1. Dünya savası sonrasında, Paris'te toplanan Uluslararası Barış Konferansı kararıyla İngiliz
Himayesindeki Yunanistan Krallığı, 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir'i işgal etmeye başladı. Kısa sürede, Şehrin ilçeleri, üç koldan ilerlenilerek tamamı alındı. Aydın, Manisa, Balıkesir, Uşak, Kütahya ve Eskişehir illeri işgal edildi ve Polatlı'ya kadar gelindi. Ayrıca bir koldan da, Güney Marmara istikametinde ilerlendi; Bursa ve ilçeleri çevreleriyle beraber işgal edildi. Bu işgallerin arkasında; dünya'ya hükmeden onüç Yahudi ailesinin önemlilerinden biri olan Rothscild Ailesi vardı.
Yunanlıların İzmir'i işgal ettiği tarhten altı ay önce; 13.11.1918 tarihinde, Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a çağrılarak geldiğinde, İşgalci itilaf devletlerinin donanmasını İstanbul boğazının sularında görünce, kendisini karşılayan subayların şahitliğinde, kulaklardan silinmeyen ve tarihe geçen "Geldikleri gibi giderler." sözünü içtenlikle söylemişti. Sözünde de durmuştu. İşgalden 4 yıl sonra geldikleri gibi gittiler. Ama nasıl gittiler !?.. Tarih sayfalarında, Ege denizine kadar çekilip, kaçarlarken; geçtikleri yerleri yaktılar, yıktılar, hayvanlara varıncaya kadar karşılarına çıkan canlıları öldürdüler, kadınların karınlarındaki bebelerine varıncaya kadar…, şeklinde bilgiler yazılıdır.
Fakat İzmir'e çıkartılan Yunanlılar'ın, Ege ve Marmara Bölgesinden başlamak üzere, iki-üç koldan Polatlı'ya kadar gelişindeki asıl amacın ne olduğu tarih kitaplarında ekonomik yönüyle; pek değil, hiç geçmedi ve yazılmadı!
Yunanlılar'a uluslararası güç tarafından işgal yetkisi verilmesinin asıl amacı; bu coğrafyanın altındaki bulunan ve Allah'ın bir lütfu olarak bahşedilen; bor, trona, uranyum, toryum, altın ve gümüş madenlerini ele geçirmekti. İzmir'in heybesi gibi hemen yanıbaşındaki duran Manisa ilinin Soma ilçesinde ve Çanakkale'de linyit kümürü; Bursa ve Kütahya ilçelerinde, Linyit Kömürü ve bor madeni, Balıkesir Bigadiç bölgesinde bor madeni, Çanakkale'nin Kaz dağlarında altın madeni Eskişehir'e bağlı Kırka'da ilçesinde zengin rezervli bor madeni, Ege Bölgesini oldukça zengin kılıyordu. Yer üstü ise ayrı bir zenginlik; zeytinlik ve pamuk ovaları olan Menderes ovasında yetişen türlü nimetler.
Türkiyemizin bor madeni üretimi, Osmanlı döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Dünya üretiminin yüzde yetmiş civarını karşılıyordu. Bursa ilinde ayrıca, çelikten çok sert bir yapısı olan volfram madeni, Balıkesir ilinin ilçelerinde ise altın madeni vardı. Büyük güçler tarafından Yunanlılar'a işgal ettirilen bölgenin yapısı işte bu şekilde çok zengindi.
Türkiye'yi, çevresindeki arkadaşlarına da güvenerek kurduğu organizasyonla kurtaran ve üzerinde yeni bir Türkiye Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Atatürk'e nankörlük ederek bakanların, yaptıkları işlere isyan edenlerin gösterdikleri düşmanlıklarının asıl nedeni, Yunanlılar'ın işgal ettikleri bölgelerden süpürülerek İzmir'den denize dökülmeleri, Ege bölgesinden atılmaları değildi. Asıl neden; yukarıda soz konusu edilen madenlere sahip olunamamasıydı. Bu düşmanlık, sonradan Rothscild Ailesi'nce kurulan merkezlerde eğitilen Türk gençlerine yapılan beyin yıkamaları ile oluyordu. Mustafa Kemal Atatürk'e karşı bir bilinçle saldırmalarının altında yatan asıl neden de buydu. Bu propoğandaya bilinçsizce uyanların içinde, dindarlıktan uzak olan dincilerde yer alıyordu. Bunlar da, tarikatların ve dergahların kapatılmasının peşindeydiler. Hınçla ve dinde olmaması gereken intikamla yaşıyorlardı. Kısacası, emperyalist güçlerin arzu ve heveslerine farkına varmadan uyuyorlar; şuursuz bir gafletle Atatürk'e ve dolayısıyla Türk soyuna düşmanlık yapmaya devam ediyorlar.
Tıpkı, Filistin topraklarını mukaddes ve kurtarılmış bölgeler olarak kabul eden ve bundan dolayı buraları yerleşim yeri olarak seçerek isteyen Siyonist Yahudi Rothscild Ailesinin isteklerine uymayan ve vermeyen Osmanlı Sultanı II. Abdulhamid'e "Kızıl Sultan" dedikleri gibi, Atatürk'e de, hak etmediği şekilde iftiralar ediyorlar, yakıştırmalar yapıyorlardı. Üstelik ne yazık ki, menfaatler uğruna tarikat ve dergahlarının kapatılmasından dolayı da, aklını ve şuurunu İngilizlere veren müslümanlar da bu şeytanlıklara katılıyorlardı. Aslında bu iftiralar, güneşin batmadığı İmparatorluk olarak anılan İngiltere'yi elinde tutan Rothscild Ailesinin marifetiydi. Halbuki, Rothscild Ailesi'nin babası olarak kabul edilen Mayer Amsceldi'ye lakabı da çok önceden verilmişti: "Kızıl Kalkan".
Tarihte çok uzun zaman önce değil, Rothscild Ailesini kuran "Mayer Amsceldi (Kızıl Kalkan), 1744 yılında Almanya'nın Essen eyaletinin Frankfurt şehrinde doğmuştu. Kimdi bu aile?
İngiliz-Fransa arasındaki Waterloo Savaşı'nda karşı karşıya kışkırtmalarla getirilen ve savaştırılan, savaşan her iki tarafı da, yüksek faizle finanse eden;
Çarlık Rusyasına karşı yapılan Kırım Savaşında, Osmanlı'ya 600.000 Sterlin veren;
Aslen Avusturya ordusunda bir onbaşı olarak savaşırken bulunan ve Yahudi asıllı olan Adolf Hiter'in güçlenmesi ve silahlanmasına yardım eden;
1918 yılında çıkartılan Bolşevik ihtilali ile Rus Çar'ının idam edilmesinin ardından, isyancılarla görüşme yapılmasının ardından Hazar Petrollerine ulaşan ve Japonya'nın hiç savaşmak istemediği halde, Rusya ile Savaştıran;
Yukarıdan sayılan bu savaşların tamamında taraf olan devletleri yüksek faizlerle finans eden tek bir aile vardı. Adı geçen bu siyonist aile, aynı zamanda 1. Dünya Harbinin de, 2. Dünya harbinin de asıl plânlayıcısıydı. Plânlarlarını günü birlik yapılmıyor; neredeyse 100 yıl öncesinden plânların çalışması yapılıyor ve devreye sokulması da aynı aile tarafından sağlanıyordu.. Taktik; önce muhatabın itimatını sağlamak, sonra ortalığı karıştırmak, arkadan da ırkına menfaat temini. Şimdi de, bu Siyonist Yahudilerin etkisindeki ABD'nin de yaptıkları gibi…
Rothscild Ailesi, Almanya'da doğmasına rağmen, zaman içinde, Amerikan Dolarını da basma yetkisini elinde bulunduran İngiliz asıllı bir Yahudi Ailesi haline gelmiştir. Ailenin kurucu lideri Mayer Amsceldi, yukarıda zikredildiği üzere Almanya Essen Eyaletinin Frankfurt şehrinde 1744 yılında doğduktan sonra, henüz 13 yaşında iken, şehrin bir bankasında çalışmaya başladı. Almanyada, yahudiler, toplum içinde mesleki yönden bazı kısıtlamalara tabiiydi. Bundan dolayı tefecilik, rehin alma, ipotek etme, antikacılık meslekleri ile bütünleşmişlerdi. Bay Amsceldi, bir süre sonra, azınlık birliğinden hareketiyle, İngiltere Sarayının muhasebeciliğini de yapmaya başladı. İngiltere'nin Fransa ile yaptığı savaşta, Napolyon'a yenilerek kaçan İngiltere Prensi IV. Wilhelm, kaçarken 3 Milyon Dolar kadar bir parayı Mayer Amscel'e emaneten bıraktı. Paralar mahzendeki şarap fıçılarına saklandı. Fıçılara saklanan paralar, Napolyon askerlerinin gözünden kaçtı. Prens geri gelmeyince, Amscel bu parayı sermaye olarak 5 çocuğuna paylaştırdı. Dağıtılan sermaya ile borsa oyunları, Uzak Doğu'dan batıya getirilen Afyon kaçakçılığı işlerinden kazanılan paralar aileyi iktisaden büyüttü. 3 Milyonluk Dolar, bir finansal deha ile çok da uzun olmayan bir sürede -beş yılda- 7 milyar Dolara çıkarıldı ve Afyon Ticaretiyle tanınan bir başka şirketle birleşilerek "Rio Tinto" adıyla yeni bir şirket daha kuruldu.
Osmanlı İmparatorluğunun gerileyerek devlete dönüşme devresi döneminde; Sultan Abdülmecid tarafından Fransa'dan beş milyon altın lira borç alınarak yapılan ve Osmanlı Maliyesini de sonradan âdeta iflas noktasına getiren Dolmabahçe sarayı, 1856 yılında bitmesinden beş yıl sonra, verilen borca karşılık, Fransız-Rothscild sermaye ağırlıklı Şirketi, Bor ve türevi olan Boraks madeninin işletme imtiyazını Osmanlı Sultanından aldı. Tam bu sırada uzak doğuda afyon kaçakçılığı ile uğrasan Jardine Matheson firması ile 1873 yılında Rio Tinto Şirketi kuruldu; şirketin en büyük hissesi de Rothscild ailesinin oldu. Şirketin hissedarları arasında, İngiliz Kraliyet Ailesi de iştirakçi olarak yerini aldı.
1887 yılında, İngiliz Boraks Consolitadet Şirketi, Ege Bölgesindeki bor madeni Bölgesine yerleşti; şirketin arkasındaki isim, yine Siyonist (Yahudi Milliyetçisi) Rothscild ailesiydi ve adı geçen Aile verdiği borca karşılık Osmanlı Sultanı II. Abdulhamid'ten, Osmanlıya 1856 yılındaki Ruslara karşı yapılan Kırım Savaşında verdikleri borç ve diğer verilen borçların tamamının silinmesi, Afrika'da kaybedilen toprakların iade edilmesi sözü karşılığında, Filistin topraklarını istedi. Aile adına Filistin topraklarını isteyen, ancak red cevabını alan Siyonist Yahudi Avukat Teodor Herzl, sadece bir aracıydı, ama Avukat, Rothscild ailesinin de hizmetindeydi.
Gelelim Türkiye Cumhuriyeti Dönemine; Mustafa Kemal Atatürk'ün, TBMM'nden çıkarttığı Maden Kanunun ana ruhunda, işletilerek çıkartılan madenlerin ihraç edilmesi, döviz kazanılması düşüncesi vardı. Madenlerin, Emperyalist güçlere işletilmek için verilmesi ise hiç yoktu. Hatta, bor hariç, Rio Tinto Şirketinin elindeki maden ruhsatlarını, iptal ettiren kişi de Mustafa Kemal Atatürk oldu. 49 ilâ 99 yıllığına verilen işletme ruhsatlarının süreleri bitenlerin maden sahaları geri alındı; ruhsat yenilemesi yapılmadı. 1935 yılında Etibank'ı kuran Atatürk, 1936 dan başlamak üzere ve'fat edinceye kadar, bir kısım madenlerden Zonguldak Ereğil İşletmesi, Ergani Bakır İşletmesini geri aldı. Bu tarihten sonra da, Mustafa Kemal Atatürk hakkında organizeli şekilde iftiralar başladı; gavur dendi, din düşmanı yapıldı, sonuçta halen bilinen yakıştırmalar yapıldı. Halen de yapılıyor; Kamalizm sisteminin kurucusu deniliyordu.
Devam edelim. Borax consolidated ve Türk Boraks A.Ş. ve farklı şirketlerin arkasındaki Rothscild Ailesi'nin Türkiye'deki faliyetlerine karşı İsmet İnönü 1960'lı yıllarda sert bir tepki verdi; 1968 yılında TBMM'de Bor Mineralleri Arama Komisyonu kuruldu. On yıl sonra da Başbakan Bülent Ecevit tarafından devletleştirilen bor madenleri Etibank'a işletilmek üzere verildi.
Ancak Rio Tinto Şirketi, Türk Bor madeninden vazgeçmedi. Zira dünya Bor Pazarı Piyasasının % de 60' elinde idi. Bu sadece Rothscild ailesi sayesinde mi oluyordu. Hayır; Rio Tinto, Dünya ekonomik hayatını hakimiyet altında tutan onüç siyosint yahudi ailesinin dahil olduğu bir küresel hanedanlar masasının ismidir.
2003 yılı başında ise devletçe yapılan yatırımların, tamamen özel sektöre geçmesi projesiyle iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisini görüyoruz. Partinin proje görevi 2004 yılında işletilmeye başladı.Çünkü bu yılda maden kanunu değiştirildi. Bir yıl sonra, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2005 yılında Avusturalya gezisinde, Rothscild Ailesinin Avustralya'da yerleşik şubesi olan BHP-BİLİTON'la Türkiye Borlarının işletilmesi ve pazarlama konusunda görüşmeler yapıldı. Ziyarete katılan dönemin Dış Ticaret ve Gümrüklerden sorumlu olan Bakanı Kürşad Tüzmen, RİO TİNTO'ya bağlı Şirketin, yatırım yapmak istediğini ve Türk Bor madenine ilgi gösterildiğini Türkiye ile görüşmeler yaptıkları demecini verdi. 2010 yılından itibaren ise, Türk Bor Madenlerinin yanısıra, Bor madeninin yanısıra on dokuz yabancı şirkete maden arama ruhsatı verildi. Bu şirketler altın madeni de aramaya başladı.
2005-2006 yıllarında Türkiye'de 12 Bölgede altın maden sahası bulunuyordu. Şimdi ise 6 bin 500 tonluk altın potansiyeli rezervinin; 3 Trilyonluk değeri olduğu hesaplanıyor. Son hale getirilmesiyle de 30 Trilyonluk değerlerden bahsediliyor. Altın ve diğer madenler rezervi için, Maden İşleri Genel Müdürlüğü kayıtlarında 2003 yılında 51 yabancı ortaklı maden arama şirketi, şirketlerin 1168 arama ruhsatı, 153 ön işletme ruhsatı, 267 işletme ruhsatı var. 51 adet olan yabancı ortaklı maden şirketlerince 2006 yılında verilen ruhsat harcı 1.2 milyon YTL olmuştu. Böylece devlet tekelinin kırılmasıyla, çok uluslu şirketlere belirli madenleri çıkarma izni veren düzenlemeyle, yer altı kaynaklarımızdan özellikle altın, gümüş, bor, bakır, nikel, boksit ve çinko madenlerinin çıkarılması, yabancı firmaları harekete geçirdi. 2005 yılından önceki yıllara göre yüzde 274'lük artışla 15 bin 149 başvuru alınmış, 11 bin 305 başvuru ruhsata bağlanmıştı. 2006'da ise 12 bin 208 başvurudan 13 bin 866'sına ruhsat verilmiştir. 2016 yılında da Eti Maden İşletmesi Varlık Fonu'na Özelleştirilmek üzere alındı. M. Kemal Atatürk'ün kurduğu Etibank'ın son hali ortadaydı. 1935 yılında Ankara'nın Sıhhiye meydanının bir köşesinde yaptırılan Etibank bodrum kat hariç altı katlı bina 2006 yılında Ankara Adliyesine satıldı; güzel sanat değerindeki bina yıkıldı; burada adliye sarayına ek bina yapılacaktı. Yapılmadı, adliye sarayına gelir kapısı olmak için paralı otapark yapıldı. Bir köşesine de, açık hava hapishanelerinde çalışan mahkumların yaptığı giyim mamülleri ve üretilen gıda ürünlerinin pazarlanıp gelir temini yapılan baraka yapıldı. Etibank Madencilik binası ise Ankara İvedik'te dikine yapılan 19 katlı bir binada müstecir olarak faaliyetine devam ederken, yabancılara satılmak üzere Varlık Fonuna devredilmeyi beklemektedir. Batı'da eski eserler, bir müze ile muhafaza edilirken, ülkemizde yıkılıp, yerine dikey binalar kurulması da, konunun bir tarafı diye düşünülebileceği, gibi geçmişin silinmesi de akla getirilebilir…
Artık yabancı devletlerin Türkiye'yi fiilen işgal etmesine lüzum kalmadı. Mevcut iktidarın yaptığı iş, özellikle siyonist yahudi güçlerine çok iyi hizmet ederek, emperyalist güçleri beslemek oldu. 29 Ocak 2009 tarihinde Davos’taki Dünya Ekonomik Forumun’da Erdoğan ve İsrail Cumhurbaşkanı Peres “Gazze: Ortadoğu’da Barış Modeli” paneline katılmıştı. Burada, "One Minute" denilip, göstermelik çıkışlar yapılırken, bilhassa Siyonist Yahudi Yabancılar kollanılmaya 2005 yılından itibaren kollanmaya başlandı. Yabancılar için Türkye bir sayfiye ve Maden çıkarma yeriydi. Üstelik ellerine verilen arama ruhsatları yanında çıkarma ruhsatlarıyla neredeyse Türk toprakları parça, parça satılıyordu. Yabancıların yaptığı iş sadece maden çıkarmaktı. Çıkarılan Madenler, özellikle Bor Madeni çok küçük bir işlemden sonra, yurt dışına gönderilir oldu. Pazarlaması ise Rio Tinto'ya (Rothscild Ailesi) ait idi. Maden çıkarma ve işletme ruhsatları yerine aynı zamanda, çıkarılan madenin zenginleştirilerek son ürün haline getirilmesi istenmedi. Halbuki, Arama ruhsatları yanında, işletme ruhsatları verilirken, son ürün haline getirmeye yönelik ve Türk sermaye ortaklı yatırımların da, "Kötünün iyisi olarak" Türkiye'de yapılması şartı konulsa idi, şu anda yüzde otuz'lar seviyesindeki genç işsiz nüfusun, yüzde on'ların altına düşmesi işten bile değildi. Lakin bunu da beceremediler. Mübarek olsun! Özetle, Mustafa Kemal'in, "Geldiği gibi giderler" sözüne karşılık, bu defa "Gitmemek üzere geldiler" sözünü söyleyebiliriz. Bu da 17 yıllık AKP iktidarının daha ilk yedi yılı sayesinde gerçekleştirildi.