Sosyal bilimlerin tüm alanlarında başka hiçbir tanım etnisite ‘etnik köken’ (Irk)
ifadesinden daha müphem ancak bir o kadar da belirleyici değildir. Köken veya “etnisite,” esasen Yunanca εθνος, (ethnos) kelimesinden türetilmiştir. İngilizce’de, “etnik” terimi çok uzun bir süre, ta on dokuzuncu yüzyıla kadar, Yeni Ahit’teki geçerli anlamıyla Hıristiyanlığı kuran Pavlus’tan alınma “CENTILE” ki Pavlus’a göre Yahudi olmayan, “pagan” veya “Hristiyan olmayan” anlamında kullanıla gelmiş bir kelimedir. Kelime etnik özelliklere veya farklılıklara ilk olarak atıfta bulunması dolayısıyla çok ilginç bir kelimedir. Ancak etnisitenin toplumun sosyal katmanlarını niteleme ile ilgili kullanımı 1953’e dayanmaktadır.
Orta Çağ’ın erken dönem kaynaklarında üyeleri sürekli değişmekle birlikte, Gothi veya Romani gibi gurupların isimlerinin etnik tanımlama amacıyla kullanılması doğru değildir çünkü bu gurupları bir arada tutan temel güç etnik köken birliği değil tuttukları bölgenin değerliliği ve bu bölgede icra ettikleri faaliyetti.
Fransızcada, “ethniqe” sıfatıyla ilişkili ve oldukça yaygın bir kullanımı olan “ethnie” ifadesi vardır. Ancak modern Fransızcada etnik olmak için hangi ayırt edici özelliğe sahip olunacağını ifade eden bir isim yoktur. İngilizcede “etnik kökeni ifade etmek için “ethnic” sıfatına -ity sonekinin eklenmesiyle elde edilen “ethnicity” kelimesi türetilmiştir. Ancak ethnicity kelimesinin köken aldığı somut bir isim yoktur. Bu bakımdan ne Latince “genres” ne de Fransızca “ethnie” kelimeleri Yunancadaki εθνος (ethnos) kelimesinin karşılığıdır. Yakın zamana kadar, böyle bir terime ihtiyaç yoktu, çünkü entelektüel söylemde bunun yerine “ırk” kelimesi kullanılıyordu. Ancak kavram bugün kullanıldığı amacıyla insanları sosyal, kültürel, dil ve biyolojik yönden açıkça ayırt edemediğinden bunların hepsine aynı anlamı yüklüyordu. 51 Bu sebeple etnisite yerel olmayan ya da günlük konuşma dilinde bulunmayan morfolojik süreçlerle farklı bir kaynaktan alınmış soyut bir isim olmalıdır. Ancak etnisite kelimesi günümüzde antropoloji, sosyal antropoloji ve sosyoloji disiplinlerinin çalışmalarında nitel ve analitik bir kavram olarak kişilere ve guruplara toplum içinde somut ve olumlu bir yer kazandırılması amacıyla kullanılmak istenmişse de sadece kişileri ve gurupları göreceli olarak tanımlama veya diğerlerinden ayırmada bir anlamı olduğundan tanım kadük kalmıştır. Özellikle sosyal dallarda bunun önüne geçebilmek için sol içerikli bir düşüncenin sonucu olarak etnik köken, toplumun her bir gurubunun doğasında var olan ve onu diğerlerinden ayıran şey olarak ifade edilmişse de bu şeyin ne olduğu bunun ürününün nasıl tanımlanacağı anlaşılamadığından kendine özgü bir şey (safsata) olarak kavramsallaştırılmıştır. Ancak, yine de, belirli bir insan gurubunu tanımlama söz konusu olduğunda, “etnik grup” tanımı kullanılan tek ifadedir.
Sosyal bilimlere göre etnisite doğuştan değildir bireylerin onunla doğduğu topluma aidiyetidir ve biyolojik olarak çoğaltılamaz. Yani bireyler hayali bir “kültür aidiyeti biyolojisi” inşa ederek belirli bir halka bağlanır. Ancak kültürün bir fark oluşturamayacağının çok iyi bilinmesine rağmen bu tür özelliklerin basit bir listesini dayanak (referans) göstererek etnisitenin farklılığını nasıl ispat edeceğimiz konusunda bir şey söyleyememişlerdir. Onlara göre “etnisite” bir eylemin yapılış tarzını ve bu tarzın temsil ettiği halkı nitelediğinde etnik kökenden bahsediyoruz demektir. Bu durumda öleceğini bile bile İstanbul Surları’na bayrak dikmeyi kim göze alabilir? Sorusuna cevap yalnız ve yalnız TÜRK’tür dediğimizde onun etnisitesini belirliyoruz demektir. Ya da atlı göçerlik, hayvancılık ve oba kültürü deyince aklımıza Türk etnisitesi gelir demektir. Fakat etnisite yalnız başına ne kültürdür, ne de onun şekillendirdiği toplumu ifade eder! Sosyal bilimlerin bir dalı olan milletler hukukuna göre etnisite, “toplumun her ferdinin içinde yaşadığı ana kültürü az çok benimseyerek istikrarlı bir dengeye kavuşmuş hali,” şeklinde açıklanmaktadır. Ancak bu tanım da etnisiteden daha çok milletin işaret eder.
Antropoloji disiplinine göre etnik köken “bir toplumu oluşturan kök halkın diğer halklardan farklı olan sosyal işaretlerinin tüm toplumca ortaklaşa benimsenmesi ve kullanılması” olarak tanımlanırken bunun zımni olarak kan bağını işaret ettiğini de inkâr ederler! Bazı diğer sosyolog ve antropologların etnik kökeni tanımlaması ise evlere şenliktir. Bunlara göre etnisite özellikle kölelikten kaçışta veya köleliğe karşı direnişte olduğu gibi çok çarpıcı (dramatik) tarihi tecrübelerden kaynaklanan ve göreceli olarak yakın tarihi işaret eden bir tanım olduğunu savunurlar. Bu görüşe göre, etnik gruplar, yerleşik toplumlar arasında bulunan boşluklarda gelişen “insan ve kültür” karışımının kırıntılarıdır. Bu durumda etnisite sınırdaş ülkelerin sürgünlerinden oluşan taraftarların (diaspora) akrabalık, aynı siyasi görüşe ya da millete sahip olma, ataların kökdaş oluşu veya diğer meşrulaştırıcı olaylar gibi manevi değerlerin tanıdık birleştirici metaforlarının etrafında bir arada toplanmasından başka bir şey değildir.
Günümüzde etnik köken ifadesi insanların kendilerini veya başkalarını sembolik olarak belli bir kültürün kimliğinin taşıyıcısı olarak nitelemelerine atıfta bulunmak için kullanılmaktadır. Bu sosyolojik tanımlama kültürün siyasallaşmasına yol açmıştır. Evrim biyologları ve genetikçiler de etnisiteyi ayırt edici bir fark değildir derken sosyolog ve antropologların Sovyetler döneminden kalma işte bu sosyalist sosyal baskı korkusunu taşırlar çünkü “ırk” varlığını kabul ederlerse iddia ettiklerinin altında kalacaklarını, devletlerin ve milletlerin buharlaşacağını geriye sadece ve sadece bir kaç etnisitenin kalacağını iyi bilirler! Etnik köken ister sosyal bilimlerde olsun ister hukukta olsun nihayetinde genetikçilerin açıklamaya cesaret edemediği babalık bağına atıfta bulunarak geçmişe ve o dönemde gerçekleşen ortak kökene, yani “ilk atanın inşa ettiği sosyal yapıya” atıfta bulunmak anlamına gelir. Etnisitenin günümüzde geçerliliği olmayan yalnızca bir sosyal katmanlama inşası olduğuna “etnik kimliğin” (kökenlerin) incelenmesinin güncel kaygılarla tarihi süreç içinde (kronoloji) gerçekleşen hatalı (anakronistik) düşmanlıkların güncel yapılanmaları olduğuna inananlar da vardır. Sonuç olarak etnik köken tanımı halkın eylemlerini ve duygularını anlamak veya açıklamak için sadece akademisyenlerin yarattığı ve kullandığı analitik bir araç değildir. Çünkü etnik köken, geçmişten günümüze sosyopolitik ilişkilerle bulanmış silikleştirilmiş insan sınırlarını yıkılacak gibi görünmektedir. Sosyal antropologların ve antropologların hatta evrimci genetikçilerin genetik sonuçları reddederek ırkları yok saysa da ırkların bunları yok edeceği gün yakındır!
İklim değişikliği insanın bozduğu tabiat dengesinin bir sonucu değildir! İklim değişikliği tabiatın dinamik olarak kendi sonuna yürüdüğü yolun dinamik işaretleridir. Bu her yüz bin yılda bir tekrarlanmaktadır. Bir milyon yıl önce kibrit ağaçlarının olağan üstü artışı CO2 nerede ise hiç olmadığı bir dönemde dünyanın sonun getirmiştir. Şimdi bunun tam tersi olarak CO2 seviyesindeki olağan üstü artış atmosfer katmanını nerede ise tamamen örtecek boyuta gelmiştir. Tamamen örttüğünde ne içilecek su ne ekilip dikilecek yeşil alan ne de gölgelik orman kalacaktır. Bunun sonucunda da beş on yıl gibi çok kısa bir gelecek içinde dünya nüfusunun yiyecek bulamadığı için bir birini yemeye başladığı bir döneme gireceğiz. O zaman insanların ellerinde kalacak tek şey tarihi koşulların son sınırı ve yaratılışın başlangıcına dönmek anlamına gelen etnik kökeni aynı olanların farklı olanlara karşı vereceği savaşı göreceğiz! Bu durumda içine gömüldüğü deyimlerden başka sınırı olmayan dilin de işe yaramadığını, kültürün buharlaştığını aynı kan bağına sahip olanları diğerlerini çiğ çiğ yediği bir döneme giriyoruz. Demografik hareketlerin (göçler) savaş gibi mücbir sebeplerle sıkılaştırılması bu kavgaların ilk hallerinin denenmesinden öte bir şey değildir! Mezopotamya’dan başlatılan bu yıkıcı hareket Anadolu’dan İran platosuna yayılacak bütün Orta Asya’yı içine alarak Çin’i vuracaktır. Avrupalının hiçbir Suriyeliyi kabul etmemesinin temel sebebi budur. Bizim de Suriyeliyi, Afganlıyı, İranlıyı, Ermeniyi, Gürcüyü, Boşnağı, Özbeği bilerek gönül coğrafyamız mantıksızlığı adı altında sınırlarımızdan içeri buyur etmemiz, bu tarihi canavarlığın ilk başlanılacağı yerin burası olması hususunda kararın alındığını net bir şekilde ispat eder! Bu kararı uygulayanları tarih yargılayamayacaktır! Çünkü artık tarihin sonundayız. Onları dünyanın sonucunu getiren yüce mercii yargılayacaktır, artık o günün arifesindeyiz!
Çalanların çaldıklarını yiyemediklerini göreceğiz yakında