Sakallı, uzun boylu genç, Alman malı otomatik tüfeğini olabildiğince yukarı kaldırıyor
ve Batılı TV kamerasına coşkuyla bağırıyor: “Ben Ömer Muhtar'ım! Biz Ömer Muhtarız!”
Nasıl bir zavallılıktır bu?
Ömer Muhtar, Fransız ve İtalyan sömürgecilere karşı Sunusi direnişçilerine katılmıştı. 1911’de Sunusiler, Türklerle omuz omuza (Bnb. Mustafa Kemal'le birlikte) savaşmışlardı.
Osman'ın oğullarının son sultanı Vahdettin, Ekim-Kasım 1918’de Medine savunmacıları da içinde olmak üzere, birçok cephedeki Türk ordularını Moudros limanında anlaşmayla İngilizlere teslim etti.
Libya’daki ordumuz da Vahdettin’in emriyle teslim edildi.
O sırada vatansever(!), aynı zamanda İngiliz hayranı Sultan, Libya’daki orduda görevli şehzadesi Osman Fuad’ın İstanbul’a ulaştırılmasını da İngiliz generalinden rica etmişti. Bir bakıma “Orduyu al, şehzadeyi ver” diyordu. (Belge ve ayrıntılar için bkz. 58 Gün-Mustafa Kemal İle Filistin’den Anayurdun Dağlarına)
Anadolu’da Mustafa Kemal sömürgenlere karşı savaşırken Ömer Muhtar da Libya çöllerinde İtalyan sömürgecilerine karşı gerilla savaşına başladı.
20 yıl (1911-1931) sürdü çöllerdeki savaş: Çöl Aslanı Ömer Muhtar, kıyı kentlerindeki “Ilımlı Müslüman” işbirlikçilere karşı da zaferler kazandı. Ne var ki silah desteği bulunmayan Ömer Muhtar ve gerillaları, sömürgeci devletlerin hava saldırıları, ılımlı Müslüman hainlerin (Avrupa-İngiliz Müslümanı da diyebilirsiniz) arkadan vuruşlarıyla birlikte yenildi.
Ömer Muhtar’ı 1931’de astılar; ama onun ve yurtseverlerin savaşımı, Kuzey Afrika’ya örnek oldu. Savaşmadan yenilmek onların işi değildi ve asla teslim olmadılar.
Aradan 30 yıl geçti. Cumhuriyetimizin Harp Okulu’nda yetişen birkaç genç subay, Libya’da sömürgecilerin işbirlikçisi kralı devirdiler. Petrol kaynaklarını yabancıların elinden aldılar.
Yalnızca kıyı kentleri sömürgecilerin ihtiyacını karşılamak için sınırlı ölçüde kalkınmıştı. Libya ihtilalinin önderleri, Libya’nın göçebelerini eğitmek için ülkelerini yeniden inşa ettiler: Dünyanın en ilginç ve en büyük projesiyle çölün altından su taşıyacak boru hatlarını, hastaneleri vb.
Bu kalkınma döneminde Türkiye’nin müteahhitleri, işçileri, mühendisleri yıllarca çalıştılar oralarda. Müteahhitler holding şirketlerine sahip oldular. Türkiye’deki orta ölçekli fabrikalar, atölyeler de geçindiler bu milyarlarca dolarlık işlerden.
Aşiretler düzenini sürdüren, uluslaşamayan toplumlarda olduğu gibi, değişimi yaratanlar, birliği ve bütünlüğü korumak için akılcı sabırlı programlar geliştiremeyince baskıcı oluyorlar.
Libya’da da öyle oldu. Batı’nın gücüne karşı kimi zaman teröristlerden medet umdular. Bu arada al-Kaide ve İmam Humeyni rejiminin desteklediği Silahlı İslami Cihad Örgütü, Abdelhakim Belhaj (Talibanla omuz omuza savaşmıştı) önderliğinde içerde karışıklık yaratmak için yıllarca uğraştı.
Karışıklıklar baskı getirdi. Özgürlük şampiyonu Batı bu gelişmelere yıllarca ses çıkarmadı. Muammer Kaddafi’nin son on yıldaki uzlaşmacı tavrını görünce niyetlerini sakladılar. Libya’nın paraları yatıyordu bankalarında; petrolün önemli bölümün işletmesi İtalyanlara (ENI) ve İspanyollara (Repsol) verilmişti.
Ne ki sömürgen yalnızca Libya’yı değil, Tunus’u, Mısır’ı, Cezayir’i, Suriye’yi, Irak’ı ve Anadolu’yu da istiyordu.
Libyalıların bir bölümü 80 yıl önce olduğu gibi liberal ve dinci sloganlara sarılarak kendi vatanlarını Batılıların verdiği silahlarla yıkmaya giriştiler. NATO'nun silahlandırdığı işbirlikçilerin bir tugayına, hiç utanmadan, “Ömer Muhtar Tugayı” adını bile verdiler.
NATO, kendi askerlerini heba etmeden binlerce jet saldırısıyla bomba yağdırarak Libya’nın ulusal askeri gücünü kırdı, kentlerini yerle bir etti.
İşte olan biten budur. Çöl ülkesinde, baskıyı da sabırla aşarak gelişmiş bir devlet yükselecekken eski sömürgenler, içerdeki yandaşlarıyla “Ilımlı İslam” diye diye ele geçirdiler Libya’yı!
Batı’nın hançeri “liberal”, “Ilımlı İslamcı” yani “Uyumlu Müslüman”, aynı zamanda demokrat ve özgür bir ülke vaad eden Mahmud Cibril ile Abdulhakem Belhaj, Batılı şirketlerle pazarlıktaydılar.
Kanlı pastadan pay kapmak için gülümsemesi eksik olmayan Türkiye Dışişleri Bakanı da Libya’ya uçup duruyor; NATO’nun Libyalı askerlerine “Ömer Muhtar’ın torunlarından selam getirdim!” diyor.
Batılı sömürgenler, yıktırdıkları Libya’yı yeniden inşa edecekler; karşılığında petrole el koyacaklar. (…) Obama da ekonomik kriz zararının bir bölümünü Libyalıların kanıyla karşılayacak.
Ne şaşırtıcıdır ki Batılılar, bağrına Ömer Muhtar’ın fotoğrafını iliştiren Muammer Kaddafi’nin elini bile öpüyorlardı. O zamanlar Kaddafi’ye dokunan cennete gidecek gibiydi. Gerekirse dokunmadık yerini bırakmayacak, dokundukça cennetlik olacaklardı.
Amerika ve Avrupanın silahıyla, euro-dolar gücüyle “Ben Ömer Muhtar’ım” diye haykıran o sakallı cihat eri, Ömer Muhtar’ın savaşımını Libyalılara, Afrikalılara ve dünyaya tanıtmak için yüklüce paralar harcayarak sinema filmi çektiren kişinin Muammer Kaddafi olduğunu bilmiyordur belki.*
Ya Türkiye’deki ılımlılara ne demeli?
Daha dün ellerinden keyifle ödül aldıkları Muammer Kaddafi’nin sonunu ilan ederken yüzleri acaba ne renk alıyor?
O tutum, o renk, onlara yakışabilir, ama biz Türklere hiç yakışmadı bu kişileri başımıza geçirmek.
“Çöl Aslanı” namlı Ömer Muhtar’ın istiklal mücadelesini kirletmelerine izin vermemiz de bağışlanacak gibi değil! 3 Eylül 2011>>
(Mustafa Yıldırım, The General: Karanlık Vadilerde Şeyh-NATO İttifakı,2. Baskı, UDY, 2010, s 210-212'den)
*1981 yapımı filmi Mustafa Akkad yönetti; Anthony Quinn, Oliver Reed ve Iren Papas başrollerinde oynadılar. Lion of The Desert-“Çöl Aslanı” filmi Türkiye’de de gösterilmişti. Ne ilginçtir ki “Ömer Muhtar’ın torunlarından selam” götürenler, o filmin TRT TV’de gösterilmesini emretmiyorlar!