Toplumu parçalara ayırmak, sadece yüksek ve aşağı sınıf uygulamaları getirip alttakileri ezmektir ve bozgunculuktur.
Siyasi erkin emanet edildiği kimselere itaat edilir. Kimdir bu kimseler? Ölçüyü aşmak bir kriterdir. Ancak, düzen ve uyum sağlama yerine bozgunculuk yapılamaz.
“Ölçüyü aşmak”, israfa gitmek anlamına gelen müsrifliktir. “Müsrif”, “israfa giden” demektir. İlk bakışta israf, ekonomik bir kavram olarak görülür ise de, “Müsrif, ülkede, başarısızlığa geçtiği andan itiraberen bozgunculuk yapan, dirlik düzenlik vermeyendir.”
Bir devlet başkanı ve onun etrafındakiler, bozgunculuk ve ötekicilik –fesat- çıkarmayacak; toplumun dirlik düzenliğini bozmayacaktır. Aşırı gidecek diye bir kural yoktur. Bu kötü özelliklere, bir devlet başkanının sahip olma hakkı da, yoktur.
İsraf, siyasi uygulamalarda aşırı gitmeyi tanımlar iken, fesat çıkarmak, bozgunculuk yapmaktır. Toplumdaki halkı ya da ülke halkını parçalara, gruplara ayırarak yüksek sınıf ve aşağı sınıf uygulamalarını getirmek ve yukarı sınıf halkını tutup aşağıdakileri ezmek de fesatlıktır. Bu tür siyasi bir uygulamayı gerçekleştirenlere itaat edilmez ve edilmemelidir.
Ülkede aşırı gitmeyen, büyüklük taslamayan, halkı gruplara ayırmayan ve ülkede barış rüzgarı estiren bir devlet başkanına uymak değil, onun düzgün siyasetine itaat etmek gerekir. Bir ülkenin vatanı, bayrağı, bağımsızlığı onun devlet oluşunu belirler; ama siyaseti elinde bulunduranlar yukarıda belirlenen hataları yaparlarsa ülke halkının, idarecileri doğru bir çizgiye getirme yolunu aramak zorunluluğu ortaya çıkar.
Türkiye’de din ümmet birliği, bilinci diye bir yanılsama (görünüşün gerçek sanılması) olamaz. Türkiye’de henüz tamamlanmamış, ulusal birlik vardır. Bu bilinci oluşturan parçaların adını saymak ayrımcılıktır.
AKP’nin yeteneksiz ve karmaşık tutkuları yüzünden Türkiye’nin içine düştüğü çıkmaza bakalım: Türkiye’deki 4 milyonu aşan Suriyeli sığınmacının, 15-20 yıl sonra 10 milyona ulaşacağı açıktır. Bu çoğalan nüfus, Lübnan’a geçen Filistinliler gibi (vatandaş ya da değil) özerklik ya da federasyon isterse hiç şaşırmayalım.
Mesela, Lübnan, Fransa’nın dünyaya attığı kazıktır. 1918-1946 yılları arasında Suriye ve Lübnan’ı mandası altında tutarak yöneten Fransa, Lübnan’ı 1943 yılında Suriye’den ayırarak ülkeye egemen olup, çelişkiyi güçlendirmiştir. Hıristiyan Maroniler, Sünniler, Şiiler, Ortodoks ve Katolik Rumlar, Dürziler ve başka küçük toplukluklardan oluşan nüfusu bir ulus, bir devlet oluşturmak imkansızdır.
Türkler ile Kürtler ise bin senelik müşterek dil, din, tarih ve coğrafya neticesi olarak, maddi ve manevi bir surette birleşmişlerdir. Müşterek dostlar, müşterek tehlikeler karşısındadırlar. Bu tehlikelerden ancak müşterek bir çaba ile kurtulunulur. O halde büyük bir kanaatle iki milletin birbirini sevmesi, her iki taraf için siyasi bir görevdir. Kızıl Elma savunucusu Ziya Gökalp şöyle der: “Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir; Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir.”
Emperyalizmin bayrağını sallayan ABD’de ister Obama, ister Trump ve isterse Joe Biden başkan olmuş değişmez. Küçük küçük farklar olabilir, ama kesin hedef bellidir. Ortadoğu için, İsrail’in güdümünde sözde Kürdistanı kurulması, ABD için ise bir amaçtır.
Geçtiğimiz yıllarda, Rudaw’ın internet sitesindeki habere göre Barzani, ABD Başkanı Barack Obama ve Biden’a Kürt milletinin kendi kaderini tayin edebilecek durumda olduğunu ve referandum ile bağımsızlık konularında da barışcıl davranacaklarını aktarır; ”Başkan Yardımcısı Biden ise Barzani’ye, ‘Sayın Başkan, müsterih olun. İkimizin de ömrü Kürt devletini görmeye yetecektir,’ demiştir.
Son söz; büyük bir güce erişmedikçe; dış büyük güçlerin ikiyüz yıllık dış politikaları da değişmedikçe, ülkemizi bölmeyi arzulayan ülkelere karşı daima teyakkuz halinde olmalıyız.!