrupa’dan önce tanıdığını göstermiştir. *Atatürk ve Wilhelmina, modern dönemde bu dostluğu güçlendirmiştir. *Türk işçi göçü, ilişkilerin toplumsal boyutunu oluşturmuştur. Evet, inişler çıkışlar olmuştur. Ama dört asrı aşan bu ilişki hiçbir zaman kopmamıştır.
Son söz olarak diyebilirim ki:
Biz Türkler için Türkiye ana vatan, Hollanda baba vatandır. Hollanda’daki bir Türk kökenliye, “Annen mi, baban mı daha önemli?” diye sorulmaz. İşte bu yüzden bizler de Hollanda ile Türkiye arasında seçim yapamayız. İkisi de bizimdir.
HOLLANDA – TÜRKİYE İLİŞKİLERİ:
SEKSEN YIL SAVAŞI’NDAN BUGÜNE
Hollanda ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin resmî başlangıcı 414 yıl öncesine dayanır. Ama aslında bu ilişkilerin kökleri çok daha eskilere, neredeyse bin yıl öncesine kadar uzanır. Ne var ki Hollanda’daki okul kitaplarında bu tarihî dostluğa dair tek satır bile bulamazsınız. Oysa Osmanlı İmparatorluğu ile Hollanda arasında öylesine derin bağlar olmuştur ki, bu bağlar sadece diplomatik yazışmalarla sınırlı kalmamış, bizzat iki milletin kaderini etkilemiştir.
Nitekim, Seksen Yıl Savaşı sırasında, İspanya’ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Hollandalıların yanında en büyük desteği Osmanlı İmparatorluğu vermiştir. O dönemin Osmanlı Sultanı, Kanuni Sultan Süleyman, Protestan isyancılara hem askerî hem de mali destek sözü vermiştir. İşte bu yüzden, Hollanda’da ayaklanan Protestanların dilinden şu slogan düşmüyordu:
“Papaz olmaktansa Türk olmayı tercih ederim.”
Bu söz, bugün bile iki ülke arasındaki tarihî yakınlığın en çarpıcı göstergelerinden biridir. Eğer Osmanlılar olmasaydı, belki bugün Hollanda diye bir devlet olmayacak, Hollandalılar İspanyolca konuşuyor olacaktı. Bu durumda biz Türkler de bugün Hollanda’ya göç etmemiş olacaktık. Hatta ben, İlhan Karaçay olarak, belki bugünkü eşime, çocuklarıma ve torunlarıma da sahip olamayacaktım.
Bu tarihî gerçekleri bir araştırmacı olarak ben dile getiriyorum. Ama aynı zamanda, Hollanda’da büyümüş bir okul öğrencisinin de aynı konuları araştırdığını ve aynı sonuçlara ulaştığını görmek bana büyük mutluluk verdi. Çünkü genç kuşaklar da Osmanlı’nın Hollanda bağımsızlığında oynadığı rolü fark ediyor ve bu dostluğun ne kadar değerli olduğunu hissediyorlar.
Seksen Yıl Savaşı ve Osmanlı Desteği
1555 yılında Kutsal Roma İmparatoru V. Karl, tahtını bırakarak yönetimi oğlu II. Felipe’ye devretti. İspanya tahtına oturan II. Felipe, katı Katolik inançları doğrultusunda sert bir yönetim uygulamaya başladı. Bu baskıcı tutum, Hollanda halkı tarafından hoş karşılanmadı. II. Felipe, Hollanda topraklarına doğrudan ilgi göstermek yerine, ülkeyi uzaktan yönetmeye çalıştı. Bunun için de yöneticiler ve valiler atadı; yarı kız kardeşi Margaretha van Parma’yı Hollanda genel valisi yaptı.
Ama Hollanda’da yükselen Protestan hareketi, Katolik İspanya’ya karşı giderek daha güçlü bir şekilde direnişe geçti. 1566 yılında başlayan Beeldenstorm (İkonoklazm) sırasında Protestan halk, Katolik kiliselerine ve heykellerine saldırarak dini baskıya başkaldırdı. İşte o dönemde dillere pelesenk olan slogan şuydu:
“Papaz olmaktansa Türk olmayı tercih ederim.”
Bu söz, Protestanların, Katolik İspanyollardansa Osmanlıların Müslüman kimliğini daha tercih edilir bulduklarını gösteriyordu. Bu mesaj Osmanlı sarayına kadar ulaştı. Kanuni Sultan Süleyman, Hollandalı isyancılara askerî ve mali yardım sözü verdi. İşte bu andan itibaren Osmanlı-Hollanda ilişkileri başlamış oldu.
II. Felipe ise isyanı bastırmak amacıyla en güçlü komutanlarından biri olan Alba Dükü’nü, 10.000 kişilik bir orduyla Hollanda’ya gönderdi. Alba Dükü’nün katı ve zalim politikaları halkın direnişini durduramadı, tam tersine Protestanları daha da hırslandırdı. Bu dönemde Protestan direnişçilerine “Geuzen” adı verildi.
1568’deki Heiligerlee Savaşı, Seksen Yıl Savaşları’nın resmî başlangıcı oldu. Direnişçiler, denizci “su geuzenleri”nin de yardımıyla İspanyol gemilerine saldırılar düzenledi. 1 Nisan 1572’de Brielle’nin ele geçirilmesi, direnişin moralini artırdı. Ardından Alkmaar, Leiden ve Haarlem gibi önemli şehirler de İspanyollardan alındı.
1584’te, Hollanda direnişinin lideri Willem van Oranje (Hollanda’nın Babası) suikast sonucu öldürüldü. Ancak mücadelesi yarım kalmadı; oğlu Maurits önderliğinde devam etti. 1588 yılında Hollanda, fiilen ikiye ayrıldı: Güney Hollanda İspanya’nın elinde kaldı, kuzeydeki bölgeler ise “Cumhuriyet” adıyla bağımsızlık ilan etti.
Cumhuriyet, Osmanlı’nın desteğini almaya devam etti. 1599 yılında Zeeland Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu, Hollandalılara askerî yardım gönderdi. Yaklaşık 1500 Osmanlı askeri, Zeeland’ın İspanyollardan kurtarılmasına katkı sağladı. Osmanlı’dan getirilen laleler, Zeeland yakınlarında ekildi. Bunu gören İspanyollar, Hollanda’nın Osmanlı ile ittifak içinde olduğunu anlayarak geri çekildi. Bu desteğin hatırası olarak Prens Maurits, Zeeland’daki bir bölgeye “Turkeye” adını verdi.
1590’ların sonuna gelindiğinde, Osmanlı desteği yalnızca askeri değil, diplomatik boyuta da taşındı. Osmanlı veziri Halil Paşa, Hollanda elçisini bizzat İstanbul’a davet etti. Bunun üzerine Hollanda, Cornelis Haga’yı ilk resmî büyükelçisi olarak Osmanlı’ya gönderdi.
Hollanda Cumhuriyeti, Avrupa’daki birçok devlet tarafından ancak 1648’deki Münster Barışı ile resmen tanınırken, Osmanlı çok daha önce Hollanda’yı bağımsız bir devlet olarak kabul etmişti. Bu, Osmanlı-Hollanda ilişkilerinin ne kadar özel olduğunu gösteren önemli bir ayrıntıdır.
Kanuni Sultan Süleyman ve Willem van Oranje’nin Etkileri
Kanuni Sultan Süleyman, 6 Kasım 1494’te Trabzon’da doğdu. Babası, Osmanlı İmparatorluğu’nun dokuzuncu padişahı Yavuz Sultan Selim’di. Adını peygamber Süleyman’dan alan Kanuni, küçük yaşta iyi bir eğitim gördü; hem siyasî hem de askerî alanda bilgili bir lider olarak yetişti.
1520’de tahta çıkan Kanuni, sadece Osmanlı topraklarını genişletmekle kalmadı, aynı zamanda Avrupa’nın siyaset sahnesinde de belirleyici bir güç oldu. Batılı tarihçiler ona “Muhteşem Süleyman” veya “Büyük Türk” unvanını verdiler.
Hollanda açısından önemi ise, Seksen Yıl Savaşı sırasında Protestan isyancılara verdiği destekle ortaya çıktı. Osmanlı yardımı, yalnızca askeri malzemeler veya mali kaynaklarla sınırlı kalmadı; aynı zamanda moral ve stratejik katkılar da sağladı. Hatta Osmanlı’dan getirilen lalelerin, Hollanda’daki İspanyol askerlerini bile ürküttüğü anlatılır.
Cornelis Haga ve Osmanlı-Hollanda Diplomatik İlişkileri
1612 yılında Hollanda, Cornelis Haga’yı Osmanlı’ya ilk resmî büyükelçisi olarak gönderdi. Haga’nın İstanbul’a varışı, sadece bir diplomatik ziyaret değildi; aynı zamanda Hollanda’nın dünya sahnesinde bağımsız bir devlet olarak tanınmasının da başlangıcıydı.
Haga’nın işi kolay değildi. İstanbul’da görev yapan Fransız, İngiliz ve Venedik elçileri, Hollanda’nın elçi olarak kabul edilmesine karşı çıktılar. Çünkü Osmanlı’nın Hollanda’ya vereceği kapitülasyonlar (ticaret imtiyazları), bu ülkelerin çıkarlarına zarar verecekti. Hatta Fransız ve Venedikli elçiler, Osmanlı sarayındaki yetkililere rüşvet vererek Hollanda’nın tanınmasını engellemeye çalıştılar.
Ancak Osmanlı veziri Halil Paşa, Hollandalıların yanında durdu. Hatta Haga’nın Osmanlı protokolüne uygun hareket etmesi için kendi cebinden 3000 altın vererek, vezirlere dağıtılacak hediyelerin alınmasına yardım etti.
Bu süreçte bir başka önemli isim ise, dönemin büyük mutasavvıfı Aziz Mahmud Hüdayî idi. Haga, Üsküdar’daki dergâhında Hüdayî’yi ziyaret edip saygı gösterince, Hüdayî de Hollandalılara kapitülasyon verileceğine dair güvence verdi.
1 Mayıs 1612’de Sultan I. Ahmed’in huzuruna çıkarılan Haga, Latince bir konuşma yaparak Osmanlı’ya dostluk mesajı verdi. Sultan’ın Haga’yı beğenmesi üzerine, ona hil’atlar (şeref kaftanları) giydirildi. Çok geçmeden Hollanda’ya resmî kapitülasyonlar verildi.
Böylece Osmanlı, Hollanda’yı bağımsız bir devlet olarak tanıyan ilk büyük güç oldu. Avrupa’nın diğer ülkeleri Hollanda’yı ancak 1648’deki Münster Barışı ile tanıyacaklardı.
Cornelis Haga’nın İstanbul’daki büyükelçiliği kısa süreli planlanmıştı ama o tam 27 yıl boyunca Osmanlı topraklarında kaldı.
Cumhuriyet’ten Günümüze Hollanda-Türkiye İlişkileri
Atatürk ve Cumhuriyet Dönemi
1923’te Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Kraliçe Wilhelmina, Atatürk’e tebrik mesajı gönderdi. 1924’te iki ülke arasında dostluk antlaşması imzalandı. 1934’te Atatürk ve Wilhelmina, Türk-Hollanda Dostluk Derneğini kurdu.
İşçi Göçü ve Türkler
1960’larda başlayan işçi göçüyle Hollanda’ya gelen Türkler, kısa sürede kalıcı oldu. Önce “misafir işçi” idiler; sonra ailelerini getirdiler. Bugün Hollanda’da yaşayan Türklerin sayısı 600 bini aşmıştır. Bunların 400 bini Hollanda vatandaşıdır. Resmî olmayanlarla birlikte sayı 700 bini bulur.
Türkler sadece işçi olarak kalmadılar; girişimcilik ruhlarıyla ekonomiye de katkı sağladılar. 2025 itibarıyla 30 bine yakın Türk girişimci vardır.
2017 Diploması Krizi
Mart 2017’de, Türk bakanların Hollanda’da vatandaşlara hitap etmesine izin verilmedi. Rotterdam’da protestolar yaşandı. Erdoğan ile Rutte arasında sert sözler sarf edildi. Kriz kısa süreli oldu; ilişkiler yeniden normalleşti.
JAN J.B. KUIPERS KİMDİR?
1953 yılında Hollanda’nın Zeeland bölgesindeki Zaamslag kasabasında doğan Jan J.B. Kuipers, ülkesinin en üretken yazarlarından, şairlerinden ve tarih araştırmacılarından biridir. 1970’li yıllarda gazetecilikle başladığı yazı hayatında, bugüne dek seksenin üzerinde kitap ve bini aşkın makale, deneme ve şiir yayımlamıştır. Kuipers’in eserleri hem kurgu hem de kurgu dışı alanlarda geniş bir yelpazeye yayılır. Bilimkurgu, fantastik edebiyat, gençlik romanı ve tarih araştırmaları gibi farklı türlerde kalem oynatmış; özellikle Zeeland bölgesinin tarihi, kültürel mirası, suyla mücadelesi ve halk gelenekleri üzerine yaptığı çalışmalarla tanınmıştır.
2005–2006 yıllarında Middelburg kentinin “şehir şairi” (stadsdichter) olarak görev yapan Kuipers, bu dönemde yazdığı şiirlerde de kent tarihini ve denizle iç içe yaşamı işlemiştir. Yalnızca edebî eserleriyle değil, bölgesel tarih bilincine yaptığı katkılarla da Hollanda kültür hayatında önemli bir yere sahiptir. Kuipers, editörlük çalışmaları, dergilerdeki yazıları ve popüler tarih kitaplarıyla, hem akademik hem de halka dönük anlatımı başarıyla birleştiren bir kalem olarak anılmaktadır.