MUSTAFA HÜSEYİN USLU

  Bir tarikatın yok imhası.

 

İslam tarihinde hurufilik İran, Azerbaycan ve Osmanlı’da 14. ve 15. yüzyıllarda etkin olan bir inanç akımı güden tarikattı.

İran bölgesinden atılan ve Osmanlı içerisine girdiklerinde ise ilk olarak İslamiyet’i yeni kabul eden Balkan bölgesinde, sonrasında yeniçeriler arasında ve en sonunda saray içerisinde bile etkisini gösteren Hurufilik tekrardan güçlenmeye başlamıştı.

Anadolu’da “Hurufilik” tarikatının zirve yapması Osmanlı Devletine başkenti olan Edirne’deki Fatih Sultan Mehmet zamanına denk geldi. Tarikatın önderleri genç padişahı bile etkilemeye başlamıştı. Bu durumu fark eden Vezir Mahmud Paşa’dan, Fatih Sultan Mehmet’in de Hurufilikten etkilendiğini öğrenen Şeyhülislam Fahreddin-i Acemi de Hurufiler’in cezalandırması konusunda Sultanı ikna etti ve yakalanan hurifiler, Edirne’de cezalandırılacakları yere götürüldü.

Edirne’nin dışında kalan boş bir alanda binlerce kişiyi alabilecek kapasitede devasa bir çukur kazıldı ve içine odunlar ve çalı çırpıyla doldurulup, ateşe verildi. Hararet cehennemi hatırlatır gibiydi. Alevler göklere yükseldiğinde askerler elleri kolları bağlı binlerce kişiyi ite kaka çukurun etrafına sürüklediler. İlk tekbiri herkesin hürmet gösterdiği sarıklı yaşlı bir zat getirdi.

Canlı canlı bir kimseyi yakmak Allah’a mahsustu, ama bu kural nedense unutulmuş gibiydi. Askerler sürükleyerek getirdikleri binlerce kişiyi diri diri ateşe atmaya başladılar. Diri diri yanmaya başlayanların feryatları, lanetlere ve tekbirlere karışıyordu. Etrafı kesif bir yanık et kokusu sarmış çukurdan çıkan dumanlardan göz gözü görmez olmuştu ama saatler boyunca süren bu facia bitmeden kimse etrafı terk etmedi.

Bazı tarihçiler derler ki, Fatih’in bu yakma eyleminden haberi bile olmadı, derler. Yakma işi veli derecesine kadar gelmiş Mahmut Paşa’nın düşüncesiydi.

Yakılanların suçları,  “Hurufi” tarikatına bağlı; yani İslam âleminin en karmaşık ve esrarlı tarikatına mensup olmalarıydı. Hurifiler bu olaydan sonra, pek aktif olamadılar ve Yeniçeriler arasında saklandılar ve tarihe bir sır olarak geçtiler.

Bu tarikatı kuran Şihabüddin Fazlullah ise, Timur’un oğlu Miranşah tarafından öldürülmüş, derisi yüzülüp, köpeklere yem edilmişti.

Hurifi tarikatı nasıl doğmuştu?

Miranşah tarafından işkence ile öldürülen Şihabüddin Fazlullah İran’da 1340 yılında doğmuştu. Şihabüddin Fazlullah kendisinden yüzyıllar önce varolan aşırı mezheplerin özellikle de Batıniliğin etkisi altında kalmış; tarikatın inanç temelini seslerin ve harflerin kutsallığı üzerine kurmuştu. Bu mezhebe göre ses her varlıkta mevcuttu hatta cansız varlıklarda taşlarda bile. Mesela iki taşın birbirine vurulmasıyla işitilen ses buna bir örnekti.

Ses olgunlaştığı zaman söz olur, söz de harflerden meydana gelirdi, dolayısıyla  her şeyin aslı harf idi ve her harfin belirli bir sayı değeri vardı. Bu düşünceyle yola çıkan Şihabüddin Fazlullah’a göre bütün meseleler Arapçanın 28 ve Farsçanın 32 harfiyle izah edilebilirdi. Ayrıca hurufilikte, müslümanlığa önem verilmekle beraber hristiyanlık da değerli kabul edilmekte idi. Hazret-i İsa’dan çok sık bahsedilmekteydi. Mesela, Hurufiler, “Şarabı Muhammed yasaklamışsa, biz de onu İsa’nın dinine göre içeriz” demekte, İsa’nın şarabı haram saymadığını söylemekteydiler..

Fatih’in ve Timur’un soyundan gelen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, atalarının izinden giderek şöyle buyurmuştur: “Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. en doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”

(Kaynak): Taşköprüzâde Ebu’l-Hayr İsâmü’ddin Ahmed Efendinin “Şakâiku’n-Nu’mâniyye” isimli eseri.

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.