Portakallık mahallemizin önünde mahallemizin markası olan portakal ağaçları 10 Eylül günü Karayolları dozeriyle perişan edildi. 40 yıllık portakal ağaçları bu sene en verimli yılındaydı. Bu sene, çiçekleri de coşmuştu, kokusu metrelerce uzaktan geliyordu. Egzoz dumanı çeke çeke yürüyüş yapanların ciğerleri tam buraya geldiklerinde gerçekten bayram ediyordu. Nazar değdi diyeceğim de işin aslı başka, betonseverler her yerde yeşile düşman.
Sahilimizde şehir hastanesi yapım planını durdurduk. Yine de oraya bir şeyler yapılacak diye duyuyoruz. Adına tesis deniyor, bilmiyoruz ne tesisidir. O tesise bisikletle geçebilmek için karşıya geçiş için viyadük yapılması planlanmış. Dozerler bunun için mahallemizdeydi. Son çukuru açarken tesadüf ettim, akşam saatiydi. Dozerin kopardığı dallar yerde, ana gövdesi boydan yırtılmış halde, ağlanacak haldeydi portakallar. Kurtarın bizi der gibiydiler. Dozerci “Ben taşeron firmayım, bana Karayollarından iş verildi, beton direkler için çukurlar açıyorum, dalları meyve dolu da olsa portakal ağacı beni ilgilendirmez” dedi.
Ertesi gün sıkı bir görüşme trafiğiyle saat 15.00 de portakalların kalan köklerini kuratmayı başardık. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Katliamı durdurduk ve katliamdan sağ kalan portakal ağaçlarını kurtardık. Şöyle ki; tekrar aynı yere geri dikilmek üzere 10 tane ağacımız park ve bahçeler müdürlüğüne taşındı, bakıma alındı. Yaralı köpekleri bakımevine götürür gibi oldu, elbette yaralanmadan önce olmalıydı bu iş.
Mahallemizin portakal bahçelerinin tarihi çok eskidir. Ağacını korumak kutsal görev gibidir. Yediveren limonlarımız, çekirdeksiz Rize mandalinamız, aşılık turunçlarımız, kızmemesi sarı greyfurtumuz, kırmızı kinkan greyfurtumuz, reçellik ağaç kavunu bergamutumuz, ince kabuk sulu portakalımız, yafası finikesi vaşintonu çeşitlerimiz… Ve bu türlerin fidancılığıyla ünlüyüz. Bu bir kültürdür, binlerce yılın geleneğiyle kuşaktan kuşağa yaşatılır.
Portakal ağacı, limon ağacı, mandalina ağacı gibi özellikle hastaya şifa C Vitamini yüklü bu meyvelerin ağacına saygı bir gelenektir bizde. Örneğin, bir bahçeye bir inşaat yapılacaksa, bahçenin portakalları usulünce küçültülür, ondan sonra köke zarar vermeden derince etrafı açılır, sarsmadan sökülen ağaçlar başka bir bahçeye taşınır, gelenektir.
Artık o kadar çok sayıda çok katlı bina yapıldı ki, çokça sökülen ağaç oldu, Gündoğdu’dan Çayeli’ne gelip götürüyorlar. Hazır büyümüş kırk yıllık ağaç, muhteşem bir şey. Dikecek yer bulamayınca sahildeki dolgu alana götürenler de oluyor. Ancak orada Karayolları dozerleri yine katillik ediyor. Halk bilmiyor, binbir zahmetle götürüp dikiyor, ama… Örnek vereyim, beş yıl kadar önce bizim Morgül dede bahçemizden sökülen ağaçları bir genç komşumuz, kendisi baba tarafından Gazi İpsiz Recep’in torunu, anne tarafından Gazi Bayram Ali Çekmiş’in torunudur, kamyona yükleyip sahildeki dolgu alana taşıyıp dikti ve üç gün sonra karayollarının dozeri geldi moloz süpürür gibi sürdü kayalıklara attı. Portakallar orada ağlaya ağlaya öldüler. Bu mudur bizim ata kültürümüz!
Ey karayolcular, yok mudur belediye ile koordinasyonunuz, halkı neden çaresiz umutsuz bırakıyorsunuz, aldığınız ahın farkında değil misiniz?
Perşembe günü gözümün önünde meyve yüklü portakal dallarını yerde, köklerin bir yarısı mezarlık boyu açılmış çukurda, hazin şekilde görünce, kendimi o çukura atasım geldi. İpsiz Recep emice’nin evinde Hatçe teyzeye bal sirkesi kurmaya gitmiştim, onların merdiven başından oturdum sokağın ucundan az bir aralıktan dozeri çalışırken gördüm ama sahilde kayalıklarda zannettim. Akşam üzeriydi, dönüşte o taraftan geçeyim dedim, iyi ki de geçmişim. Anladım ki gün boyu açmışlar çukurları, yıkmışlar portakalları, durdurmak için kimse bir şey yapmamış. Hatçe teyzenin torunu Burak Gürses’i, yeğenleri İnci ile Gülser’i, kuzenim Selami Sabuncu’yu hemen aradım, geldiler, onlar da tanık oldular. Dozerci “Bana emir verdiler, taşeron firmayız, viyadüğün direkleri için çukur açıyorum, işimi yapıyorum” diyordu. Elinde yazılı emir belgesi de yoktu. Ama portakallara dozer vurmanın bir başka emir gerektirdiğini bilmiyordu.
Ertesi gün belediyeyi aramaya karar verdim. Birimler arasında koordinasyonsuz iş yapıldığını, her birimin aynı derece bu katliamdan sorumlu olduğunu herkese hatırlatmamız gerekiyordu. Tanıdığım herkese telefon ettim, kim kimi tanıyorsa arasın, portakalları yine mahallenin önünde sahile tesis dedikleri neyse oraya, yürüme yoluna, ya da kaldırımın az berisine taşıyalım, kurtaralım.
Sabah kameralı ajans muhabiri çağırdım, saat 10.00 da kamera geldi, ben de Kuvayi Milliye afişlerimizi ve kemençemi götürdüm. Çünkü mahallemizin markası sadece portakal ağaçları değildir, kemençe sanatçısı Hasan Sözeri de markamızdır, Kuvayi Milliye Kahramanı İpsiz Recep ve arkadaşları markamızdır, hatta 500 yıllık kavağımız markamızdır. Onların ruhunu buraya çağırmalıydım. Öyle de oldu, belediyeyi harekete geçirdik, saat 11.00 de zabıta geldi, sat 12.00 de burada oturan AKP Gençlik kolları başkanı bir delikanlı geldi. Yerde gövdesinden yırtılarak kopartılmış meyve dolu dalları gördüler, kendileri de üzüldüler.
Sabah muhtar da geldi, “Ben diktim ben söktürdüm, sen kim oluyorsun” diyerek farklı bir tonda konuştu. Bu sahilin ve bu mahallenin kültürüne yabancı olduğunu belli etti. Sökülen ağaçların kendi yaşından büyük olduğunu bile bilmiyordu. Mahallemizin ana yol üzerinde ilk görülen gülen çehresiydi bu portakallar, farkında bile değil. Mahallelinin ve portakal ağaçlarının yanında durmadı. Oysa benim yaptığımı onun baştan yapması ve mahalle sakinlerine ters düşmemesi gerekirdi.
Evet öyle. Her şey bir kültürdür. Kavağımız da sahil/yalı kültürüdür.
Anlatacağım. Yirmi yıl kadar önce, kavağımız rüzgârda kaval gibi ses çıkartmaya başlayınca, birileri şaka olsun diye altında yatır var dedi, birileri de buna inandı etrafında dolandı, dilek tuttu ellerini açıp dua etti. “Yalı kültürü bitince yatır kültürü başlar” diye yazmıştım o zaman. Yalımızın kavağını kurutanlar betona tapanlardır demem ondandır. Artık yağmur suyunu borularla denize taşıdığımız için ve zemini asfaltladığımız ve kaldırımı betonlaştırdığımız için kavağın köklerini susuz bıraktık, içten içe kurudu, anlamadık. Haldoz kavağıdır adı. Aslında çınar ağacıdır, biz kavak deriz.
Denize sınırdaydı. Büyük yük mavnaları onun bedenine halatla bağlanır, Haldoz’un bahçelerinden yaşıklar dolusu portakal limon taşınır, mavnaya yüklenir, İstanbul meyve haline yollanırdı. Bu sosyal ve kültürel olgu mahallemizin de yerel adı oldu, buraya HAL Düzlüğü anlamında HAL-DOZ denildi.
Kavağın doğasına saygı duymadık, köklerini susuz bıraktık, onun yaşam tarzına saygı göstermedik, bireysel tüketici yaşam tarzımız diye bir şey bize dayatıldı, onu öne planda tuttuk, gidiyoruz. Sonumuzu iyi görmüyorum. Eskiden biz Türkler ağaca tapardık, mezar taşlarımızda yaşam ağacı resmi olurdu, hâlâ vardır, şimdi betona tapıyoruz. Bunun cezasını ne olarak çekeceğimizi herkes düşünmeli.
Portakallık mahallesinde portakalları zulümden kurtarmak gibi kutlu bir iş yapmanın gururu içindeyim. Katkı veren herkese teşekkür ediyorum. Dilerim basında yer alır, örnek olur. Mahallemizin morali şimdi daha yükseldi, yapılan yanlışa artık daha cesaretle dur diyeceklerdir. Ancak bir karar daha alınmalı, bundan sonra bahçesinden sökülecek ağaçları belediyeye haber vereceğiz, gelip alacaklar ve mahallemizin karşı kıyısında çocuklar için yemesi serbest bir portakal bahçesi açılacak, kurulan tesislere kapısında turunç ağacı dikmek ruhsat için ön şart olacak. (Hatırlatmalıyım, turunç ağacı bu familyanın babasıdır, tür’ün inci/yence’sidir, çiçeğiyle familyanın diğer üyelerine tozlanma yaparak dökülmelerini önler.)
Yöneticiler de artık eminim bundan sonra, yerel meyvelerimize, özellikle turunçgillere, yetiştirilme ve korunmasına dair ata kültürümüze saygılı olacak şekilde ve bu kültürü bugüne kadar yaşatan o ataların torunlarını yönettiklerini bilerek hareket edeceklerdir.
Bitirirken; güncelliğini kaybetmen eklemeliyim. 9 Eylül günü, 1922’de düşmanı denize dökerek bize zafer armağan eden gazi dedelerimizin ruhuna, Rize çarşısında dokuz noktada peynir-simit lokma ikram ettim, kemençe çaldım ve gazi dedelerimizin afişini sergiledim. Çok mutluluk vericidir ki her noktada destek aldım. Kendi dedesinin adını afişte görenlere de afişi hediye ettim.
Bugün güzel bir işimiz daha var; mahallemizin gazi dedelerinden 1920 Karasu kahramanı Gazi Bayram Ali Çekmiş’in mezar taşını yeniliyoruz, bir hafta önce siparişini vermiştim, Adnan Tiryaki ile birlikte taşı götürüp yerleştireceğiz. Işıklar içinde olsunlar.
Portakal ağaçlarını dozerin zulmünden kurtarma zaferimizi Portakallık mahallemizin kadınlarına ve Rizeli gençlere armağan ediyorum.