Gün geçmiyor ki yolsuzluk öyküleri yayınlanmasın.
Yalnızca günlük haberlerle yetinilse neyse, bir de “maskeli soygun” gibi kitaplar yazılıyor.
Oğulların-kızların babalarının devlet katındaki konumlarından yararlanarak zenginliklerine zenginlik kattıkları ileri sürülüyor.
Zenginlik doğrudur da, kaynağın yasa dışılığı yanlıştır; ezelden berir padişah-sultan-krallar çıkarlar ağı kurmazlarsa ayakta kalamazlar.
Kazançlara ‘yolsuzluk’ denilmemesi için en kestirme yöntem, devletin ihalelerine, şirketlere aile yakınlarını, “öutemet” kişileri ortak etmektir.
Öncelikle mahdum-prensler, müteahhitlere, enerji şirketlerine ortak olurlar. Prens-mahdumların ortak olmadığı bir iş yoktur.
Her ortaklığın alt ortaklığı, her alt ortaklığın taşeronları, taşeronların ekipleri vardır.
Hesap makinesine vurulursa sebeplenenlerin sayısı birkaç küçük ülke nüfusuna eşit çıkar.
İşlemler kâğıt üzerindeki yasalara uygundur. Kimse kalkıp da usulsüzdür, yasadışıdır diye onları mahkemeye veremez.
Mahdum prenslerin cebine akan para şeraite uygun paylaşılır.
Paranın bir bölümü, ne olur olmaz, ihtilal-darbe filan olur da açıkta kalınır, denilerek ihtiyat akçesi olarak yabancı bankalara, borsa şirketlerine emanet edilir.
İhtiyat akçeleri, banka havaleleriyle kayda geçmesin denilerek diplomatik bavulla taşınır.
Çoluk çocuk yedi sülale aniden ülkeden ayrılmak zorunda kalır diye devlet kasasından ekstra hizmet uçakları alınır.
Göçülen ülkede açıkta kalınmasın denilerek önceden evler alınır. O ülkenin devleti, mahdum-prensleri ve ailelerini sınır dışı etmesin, diye oranın devlet adamlarıyla, kraliyet aileleriyle önceden yakın ilişki kurulur. Bazıları akçeli işlere dolaylı yoldan ortaktır zaten.
Mahdum-prensler ve dahi kerime-prensesler kendi ülkelerinde dinden, ahlaktan söz ederler, gittikleri yabancı ülkede her türlü kepaze âleme dalarlar.
Bu öykü burada bitmez, ama hemen belirtmeliyim ki sözünü ettiğim mahdum-prens ve kerime-prensesler, Körfez şeyhliklerinde, Suudi krallığında, Libya saltanatında vb. yaşamaktadırlar.
Her yaptıkları, dinen uygundur.
Dinen uygunsa sizin devletin yasalarına, toplumsal ahlaka uymasa da olur!
Çok ısrar ederseniz yeni yeni fetvalar verilir ve uygun yasalar icat edilir!
Her gün, şu yasaya aykırı, bu yönetmeliğe uymuyor, diye bağrınıp durmanın yararı yok, çünkü devlet gücünü, cemaat gücüyle birleştirenlerin yasaları kendilerine göredir, sizin geride kalmış yasalarınıza uyma zorunlulukları yoktur.
Boşuna haber yapmak da, zahmet edip kitaplar yayınlamak da yararsızdır, çünkü kutsal cihat yolunda yürünüyorsa Hâkimiyet milletin, kulların değildir.
Öyleyse ne mi yapalım?
Bu da soru mu şimdi?
Ortağın çocuklarıyla el ele verenler, her gün artan baskıya, zulme karşı halkı birleştireceklerine, halkla birlikte göğüs gereceklerine internetle-cep telefonuyla, sonu gelmez günlük nutuklarla muhalefet eder gibi yapıyor.
Yalnızca, ama yalnızca iktidar umudu dağıtıyorlar; padişah tavrıyla “burunlarından fitil fitil getireceğim”, “perişan edeceğim”, hesap soracağım” diye bağırıyorlar!
Üstelik sisin Türk devletinizin kuruluş anayasası yerine, 3 yıl daha geriye giderek eski padişahlık dönemine kapı açıyorlar! O döneme yakışarak Amerikan-Avrupa kapılarında dolanıyorlar!
Üstelik bunların dokunulmazlık zırhları da var! Onlara yanaşan kalem erbabı da rahat, çünkü arkalarına Amerika’yı, İngiltere’yi, Almanya’yı aldıklarını sanıyorlar.
Namuslu aydınlara, erdemli gazetecilere gelince…
Diyeceksiniz ki bu ne biçim yeni yüz yıl yazısı?
Karanlıkta boğulurken masal mı anlatsaydık ya da gökten zembille inme bir lidere inanın gerisini merak etmeyin mi, deseydik?
* 28 Aralık 2010 (Güncellenme 14 Ocak 2023)
Kaynak: The General, 2. Basım, UDY 2011, s. 264