Rockefeller ve Rothschild ile yapılan bir toplantıda, Türkiye’yi de içeren dünya gerçeklerine
şahit olan İlluminatinin çekirdek üyesi ve ABD'nin Medya imparatoru Rupert Murdoch; Trokya Toplantısına ait İlluminatinin yemek buluşmasında, anlatmaya devam ediyor:
Türkiye'de "12.09.1980" darbesi bizim İsteklerimiz doğrultusunda yapıldı.
ABD'nin Medya imparatoru Rupert Murdoch'un bu söyledikleri doğruydu. Zira o yılları hatırlıyorum. Zira o tarihte mesleğimi de elime almış, yeterlik sınavımı da vererek, kazandığım müfettişlik belgemle, 18 aylık askerliğimi yapmaya başlayan; 5 aylık yedek subay idim. Bu satırları okuyanlar içinde bu süreci hatırlayanlar, mutlaka vardır. Nitekim, şimdiki iktidarın, yargıladığı; 1980 ihtilalini yapan Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren; o günün kabul edilemeyen şekilde Türk gençliğinin, sağ (MHP'nin,Türk ülkücüleri'nin aktif) ve Milli Nizam Partisi'nin (Ak gençliğinin pasif) faaliyetleri ile CHP'nin pasif yönden desteklediği, daha ziyade Vatan Partisi ve Komünist Partilerinin (Komünizm Rusya destekçileri Dev Sol ve Mao gençlik) şeklinde kutuplara ayrılıp, ortalığı daha da işin içinden çıkılmaz hale soktukları ve ülkenin gidişatını tehliye soktukları realitesi; devletin tehlikeye itildiği gerekçesiyle, 1960 yılı Anayasasının askere verdiği görev yetkisi altında, emir ve komuta zinciri silsilesi ile, o günün gidişatına el koymuştu.
O zamanlar ülkede, bir demokratik parti solundaki ile milliyetçi dinci bir parti koalisyonu (1974/Ocak-17/Kasım tarihleri arasında CHP Başkanı Bülent Ecevit ile Milliyetçi Selamet Partisi Başkanı Necmettin Erbakan) ile ve bir (1975-1980/Ağustos-Milliyetçi Cephe; Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Alpaslan Türkeş, Turhan Feyzioğlu) iktidara geliyor ve isteklerimiz (Rokefeeller-Rothscild Ailelerinin başı çektiği Siyonist Yahudiler) doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriliyordu. Fakat Amerika ve Avrupada gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmış; biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız plânı onlara da uygulamak istedik: Türk hükümetinden serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.
Anlatımımızı, 1970'li yıllara dönerek başlatalım. Binlerce Türk genci uydurma ideojilerimiz uğruna can verdi: En sonunda bu ikilem, yine bildiğimiz yollarla, "Ordo Ab Chaos" ile çözüldü. (Ordo Ab Chaos plânı “Kurulu düzeni alt üst et, her şeyi bir anda kaosa sürükle, tetiği çek") doğrultusunda yürütülüyordu. Önce kaos, sonra yeni düzeni kur. Bu amaçla, provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Savaşından sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezdirildi, ülkede insanlar yağ ve tuz bile bulamaz oldu. Karaborsacılar zenginleşti, halk iyice sefalete düşürüldü. Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç de zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak ikiye, hattâ üçe bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, hergün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başladı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz oldu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı. Binlerce Türk genci uydurma ideolojilerimiz uğruna can veriyordu. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor, fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Ne sol bir olay kaldı. Ne de, bir sağ olay. Zavallı ülke halkı, bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona erdi, ülkeye huzur geldi, sanıldı. Aslında provokatörlerin görevinin bitmesiydi. Sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve arkasından onlara bir kurtarıcı sunmaktır. Ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın, halk hemen kabullenecektir.
Bir şeyi daha elde ettik. Türkiye'de para itibar gördü; arkadaş, dost ve aile gibi kavramlar unutuldu.
Askeri darbeden sonra getirilen ve demokrasiye geçişten sonra; 1983 yılında iktidara gelen Turgut Özal hükümeti, bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkardı. Vahşi kapitalist sistemle o kadar çabuk uyum sağlandı ki, düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştü. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnektir. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak yavaş yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu. Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da özelleştirme hikayesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.
*Kürt Devleti Projesini* hayata geçirmek için önce örgüt yarattık:
Beyni yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Turgut Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini, kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki Özalın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başladı, ülke monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlanıldı. Aslında tam bir komedi oynanıyordu. Ülke insanının tepkisini ölçmek için Turgut Özal'dan Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya maloldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için "PKK" denilen bir örgüt yaratılmasını teşvik ettik. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi. Koskoca Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek durumda değildi. Öyle bir duruma düşürüldü. Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha; bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan yaklaşık 99 yıl önceki; 10.08.1920 tarihi ile imzalanan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından fedakarlık etmek zorunda kalacaktır. (Lozan Anlaşmasını da halen bu yüzden ABD, kabul etmeyen tek ülkedir. Halâ Sevr Anlaşmasında diretirler.) Ancak plânlarımız, halâ sürdürülecekti…
(*Sevr Antlaşması 10 Ağustos 1920'de İtilaf Devletleri Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz Krallığı, Polonya, Portekiz, Romanya, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı, Çekoslovakya ile mağlup Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalandı.)