MUSTAFA HÜSEYİN USLU

CUMHURİYETİN İLK İSYANI

Doğu Anadolu’da başlamıştı. Şeyh Sait isyanı ile başlayan ilk isyan, 13 Şubat/15 Nisan 1925 arasında Merkezî Yönetime karşı gerçekleştirilen planlı bir isyan hareketiydi. Anadolu’yu işgal eden güçler tarafından çıkarılmıştı.  Lozan Antlaşması imzalanması üzerine eski düzen değerlerine bağlı olan ve çıkar sağlayan kesimler tarafından çıkarıldığı düşünülürse de bu aslında öyle değildi. Şeyh Sait Ayaklanmanın düzenleyicileri arasında “bağımsız Kürdistan” hayalini kuran kişilerin de bulunması, farklı değerlendirmelere yol açsa da, ayaklanma özü bakımından devletin merkeziyetçi/laik yapılanmasına karşı dinsel simge ve söylemler kullanılarak gerçekleştirilen dış destekliydi. Aslında Ayaklanma, Nakşibendî tarikatı şeyhi Şeyh Sait’in önderliğinde, bu tarikata mensup Zaza Kürtlerinin katılımıyla gerçekleşmiş kısa bir sürede oldukça geniş bir alana yayılmıştı. Kısaca Âzâdi olarak bilinen ve Hamidiye Alayları’nda görev yapmış bir Osmanlı subayı (Miralay Cibranlı Halit Bey) tarafından kurulan Kürdistan Özgürlük Derneği adlı gizli örgüt, Doğu Anadolu’da bir ayaklanmanın altyapısını hazırlamak için Kurtuluş Savaşı yıllarından beri çalışmalarını sürdürmekteydi. Ayaklanmanın arkasında, İngiltere’nin Musul petrollerini Türklere kaptırmamak plânı vardı. İngiltere’ye bağlı görevli çalışan Yüksek Komiser Henri Dobbs’un 1924 yılında Londra’ya gönderdiği raporlarda, Doğu Anadolu’da geniş kapsamlı bir Kürt ayaklanmasının çıkabileceği olasılığından söz ediliyordu. İsyan Örgüt’ünün, Kürdistan Teali Cemiyeti başkanı olan Seyit Abdülkadir aracılığıyla İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği Dragomanı Andrew Ryan ile de ilişkileri bulunuyordu. Âzâdi’nin çekirdek kadrosu ise çoğu Hamidiye Alayları geleneğinden gelen Kürt kökenli birkaç subaydan oluşuruyordu. Nesturî Ayaklanmasının patlak verdiği Ağustos 1924 ile Şeyh Sait Ayaklanması’nın bastırıldığı Nisan 1925 arasında toplam beş yüzbaşı, altı teğmen, iki çavuş ve on bir er, Türk kuvvetlerinden kaçarak İngilizlere sığınmıştı. İngiltere’nin örgüte desteği, Doğu Anadolu’da çıkacak geniş kapsamlı bir Kürt ayaklanması başlatması ve petrol kaynaklarının zengin Musul vilayetinin Irak’a bağlanması şeklinde çözülmesini kolaylaştıracağı varsayımına dayanıyordu. Bunun için İngiliz Hükûmeti resmen Milletler Cemiyeti’ne başvurmuştu. Ardından 7 Ağustos 1924’te Hakkâri ilinde “Nesturî Ayaklanması” sağlandı. Milletler Cemiyeti Konseyi’nin yerinde incelemeler yapmakla görevlendirilen üç kişilik İnceleme Komisyonu Musul vilayetinde göreve başlamasının ardından 13 Şubat 1925’te Doğu Anadolu’da Şeyh Sait Ayaklanması başlatıldı. Nesturî ve Şeyh Sait Ayaklanmaları’nın, Musul sorunuyla ilgili Milletler Cemiyeti sürecinin önemli dönüm noktalarını oluşturan tarihlerle eş zamanlı olarak ortaya çıkması, Âzâdi ile İngilizler arasında bağlantı bulunduğu gerçeği de dikkate alınırsa, rastlantı değildi İsyan, 13 Şubat 1925 günü Diyarbakır’ın Eğil bucağına bağlı Piran (Dicle) köyünde saklanan mahkûmları almaya gelen jandarmalara ateş açılmasıyla başladı. Şeyh Sait’in emriyle telefon ve telgraf hatlarını kesen ayaklanmacılar 16 Şubat’ta Darahini’yi (Genç) ele geçirerek vali ve diğer resmî görevlileri etkisiz hale getirdiler. Şeyh Sait halkı din adına ayaklanmaya dinsel içerikli bildirilen dağıtarak çağırdı. Halka “Halife sizi bekliyor.”, “Halifesiz  Müslüman olmaz.”, “Halife memleketten çıkarılamaz.”, “Şiarımız dindir”, “Hükümet dinsizdir”, “Şeriat isteriz.”, “Kadınlar çıplaktır.”, “Mekteplerde dinsizlik ilerliyor” gibi bildiriler ile bölgede yeterli askeri güç bulunmamasının etkisiyle ayaklanma hızla yayıldı. Çapakçur (Bingöl), Muş ve Diyarbakır olmak üzere üç cephede savaşmaya karar veren Şeyh Sait kendisi Diyarbakır cephesi komutanlığını üstlendi. 21 Şubat’ta Lice, 23 Şubat’ta Çapakçur (Bingöl) ve Palu, 24 Şubat’ta Elazığ, ayaklananların eline geçti. Fakat umulmadık bir şey oldu. Elazığ’ın ele geçmesinin hemen iki gün içinde halkı birleşti ve yağmacılık ve çapulculuğa girişen ayaklanmacıları kentten kovdu. Hükümet, 24 Şubat’ta Doğu Anadolu illerini kapsayacak şekilde kısmi seferberlik kararı aldı. Aynı günde TBMM, hükûmet önerisiyle Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkâri ve Malatya illeri ile Kiğı ve Hınıs ilçelerinde bir ay süreyle sıkıyönetim ilan edildi. Ertesi gün de Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle dince kutsal sayılan kavramları kullanarak örgüt kurma suçu vatana ihanet kapsamına alındı. Mart ayı başına gelindiğinde Hani, Maden, Silvan ve Kulp ilçeleri de ayaklanmacıların eline geçmişti. Ayaklanmanın denetim altına alınamaması, tersine ayaklanmacıların etkinlik kurdukları alanın giderek genişlemesi Meclis’te ve Parti’de rahatsızlık yarattı. 2 Mart 1925 tarihinde yapılan Cumhuriyet Halk Fırkası’nın grup toplantısında şiddetli eleştirilere hedef olan ve yapılan oylama sonucunda Parti’nin güvenini yitirdiği anlaşılan Başbakan Fethi (Okyar) Bey, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın isteğinin de aynı doğrultuda olması nedeniyle istifa etmek zorunda kaldı. İsmet Paşa tarafından kurulan yeni hükûmet 3 Mart’ta Meclis’ten güvenoyu alarak göreve başladı. 4 Mart’ta da Meclis, hükûmet tarafından önerilen Takrir-i Sükûn Kanunu’nu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının muhalefetine karşın kabul etti. Kanunla, basına geniş çaplı bir sansür getiriliyor, Ankara ve Diyarbakır’da birer İstiklâl Mahkemesi kurulması kararlaştırılıyordu. 7 Mart’ta Meclis, İstiklâl Mahkemesi yargıç ve savcılarını seçti. Aynı gün ayaklanma doruk noktasına ulaştı. Şeyh Sait’in emrindeki beş bin silahlı aşiret mensubu üç koldan Diyarbakır’a saldırdı. Ordu Müfettişi Kâzım (Orbay) Paşa, Vali Cemal (Bardakçı) Bey ve Kolordu Komutanı Mürsel (Bakü) Paşa önderliğinde gerçekleştirilen savunmaya kent halkı da etkin olarak katıldı. Saldırganlar bir ara kente girmeyi başarmış olmalarına karşın geri püskürtüldüler ve 8 Mart’ta Diyarbakır çevresindeki kuşatmayı kaldırarak çekildiler. Son olarak Varto, Bulanık ve Malazgirt’in de ayaklanmacıların eline geçmesiyle 12 Mart’ta ayaklanma en geniş sınırlarına ulaştı. Geniş çaplı bir askerî yığınağın ardından 24 Mart 1925’te Türk Ordusu tenkil operasyonuna başladı. 26 Mart’ta Varto, 27 Mart’ta Piran (Dicle) ve Maden, 1 Nisan’da Lice ve Silvan, 2 Nisan’da Hani, 4 Nisan’da Palu, Bulanık ve Malazgirt, 8 Nisan’da Kulp ve Çapakçur (Bingöl), 12 Nisan’da ise Darahini (Genç) ayaklanmacılardan tamamen temizlendi. Ayaklanma liderlerinden Hasenadan Halit ve Şeyh Sait’in oğlu Ali Rıza İran’a kaçarak Şikak aşireti reisi Simko’ya sığındılar; kaçmayı başaramayan Şeyh Şerif Palu’da yakalandı. Şeyh Sait, 15 Nisan 1925 günü Bingöl ile Muş arasındaki yer alan Çarpuh Köprüsü’nde sıkıştırıldı ve yanında bulunan ayaklanma liderlerinden Cibranlı Binbaşı Kasım Bey tarafından yakalanarak güvenlik güçlerine teslim edildi. Böylece ayaklanma sona erdi. Nesturî Ayaklanmasından sonra tutuklanıp Divan-ı Harbe sevk edilen ve örgütün kurucusu Cibranlı Miralay Halit Bey ile eski Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey’in de bulunduğu lider kadrosu 14 Nisan 1925 tarihinde Bitlis’te kurşuna dizilerek idam edildi. Aynı gün Şark İstiklâl Mahkemesi, “İsyan Bölgesi İstiklâl Mahkemesi” adıyla göreve başladı. Ayaklanmayı el altından destekleyen ve bu amaçla İngiliz yetkilileriyle bağlantı kuran Kürdistan Teali Cemiyeti’nin başkanı Seyit Abdülkadir ve adı geçen Cemiyet’in on iki üyesi İstanbul’da yakalanarak Diyarbakır’a gönderildiler ve 10 günlük bir mahkeme sonucunda, aralarında Seyit Abdülkadir’inde bulunduğu altı kişi 27 Mayıs 1925’te Diyarbakır’da asılarak idam edildiler. Şeyh Sait ve ayaklanmasına katılanların duruşmaları da 21 Mayıs günü başladı. Mahkeme kararını 28 Haziran’da açıkladı. Buna göre Şeyh Sait’le birlikte kırk altı kişinin asılarak idam edilmelerine hükmolundu. Hüküm, 29 Haziran 1925 tarihinde Diyarbakır’da infaz edildi.

İsyan Bölgesi İstiklâl Mahkemesi, 7 Mart 1927 tarihine kadar görevine devam etti ve bu süre içinde ayaklanmaya karışan beş bin yüz on kişiyi yargıladı. Bunlardan iki yüz yedisi vicahi, iki yüz on üçü gıyabi olmak üzere dört yüz yirmi kişi idama mahkûm edildi. Bin dokuz yüz on bir kişi çeşitli hapis cezalarına çarptırılacak; iki bin yedi yüz yetmiş dokuz kişi ise beratına karar verildi. Yargılamalar sürerken İsyan Bölgesi İstiklâl Mahkemesi, dinî duyguları siyasete alet ederek ayaklanmanın çıkmasında pay sahibi olduğu görüşünden hareketle yetki alanındaki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası şubelerini kapatmıştı. Bu karara dayanan Hükûmet de 3 Haziran 1925 tarihinde adı geçen partinin bütünüyle kapatılmasına karar vermiştir. Böylece Cumhuriyet tarihimizin ilk çok partili demokrasi deneyimi ancak altı buçuk ay sürdü ve başarısızlıkla sonuçlandı. Yine isyan bölgesi İstiklâl Mahkemesi’nin kendi görev bölgesi için aldığı benzeri bir karara dayanarak Hükûmet, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin yasa tasarısını TBMM’ye sundu ve tasarı 30 Kasım 1925 tarihinde Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. Aynı süreçte Takrir-i Sükûn Kanunu’na dayanılarak tüm muhalif gazete ve dergiler kapatılmıştır. Milletler Cemiyeti Konseyi tarafından görevlendirilen İnceleme Komisyonu’nun Musul vilayetindeki incelemelerine başlamasıyla eşzamanlı olarak patlayan Şeyh Sait Ayaklanması, Türkiye’nin Musul sorunu ve Musul Kürtleri’nin Türkiye Cumhuriyeti ile birleşmeyi arzu ettikleri yolundaki tezine büyük zarar verdi. Musul vilayetindeki incelemelerini Ayaklanmanın gölgesinde sürdüren İnceleme Komisyonu raporunu, söz konusu ayaklanmadan etkilenerek yazdı. Ayaklanma, İnceleme Komisyonu’nun İngiliz yanlısı bir rapor düzenlemesinde, Milletler Cemiyeti Konseyi’nin de bu raporu onaylamasında kolaylık sağladı. Musul vilayetini uluslararası petrol lobisinin ve İngiltere’nin isteği doğrultusunda İngiliz mandası yönetimi altındaki Irak’a bırakmayı kararlaştırmış bulunan ve bu kararına hukuksal bir zemin yaratmak peşinde olan Milletler Cemiyeti Konseyi, Şeyh Sait Ayaklanması sayesinde amacına daha kolay ulaştı.

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.