MUSTAFA HÜSEYİN USLU

SURİYE GÖÇÜ GERÇEĞİ

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren ise göç politikalarını etkileyen ana gelişmeden bahsedilebilir. Bunlardan ilki Cumhuriyet döneminde Türkiye’de bir ulus-devlet kurma çabalarının önemli bir boyutu olan milli kimlik ve aidiyetin oluşturulmasına ilişkin politikalardı. Bu anlayışın Türk mevzuatına önemli bir yansıması, 1934 tarihli ve 2510 sayılı İskân Kanunu’nda Türkiye’ye göç etme hakkının sadece “Türk soyundan meskûn veya göçebe“ kişilere verilmesiydi. Aynı şekilde 1932 tarihli ve 2007 sayılı “Türkiye’deki Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkında Kanun“ bazı mesleklerin yalnız Türk vatandaşları tarafından yapılmasını hükmediyordu.

Bizzat emperyalist güçlerin dahli ile Türk Devletimizin yıkılması çalışma gayretleriyle 1960 yılların sonlarına doğru fiili olarak başlayan sağ-sol gençlik çekişmelerine karşı, siyasi kavgalarla bir türlü tedbir alınamıyordu. Anayasa’ya Türk Cumhuriyetini korumak görevi verilen Türk Ordusunun 12 Eylül 1980 askeri darbesi yapması sonrasında oluşturulan ülkeye huzur girmesi ve hemen ardında kurdurulan siyasi partilerin hemen akabinde emperyalist güçlerin eliyle başlatılan 10 yıl sürecek İran-Irak arasında savaşı çıkartıldı. Arkasından Irak rejiminin tek adamı Saddam rejiminin devrilmesine yardım için Irak’a girmede ABD’ye yardım altında ülke topraklarından geçme yetkisi verilen dönemin Hükümetine, Irak’ın emperyalistlerden intikam almak yerine, Türkiye ekonomisini zayıflatmak amacıyla Ülkemize karşı insan göçü hareketlendirildi. Özetle, ilk olarak doğudan insan göçü 1990’lı yıllarda başlatılmış oldu. Aslında bu göçlerin arkasında bizzat ABD’ce tasarlanan Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) vardı. Kısaca BOP’un arkasında İsrail Sınırlarının güçlendirilmesi ve genişletilmesi de vardı. Bir ülkenin yıkılması için emperyalistler en az 200 yıllık çalışma yapardı. Planları da vardı:

2011 yılında hareket başladı. Suriye rejimince muhalif Arap nüfusun sürülmesi göçü başlatıldı. Bu da aynı Irak Devletine karşı yapılanların farklı bir görüntüsü gibiydi. ABD tarafından Suriye’de huzur getirilmesi ve Rejimin yıkılmasına geçildi. Aynı şekilde, Irak rejiminin yıkılması için Türkiye’ce çıkartılacak tezkere ile Suriye’ye girilecekti. Oynanan kural hep aynıydı.

Suriye rejimi tarafınca Türkiye’ye doğru sürülen sonu gelmeyen ilk zorlayıcı göç 2011 yılında başladı. Sayısı 100 binle sınırlanacaktı, tabi hedef sonraları değişti; hedef 15 milyonu da geçti. Aslında bu örtülü bir Arap işgaliydi.

Esad rejimi, göçü üç amaç için kullandı. 1’incisi muhalifleri ülke dışına çıkarmak, 2’incisi başta Türkiye olmak üzere muhaliflerini rakip ülkelere yönlendirerek zor duruma düşürmek, 3’üncüsü Suriye Lideri Esad’ın ülke nüfusunu kalıcı olarak değiştirmekti, Esad, önce iç savaş şartlarını bahane etti. Ardından İran ve Rusya destekli büyük bir askeri güç kullanarak, muhalif Arap nüfusunu, yaklaşık 1000 yıldır Suriye’de yerleşik olan Suriye Türkmenlerini de Suriye’den ayrılmaya zorladı.

Suriye rejimi iç savaş sırasında sadece göçmenleri Türkiye’ye yönlendirmekle kalmadı, Türkiye’yi bir başka açıdan da zor duruma düşürmek amacıyla, Kuzey Suriye’yi PKK’nın kolu olan PYD/YPG örgütünün kontrolüne bıraktı. Bu güçler de Suriye’nin enerji ve petrol kaynaklarına el koydu.

Türkiye, milyar dolarları aşacak şekilde giderler ile Kuzey Suriye’de ortaya çıkan bu şartlar karşısında 2016 yılından itibaren IŞİD’e karşı Fırat kalkanı, YPG/SDG’ye karşı da Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtları operasyonlarını yapmak zorunda kaldı.

Kısaca, Suriye rejimi iç savaş boyunca muhalif gördüğü unsurları ülkesi dışına çıkardı. Kuzey Suriye’nin demografik yapısı değişti. Türkiye’ye milyonlarca sığınmacı geldi. Kuzey Suriye operasyonları için ülkemizi önemli miktarda kaynak harcamak zorunda bırakıldı. Suriye rejimi bu yönden stratejik hedeflere ulaşmış göründü. Gelen sığınmacıların beslenmesi için ayrıca ürettiği ürünlerini de sattı. Halen her bir Suriyeli için aylık harcanan para 250 USD dolarını buldu.

Ülkemiz, Soğuk savaşın bitmesinden sonra bölgesindeki ülkelerde baş gösteren istikrarsızlıklar ve çatışma ortamıyla beraber düzensiz göçün geçiş ve hedef ülkesi haline geldi. Ancak bu göç dalgalarını büyük ölçüde kendisi karşıladı.

2011 yılında başlayan göç, Cumhuriyet tarihinin en büyük toplu göçü oldu ve sayıları ilk başlarda 3,5-4 milyonu bulan göç sonrasında, ülkemiz halen dünyada en fazla sığınmacı barındıran ülkelerden birisi haline geldi. Bu olayın önemli bir yönü, Suriye’nin etnik yapısının rejimin planlandığı gibi değiştirilmesiydi. Suriye rejiminin uygulamaları ile Suriye Türkmenlerinin büyük ölçüde yerinden edilmesi sonucunda Suriye’de artık emperyalistlerin hedefleri şeklinde bir nüfus elde edildi.

Netice olarak, Suriye göçünü konunun tarafları bakımından değerlendirilse, Suriye rejiminin ve AB’nin izledikleri göç politikaları sonucunda bu süreçten en zararlı çıkan taraf Türkiye oldu. Gelinen noktada Türkiye için Suriyeli göçü ile ilgili politikalarının güncellemesi zorunlu hale gelmiştir. Bu kapsamda Kuzey Suriye’nin demografik ve etnik yapısının zorla değiştirilmesinin kabul edilmeyeceği mesajı bütün dünyaya ve Suriye rejimine kesin bir biçimde verilmesi olmalıdır. Uygulamada da göçmenlerin tekrar Suriye’ye dönmesinin şartlarının oluşturulması için gerekli bütün planlamalar yapılmalı ve tedbirler alınmalıdır. Öncelikle göçmenlerin istedikleri gibi Türkiye içinde dağılmaları uygulaması durdurulmalı, göçmenler geri dönüş şartları oluşuncaya kadar geçici olarak belirlenecek şehirlere yerleştirilmelidir. Çalışma izinleri sadece ikamet edilen illerde geçerli olacak şekilde verilmelidir.

Sonuçta 2011 yılından itibaren Suriye rejimi, kendi amaçları doğrultusunda yönlendirdiği göçü asimetrik bir silah olarak başarılı bir şekilde kullanmıştır. Rejim Suriye Türkmenleri dâhil milyonlarca kişiyi zorla yerinden edip Türkiye’ye yönlendirerek hem muhalif olarak gördüğü insanları ülkeden çıkarmış, hem Kuzey Suriye’nin etnik yapısını değiştirmiş hem de Türkiye’yi ciddi ekonomik, sosyal ve güvenlik problemler ile karşı karşıya bırakmıştır.

Ülkemizin coğrafi konumu, uzun kara ve deniz sınırlarının varlığı ile düzensiz göçün iyi yönetilmesi gerekir iken, göç ve sınır yönetimi konusunda devlet politikalarının güncellenerek bu politikalara uygun kurumsal yapıların oluşturulması ülkenin milli güvenliği açısından hayati önem taşımaktadır. Bu nedenle,

1-) Avrupa Birliği diğer ülkelerle yaptığı geri kabul anlaşmalarını Türkiye ile de sanki aday ülke statüsü yokmuş gibi uygulamaları, Türkiye’nin mevcut statüsü, AB hukuku, uluslararası mahkeme kararları ve kendi uygulamaları ile çelişiyordu. Türkiye’nin Geri Kabul anlaşmasının imzalamış olması sığınmacı yükünü artırdı. Bu ise Türkiye’nin aleyhine sonuçlar doğurdu. Geri kabul anlaşması feshedilerek göçle bağlantılı konuların tekrar müzakerelerin serbest dolaşımla ilgili süreci içerisinde tartışılması sağlanmalıydı.

2-) Bir ülkenin göç yönetimi konusundaki gücü, sınır yönetiminin etkinliği ile ölçülür. Bu açıdan sınır yönetimi konusundaki yasal, fiziksel ve kurumsal altyapının kurulması ülke güvenliği açısından son derece önemli bir konudur.

3-)Kuzey Suriye’nin nüfus ve yapısı değiştirilmesine asla izin vermemesi gerekirken, iç kaynaklarından faydalanmak isteyen devletlerin hedefleri kollanılır şekilde bir politika izlendi. Gelmesine fırsat verilen göçmenlerin geri dönüş şartları ortaya çıkana kadar geçici olarak belirlenecek şehirlere yerleştirilmesi yerine tüm ülkeye yayılması sağlandı ki, bu yapılmamalıydı.

Her şeyden önce Ülkemizin banisi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözü vardır: “-Güney komşularımız Arapların iç işlerine karışmayınız.” Karışıldı; sonuçta ülkemiz Suriyeliler ile doldu.

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.