Ömrüm yanlış tedavilerle ve onların sonuçlarıyla uğraşmakla geçti. Yetmişi devirdik. 34 yaşındayken geçirdiğim mide amelyatında başladı kobay edilişim; ülser diye amelyata girdim kanser amelyatı ile çıktım… Kobay olmak istemiyorum artık.
Birinin yanlışları yüzünden hep bir sonraki amelyatım yanlış seyretti. Her seferinde bir sürü sakatlık kaldı bende. Basit bir safra amelyatından sonra bile hatalı dikişler yüzünden karın zarımda oluşan fıtıklarla ve uyuşmalarla boğuşmak zorunda kaldım. O hatalar yüzünden en son beş ay önce geçirdiğim basit bir zona hastalığında Rize RTE Araştırma Hastanesinde teşhis koyamadılar, fizik tedaviye bile yönlendirildim, sancılar içinde günlerce süründüm, dayanamadım kaçtım özel doktora gittim. Çok daha ağır zona yaşadım. Ankara Yenimahalle eğitim Araştırma Hastanesinde beş yıl önce yapılan safra amelyatının hatalı dikişleri yüzünden o bölgede oluşan fıtıklar ve uyuşmalar devam ediyor. Zona için altı ay önce gittiğim RTE Araştırma ve Eğitim hastanesinde, acil serviste, uyuşmayı tespit eden doktor salladı beni emara, orda randevu almak zaten ölüm, ordan salladılar beni fizik tedaviye, yine randevulu ve tek bir dahiliyeci dahi zona yaralarımı görmedi, kaçtım özel dahiliyeciye.
Dava açsam hani, anlı şanlı hastanelerin anlı şanlı profesörlerinin kariyerlerine çizik atılır. Hepsinin hatalarına katlanarak geçirdim yıllarımı. Ama artık benim bedenime benim mantığıma oturmayan bir müdahaleyi aşı da olsa bana kimse yapamaz. Yan tesirinin bende ne göstereceğini kimsenin bilemeyeceği bir aşıya kobay olmak istemiyorum.
İlk kobay edilişim mide amelyatımda başladı. Hacettepe’de mide çıkışında oluşan duodenum ülseri için amelyat oluyordum. Başıma gelmeyen kalmadı. Masada ben uyutulduktan sonra bilgimin dışında midemin üçte ikisinin alınması kararı verildi. Bana benim onayım alınmadan farklı bir operasyon yapıldı. Mide çıkışı yok edildi ve hiç gereği yokken midem aşağıdan ince barsağa bağlandı. Bu bir mide kanseri amelyatıydı, pansumana gelip giden intörnlerden öğrendim. Bunun sonucunda ömür boyu yaşayacağım sindirim ve emilim sorunları ve bazı besinlerin artık kana karışmayacağı bana hiç anlatılmadı. Şöyle sıralayayım:
-Demir ve B12 bağlamının artık kana geçmeyeceği, bunları kabadan iğne yoluyla ömür boyu düzenli almam gerektiği, bunların eksikliği nedeniyle bir süre sonra kansızlık, vb sorunlar yaşayacağım bana hiç açıklanmadı. On yıl sonra kansızlıktan ayakta duramaz hale geldiğimde tespit edildi ki o amelyatın sonucudur bu.
– Onikiparmak barsak geçişim artık yoktu, direk ince barsağa bağlıydı midem. Karaciğere şeker geçişini vücut böyle ters yönden kabul etmeyeceği için özellikle kaynamış tatlı, ağır şekerliler yediğim zaman damping sendromu yaşayacağımı bana söylemediler. Çok sıkıntısını yaşadım, yaşıyorum.
-Mide çıkışı kontrolsüz açık hale geldiği için iyice öğütülmeden geçen incir çekirdeği gibi minik besinler, yanık yağlar, vb, yüzünden bağırsak kilitlenmesi yaşayacağım bana söylenmedi. Sancılar içinde defalarca acil servislere düştüm, mide hortumları yuttum, sinir sistemim alt üst oldu. Karaciğer kavurma, patlıcan kızartma, vb yanık yağda pişen hiçbir şeyi halen daha yiyemiyorum.
Kansız kalacağımı, ama demir içeren yiyecekler yiyemeyeceğimi, örneğin karaciğer kavurmasını ömür boyu yiyemeyeceğimi, her yediğimde bağırsak geçişini kapatacağı, ağrılı spazmlar yaşayacağımı, acil servislere düşeceğimi bana söylemediler. Amelyattan önce söylemedikleri gibi amelyattan sonra da, kontrole gittiğimde de ömür boyunca şunlara şunlara dikkat et demedi bana İskender Sayek. Amelyata bağlı olarak mide geçişinin tıkanması yüzünden gece yarıları apar topar Konya’dan apar topar Hacettepe acil servislerine gittiğimde de bana bir açıklama yapılmadı.
-Hacettepe’nin aciline düştüğümde “Batın filmi çekelim” dediklerinde midesinin üçte ikisi olmayan hastaların su içerek karnını şişirmesi mümkün değildir, demediler, perişan ettiler beni.
-Midemin susuzluğu hissetme sinirleri kesilmişti. Bu yüzden susuz kalacağım bana hiç söylenmedi.
Özetle, 1983’de Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde ülser diye girdiğim amelyathaneden kanser amelyatıyla çıktım. Oniki parmak bağırsağımda iki dikişle hallolacak yara için midemin üçte ikisini kesip çöpe attılar. Tam kobay kullanıldım ve kötü sonuçlarını halen daha yaşıyorum.
Kimdi bana ülser diye kanser amelyatı yapan, merak etmiş olabilirsiniz. O yıllar Hacettepe’nin en ünlü hocası Gastrolog İskender Sayek. Beni uyuttu ve ekibe teslim etti çıktı gitti. Baş asistana bıraktı, o da belli ki kendi deneyimi artsın diye kesti biçti doğradı. Oysa karnımı açtıklarında benim onikiparmaktaki ülser yarası meğer kapanmış idi, görmüşler! Üç ay önce verilen amelyat kararından sonra Almanya’dan getirttiğim bir sıvı ilaç ile ülser yarası kapanmıştı. Bunu bana söyleyen amelyat ekibindeki anestezi uzmanı, ablası öğretmen arkadaşımdı, “Yaranız kapanmıştı, neden son bir film daha çekmediler size?” diye şaşkınlıkla sormuştu.
Hacettepe’de beni nasıl kobay yaptıklarını ve bunun sonuçlarını ömür boyu nasıl çektiğimi bir ben bilirim. Hacettepe bir araştırma hastanesidir, tamam da hastayı bilgilendirmeden bu kadarı da olmaz, üstelik hiç etik değildir. Şimdi hasta hakları var. Var da, daha yakın zamanda başıma gelenlere bir şey diyebiliyor muyum? Sağlıkçılar sistemin kurbanı, onları şikayet etmek çözüm değil ki!
Onun için bu sefer baştan söylüyorum, güvenim kalmadı, aşı olmayacağım.
Daha yakın zamanda (27.7.2015) gittiğim Yenimahalle Araştırma ve Eğitim Hastanesinde safra kesesi amelyatım sırasında, sonra üç kere de Rize RTE Eğitim ve Araştırma hastanesinde (göz iltihabı, ayağımdaki iltihaplanma ve zona nedeniyle) hatalı tedaviler yüzünden apar topar özel hastanelere kaçmak zorunda kaldım. Özellikle iltihaplı durumda tam bir tedavi asla uygulanmıyor, iltihap vücutta yayılmaya devam ediyor. Kendi başımın çaresine bakmak zorunda kaldı, geleneksel tedavi yolları araştırmak zorunda kaldım. Bir de, hastayı bir de falan servis görsün diye birbirine paslıyorlar, hastalık ilerliyor, hasta ortada perişan, doktora da hastane sistemine de güven bırakmadılar.
Şişmiş kıpkırmızı iltihap içinde ayağıma bakan ortopedi uzmanı kan tahlili istedi, kanımda iltihap çıkmamış diye bana antibiyotik tedavi vermedi, merhem yazdı, şişmeye devam etti ayak, o halimle kendimi Ankara’ya özel hastaneye zor attım. Artık 1000’lik antibiyotikle başladık, yetmedi, artık çaresiz ninemden bildiğim soğan doğradım sardım, kestane balı sürdüm sardım, da ancak geçti. Yani antibiyotiklerin de hükmünü yitirdiği bir ilaç tedavisi hiç güvenli değil demek zorunda kaldım.
Göz iltihabıma gelince… Yine kendimi Ankara’ya zor attım, sıra beklenmeyen özel göz hastanesine gittim, doktorun ilk dediği “ilaçlar bitince gel, kataraktın var, amelyatına gün verelim”. Haydaa… Gözlerim daha iyileşmeden diyor bunu. Kontrole o doktora gitmedim, bir başka özel hastaneye gittim, iltihabı geri tekrar ediyordu, tam iyileşme bir türlü olmuyordu. Bu özel hastanede doktor gözüme fıslayacağım bir bakım spreyini bana önerdi, ilaç olarak satılmıyordu, pahalıydı ama olsun dedik. İyi haber şuydu, katarakt durumu acil değildi. Bu arada Rize’de üretilen Probiyotik Andon Bal Spreyini keşfettim ve onu gözlerime tutarak kullanmaya başladım, işte onunla hızla göz iltihabım iyileşti. Artık Andon bal spreyini evimden hiç eksik etmiyorum, iki yıldan beri sadece gözlerime değil ağzıma burnuma da sıkıyorum ve bu sayede ne alerjim kaldı, ne nezle oluyorum, ne grip oluyorum. Böylece korona gelmeden önce Kovit19 virüsünün teneffüs yollarına tutunmasını engelleyecek en temel doğal koruyucuyu bulmuştum. Herkese de öneriyorum.
Şimdi, bana gel aşı ol denilirse nasıl güveneyim? Bende ne etki yapacağını bana hangi doktor izah edebilir, hiç birine güvenim kalmadı. Bunca acı deneyim yaşadıktan sonra kendimden başka kimseye güvenmiyorum, haksız mıyım?
Daha hepsini anlatmadım bile. Bana yanlış tedavi uygulayan doktorların hatalarını telafi edecek bir sistem mi var?
Ben yine umutla Lokman Hekimden bir söylentiyle bitireyim. Lokman Hekim Rize’den geçiyormuş, turunç ağaçlarını görmüş, demiş ki; “Burada hekime gerek yok, çünkü onların turunçları var.”
Sağlıklı beslenmeye son örnek vermek istiyorum. Bugün taze hamsi aldım, soğanlı domatesli ve kabuklu limon yerine TURUNÇ dilimledim içine. Hem mutfak balık kokmadı hem balığın şifası arttı.
Eskiden Rize’de balığa turunç ekşisi sıkılırdı, öyle yaptım. Rakı içenlerin çok sevdiği ekşili kefal turunçla yapılırdı. Adanalılar da kısıra, içli köfteye ve kebaba turunç ekşisi sıkarlar.
Turunç , her evin kapısında bir tane olmalı. Kapısında turunç olan eve doktor girmez diye boşuna söylememiştir dedelerimiz. Düşünüyorum da turuncun çiçeğinden bal yapan arının balı, karayemişin çiçeğinden bal yapan arı, işte kestane balı. Sabahları bir bardak ılık suda açın bir kaşık kestane balını, içine yarım turunç sıkın, görün muhteşem faydayı.
Sağlıkla esenlikle kalın.