Siyasi İslam’ın ve Kürtçü İslam’ın Birleştiği Nokta: Katil Devleti Yıkmak!
1966’da MTTB Edebiyat Ödülü ardından Yeni Yeniciler (II. Yeni) bir araya gelirler Sezai Karakoç, I. Yeni Akımına karşı II. Yeni akımı içindedir. Bu eğilim içinde olanların ortak özelliği protesto (muhalefet) anlamında her güne yeni bir yazma eğilimiyle başlamalarıdır. İlhan Berk, Turgut Uyar, Cemal Süreyya, Ece Ayhan, Sezai Karakoç, Edip Cansever, Ülkü Tamer bu guruptandır. Sezai Karakoç kendilerini şöyle tanımlar: “Laleli’den dünyaya giden bir tramvaydayız.” İşte Yeni Şiiri özetleyen bir mısradır bu. Orhan Veli Laleli’den Sirkeci’ye giderken bu Yeni Akım Laleli’den dünyaya gider.” Ancak dünya kardeşliği adına trene binen Karakoç daha tren Laleli’den çıkmadan trenden inerek bu sefer de “Yeni İslamcı Akım”ın trenine biner. Fakat “Yeni İslamcı Akım” Mehmet Akif’siz ve Necip Fazılsız’dır. Dönüşüm başlamıştır. Dönüşüm hem fikridir hem de yeni bu yeni fikri getirenlerin soyu sopu dönüşümün ana taşıyıcı gurubu olmak üzeredir. Yeni İslamcı Akım’ın liderleri Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Nuri Pakdil, Alaeddin Özdenören, Erdem Bayazıt, Ebubekir Eroğlu, İsmet Özel’dir. Sezai Karakoç bunlara sonradan dâhil olur. Ölçüsü ve uyağı olmayan güya serbest vezinle şiir yazarlar. Tıpkı Marksistler gibi biçeme ancak kapalı, anlaşılması zor, muhtevası olmayan ya da dışarıdan asla anlaşılmayan bir anlayış getirme çabasındadırlar. Devir, “Ben de döndüm,” devridir ve nihayet Atatürkçü Necip Fazıl da daha fazla dayanamayıp Yeni İslamcı Akım’ın trenine biner. Binerken de şöyle söyler: “Mükellefiz! Amerikan siyasetinin tarafını tutmak biricik yol, Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesini görmek de biricik hedefimiz olmalı! Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin kendini iki yana açılmış bacakları arasında hayal ettiği bir kadından farkımız olmaz. Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti iç bünyemizde Amerikanizm fikrini kendimizin rehber edinmeliyiz. Hayatımızı bu siyaset birliğine göre ayarlamakta büyük ve her işe hâkim bir mana gizlidir (21).” Yeni İslamcı Necip Fazıl, Batman, Sason’un eski bir Ermeni memleketi olduğunu bildiği halde neden böyle yaptığını çok sonradan kendisini tanıdığımızda anladık.
Böylece Amerika ile bir olmanın manevi yücelmenin şartı olduğunu da öğreniyoruz, muhteremden. Ve o muhterem başını aslan pençelerinden daha iri diye hayal ettiği ellerinin arasına alıp “Ben Kimim,” diye düşünmesini istediği gençlere öğüdünün Amerikancılık olduğunu ezberlemiş gençlerin kökenlerinin neden bozuk olduğunu bir türlü sorgulayamadık! Tam Necip Fazıl’a göre, tam. Bir Allah kulu da çıkıp sormamış ki senin bağlıyım, uğruna ölürüm dediğin şeyhin anti Amerikancıdır, bilmez misin?
Siyasi İslamcıların yere göğe sığdıramadığı büyük düşünür, büyük bilge ve Allah adamı dedikleri Nuri Pakdil de şöyle özetler: Şiirim savaşımdır! Ancak Nuri Pakdil’in başka bir savaşı daha vardır: Bir 24 Nisan günü, “Bu gün benim kara günümdür, ağlarım yok oluşumuza,” diyen Pakdil’e, komşusu Doktor Mustafa’nın oğlu “ne oldu, kimin öldü Nuri Amca bu gün,” dediğinde, “Bu gün büyük kırım ve sürgünün yıl dönümü,” diye ağzından kaçırmıştır. Böylece anlıyoruz ki Nuri, 1915’in çocuğudur…
Diyarbakır Erganili Sezai 1975’lere kadar aynı davayı güder sonra İktibas Dergisi’ne geçerek daha radikaller arasında yer alır. İktibas Musa Çağıl’ın dergisidir! Ahmet Ertürk’ün Saatçi Musa diye tarif ettiği bu zat aslında çok tanıdık bildik biridir. 1952 yılında, Malatya’da, Vatan Gazetesi yazarı Ahmet Emin Yalman suikastının planlayıcısıdır. Tetiği çeken de Hüseyin Üzmez. Ertürk’ün, “Üçüncü kişi İhsan Aslan’dı,” dediği genç ise AKP kurucuları arasında yer alan Diyarbakır Milletvekili İhsan Aslan’dan başkası değildir. 70’li yıllarda politik olarak çok aktif bir genç olan İhsan Aslan Batman Sason’ludur ve o sıralar Yükseliş Koleji’nde çalışmaktadır. İlk Kürt hareketi önderlerinden olma sevdasındaki Aslan, Saadettin Bilgiç’in evine bomba koymaktan yakalanır ve hapsi boylar. AP kurucuları arasında yer alan Saadettin Bilgiç 2002 yılında yayınladığı hatıralarında bunu anlatmıştır. 12 Eylül dönemine kadar hızlı Kürtçü ve PKK sempatizanı olduğunu söylemekten çekinmeyen, Eyalet Sistemini savunan ve “Vatanım Kürdistandır,” diyen İhsan Aslan 28 Eylül 2006’da gazeteci Devrim Sevimay ile yaptığı söyleşide, “Ben değiştim,” diyecektir. Ne hikmetse, kim uygunsuz yakalanırsa hemen dönüyor ve yerli, milli ve ehlisünnet ve’l cemaat’im diyor!
12 Eylül sonrası MTTB gurubu içindeki Radikal İslamcılar Vahdet Kitapevinde toplanırlar. Molla Mansur, Hüseyin Gülensoy, Hüseyin Velioğlu, Fidan Güngör ve İhsan Aslan toplantıya gelenlerdir. Konu devlete karşı silahlı mücadeleyi başlatmak ve radikal İslam’ı savunmaktır. “TC onlara göre kâfir devlettir ve soymak helaldir”. Daha sonra İlim Kitapevinde yapılan ikinci toplantıya İhsan Aslan katılmaz. Menzil adına toplantıya katılan Ubeydullah Dalar bu fikre karşı çıkar ve Hüseyin Velioğlu ile aralarındaki tartışma alevlenince Velioğlu Dalar’ı vurur öldürür. Artık İslamcılar arasında kan davası başlamıştır. 2002 yılında Beykoz’da Hüseyin Velioğlu kıstırılıp vurulunca Hizbullah evleri ortaya çıkar ve 200 kişinin domuz bağıyla bağlanarak öldürüldüğü işkence evleri. Gariptir, boğan Allah için boğduğunu söylerken boğulanın Müslüman olduğunu inkâr etmektedir! Tam bir Haşhaşi davranışı…
Bu arada 1984-5’li yıllarda İhsan Aslan ilginç bir şekilde Diyarbakır Emniyeti Narkotik Bürosu takibine takılır. İhsan Aslan’la ilgili ilginç bir kayıt tutulmuştur. Kayda göre İhsan Aslan uyuşturucu kaçakçılığı yapmaktadır. Tam da bu sırada İhsan Aslan Radikal İslamcıların arasını bulmak için çağrılsa da hiç etkili olamaz ve savaş bütün gücüyle devam eder. 1990 yılında İhsan Aslan Mazlum-DER başkanı olur. Genelde Mazlum-Der başkanları ve üyeleri ne gariptir ki Ermeni kökenlidirler. 1992 yılında İhsan Aslan’ın Sor Yayınevi’nden “Kürt Soruşturması” adında bir kitabı çıkar. Kitaptaki söylemler hiç de yabancı değildir! “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünde Türklüğün üstün bir ırk olduğu açıkça belirtilmektedir. Musolini ve Hitler’in takip ettiği bu faşist anlayış başka ırktan insanları tahkir (Tahkir kavramı, TCK m.480’de, bir şahsı halkın hakaret ve husumetine maruz bırakacak, onun namus ve haysiyetine dokunacak bir fiil isnat etmek olarak tanımlanmıştır; küçük görme, hor görme, aşağılama anlamındadır) ve tezyif (alay) etmektedir. Bu masalla ilgili anlamadığım, anlayamadığım şey şudur. Bizatihi Öcalan ve S. Demirtaş Türkiye’de 3,5-4 milyon Kürt-Türk evliliği var demiştir. Bu evliliklerin nerede ise % 100’ü de Kürt erkeği ile Türk kızlarının evliliğidir. Bu nasıl bir uydurmadır ki aşağılayıp değersizleştirdiği bir mahlûka kızını verebiliyor bu Türkmenler? Bu sonuca göre ya kızını Kürde veren Türkmen salaklık derekesindedir. Ya da bu söylem yalandır! İhsan Aslan’ın karşı çıktığı diğer bir söylem de “Türkiye Ülkesi ve Milletiyle Bölünmez Bir Bütündür,” lafıdır. Bu söylem Ulus devlet ve ırkçılar için bir mana ifade etse de gasp ve tahakkümü işaret ettiğinden biz Müslümanlar buna iltifat etmeyiz!
Ahha… Türk milletinin bölünmez bir bütün olduğunu savunmak demek bütün vatandaşların aynı değerde ve eşit haklara sahip birer vatandaş olduğunu ilan etmekse nasıl bir gasptır ki bu devamlı vurulan Türk oluyor? Sen bu topraklarda ben varsam varsın yoksa maraba bile değilsin! Bunu da ben söylemiyorum. 2008 yılı Süryani Mor Gabriel Kilisesi başrahibi verdiği beyanatında Kürtlerin sonradan gelme zorba olduğunu söyler! Eski solcu, bombacı, uyuşturucu kaçakçısı ve PKK sever İhsan Aslan’a ne tesadüftür ki artık bir İslamcıdır! Devrim Sevimay’a söylediği ilginç bir açıklama daha vardır: “1920’den itibaren bir avuç kurmay kadro Kürtlere yönelik inkâr, baskı ve asimilasyondan başka hiçbir şey getirmediğinden 70 yıldan beri yapılan tüm isyanlarda bir masumiyet payı yok mudur?”
İhsan Aslan sonunda ağzındaki baklayı çıkarır; kurmay kadro dediği Mustafa Kemal ve arkadaşlarıdır. Haklılık payı istediği ise masumdur dediği Şeyh Sait, Seyit Rıza, Said-i Kürdi ve tabii ki PKK.
Bunlar gerçekten de masum mudur?
Peki, Kürdün, Siyasi İslamcıların ve her türlü fesatçının Katil Devlet, Dinsiz Devlet dedikleri Türkiye Cumhuriyeti gerçekten katil ve dinsiz midir ve Put Mustafa dedikleri Mustafa Kemal gerçekten Firavun mudur?
Konuyla ilgili Mustafa Kemal’in bir sırrını daha açıklayalım da artık bu ağızlara sakız olan dinsiz, firavun, Allah’sız yakıştırmaları son bulsun. Hem İhsan Aslan’a, hem Said-i Nursi’ye, hem de onun talebesiyim diye böbürlenen Mehmet Ali Bulut’a cevap olsun.
Sözcü Gazetesi’nden Sinan Meydan’ın 9 Ekim 2017’de yazdığı, “Fetö’nün karakutusu Said-i Nursi’nin Atatürk Düşmanlığı,” adlı yazı ve Mehmet Ali Bulut’un You Tube kanalında yaptığı söyleşide ortak nokta Mustafa Kemal’e “Deccal” denmesidir. Ancak her ikisi de olayın aslına vakıf değildir! Her ikisi de doğruyu bilmiyorlar.
M. Ali Bulut 2021 senesinde Korona virüs üzerine bir konuşmasında; “Bütün sistemlerde sistemi yöneten sistemin yönetimiyle ilgilendiğinden sitem sonrasını düşünmez. O taraf kişinin kendi sorumluluğundadır. İşte laiklik dediğimiz şey budur. Sistemi yöneten büyüklü küçüklü deccallar vardır. Bu insanların getirdikleri komünizm, sosyalizm, liberalizm ve cumhuriyet gibi sistemlerin ahiret inancı yoktur. Bu sebeple tek gözü kördür. Yenidünya düzeninde bilim ve insan Allah’tan koparılmıştır. Dünya hayatı budur, sana rahatlığı vadediyoruz dediler. Deccal budur. Deccal; “Sana cumhuriyeti getiriyorum rahatlayacaksın,” dedi. Ama Deccalla kimse mücadele etmedi.”
Uzun yıllar Said-i Kürdi adını kullanan bu adam İstiklal Harbi döneminde Kürt Teali Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti, Kürt Neşriyat Cemiyeti ve Kürdistan Azmi Kavi derneklerinin kurucularındandır. 1919 Kasımında Said-i Nursi Ankara’ya gelir Mustafa Kemal ile görüşmeye. Mustafa Kemal ayaküstü görüşür ve sallar. M. Ali Bulut’un bununla ilgili de bir yorumu vardır. Yorumuna göre Ulus’tan aşağı inerken bir bakar ki Mustafa Kemal tam da önünde gitmektedir. Öldüreyim de dünya deccaldan kurtulsun diye hücum etmek ister maneviyattan önü kesilir, Deccala dokunma diye. Bir de daha İstiklal Savaşı başlamadan bu millet-i İslam’ın hali ne olacak diye hayıflanırken uyur ve bir rüya görür. Peygamber Efendimizi görür ve düşündüğünü sorar. Efendimiz de; “Benim ismimle gelen hükümdar olacak,” der. Mehmet Ali Bulut’a göre o dönem “leküm diniküm veliye din” dönemidir. Yani “Senin dinin sana benim dinim bana,” dönemidir. Bu da laiklik olduğundan Mustafa Kemal’e yol verilmiştir. Ama artık dönem değişmiştir. “Ya bizim dinimizdensiniz ya da patates dininden,” dönemindeyiz artık.
Diyelim ki öyle; “Sırrı İnna A’tayna” Risalesini okuyalım. Said-i Nursi ne diyor; “Bir zaman işittim ki ahir zamanda büyük deccallardan önce küçük deccallar gelir. Dedim, öyle ise Şeriat-i Ahmediyye’nin ve şeair’i İslamiyye’nin tahribine çalışan Mason Komite reislerinden ve hiçbir cihette layık olmadığı Mustafa Kemal ismiyle malum olan şahsı menhus o deccallardan biridir. Bidayet’i Cumhuriyet’te kalbim öyle hükmetti. Bir emare aradım. O zaman kalbime geldi ki Hesab-ı Ebced-i İlm-i Cifirde (Ebced Hesabında ve Cifir ilminde) ve çok ulumda (diğer ilimlerde) muteber (önemli biri) olduğumdan onunla bakayım dedim. Hesap ettim. Mustafa Kemal ismine iki fark ile tevafuk ediyor. Mustafa Kemal ismine layık olmadığı için Mestafe bi-Kemal şekline getirerek istediği bilgiye ulaşıyor. Yani uyduruyor. Hiç eğitim görmeden bunlar bana Allah tarafından gönderiliyor diyen adamın hezeyanlarından başkaca da bir şey değildir! Ancak bilgi doğrudur.
Buradan iki sonuca ulaşıyoruz: (1) Ebced ve İlm-i Cifir ve diğer ilimlerde çok önemlidir. Bu ilimler köken olarak KABALA’nın İslamiyet’teki karşılığıdır. Ben kendim yazmıyorum bana söyleniyor demesi bu durumda doğrudur ancak söyleyen kimdir o belli değildir. Bunlar KABALA öğretisi temelli olduğuna göre söyleyeni şeytandır! (2) Mustafa Kemal, Mareşal Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü’den iki Deccal bir Süfyan olarak bahsediyor. Ancak Mustafa Kemal hem deccal hem de Süfyandır. “Süfyan zındıkların başı cahşilerin cahşisi zalimlerin en zalimi Yahudilerdendir!” Süfyan dediği Ebu Süfyandır ve hakikaten köken olarak Yahudi’dir! Bu adam hakikaten çok yüksek dereceli bir Kabalacı olmalı. Öğrencisi M. Ali Bulut da iyi bir gizlemli Kabalacı olduğuna göre ispatı vardır demektir.
Ayaklanmanın düzenleyicileri arasında “bağımsız Kürdistan” hayalini kuran kişilerin de bulunması, zaman zaman farklı değerlendirmelere yol açsa da, ayaklanma özü bakımından devletin merkeziyetçi/laik yapılanmasına karşı dinsel simge ve söylemler kullanılarak gerçekleştirilen dış destekli bir irticai tepki hareketidir. Ayaklanma, Nakşibendî tarikatı şeyhi Şeyh Sait’in önderliğinde, bu tarikata mensup Zaza Kürtlerinin katılımıyla gerçekleşmiş ve oldukça geniş bir alana yayılmıştır.
Peki, Mustafa Kemal’in Sırrı Nedir?
Said-i Kürdi, 1925’teki Şeyh Said isyanından önce hem Azadi Hareketi ile hem de Şeyh Said ile görüşmesine rağmen neden isyana katılmamıştır, işte sır buradadır. Said-i Kürdi’nin Şeyh Said’e katılmamasının temelde iki nedeni vardır: (1) Irki nedenler. Şeyh Said herkesin bildiği gibi Kürt değildir. Abbasoğullarındandır. Yani Peygamberimizin Amcası Hz. Abbas’ın soyundandır ve ARAPTIR. Said-i Kürdi ise Kabalacı Kürt Yahudisidir! Süfyan hatırlatması bu yüzdendir ve Yahudi Arap’tan nefret eder! (2) Said-i Kürdi Kabala kanalıyla şeytandan Mustafa Kemal’in Ankara’da Cumhuriyeti kuracağının kendisine bizatihi Peygamber’in izniyle Türk Asya Nakşibendileri eliyle sunulan beratla, Mevlana’nın özrüyle verileceğini öğrenmiştir. Rüyamda gördüm dediği şey budur. Bu sebeple kendisi Şeriatçı değil cumhuriyetçidir. (3) Abbasoğullarından Said’i destekler ise kendisine ikbalin hiçbir zaman gelmeyeceğini sezmiştir. İşte bu rüya bir önceki yazımda benim gördüğüm rüyadır!
Ancak Abbasoğullarından Said 30 nesil önceki dedesinin Hz. Ali’ye söylediği lafın ceremesini çekmektedir ve bu sülaleye ikbal yolu bugün dahi kapalıdır.
Nedir o cereme?
Daha Fahri Kâinat yeni terk-i dünya olmuştur. Hz. Ali elbiselerini çıkarıp yıkama işlemine bile başlamamıştır. Abbas yetişir. İçerideki Sultanlar sultanını bile düşünmeden; “Yürü çabuk Ensar ve Muhacir toplandı birine biat edecekler. Eğer yetişip de hakkın olanı almazsan bir daha Kureyş’e halifelik düşmez ona göre!” deyince, Hz. Ali gözlerini devirir amcası üzerine ve “Şu anki derdimiz o mudur amca?” der…
Ama Türk öyle yapmaz bilmediği bir dinin tebliğcisinin torununun oğlu Zeyn-el abidini canı pahasına ve tek başına tam 15.000 kişi elinden aparıp Türkistan’a düşürür! İşte bu TÜRKTÜR! Ve Allah Türkü yarattığında ona biçtiği makam TERKİ TERK MAKAMIDIR ve bu makam bir velinin fena fillah ve beka billah makamlarından sonra ancak olursa varabileceği makamdır! Bunu Bayrami olan Ankara’ya geldiğinde ilk iş olarak Hacı Bayram’a şükran ziyaretinde bulunup şükür namazı kılan ve ardından adına yeni devlet için “KIZILCA GÜN TOYU” yapılan Mustafa Kemal’e bildirmişlerdi. Bunların tamamı Sevgili Hocam Haluk Nur Baki’den dinlediğimdir!
Doğrusu budur. NE MUTLU TÜRK DOĞANA!…