Prof. Dr. AHMET TAŞAĞIL

ABD’NİN AVRASYA’YA BAKIŞI

Günümüzde dünyanın bir numaralı süper gücü olan ABD’nin, Avrasya ile yakından ilgilendiği bilinen bir konudur. Gelecekte de ilgileneceği konusunda  herkes hem fikirdir. Genel bir değerlendirme yapacak  olursak, ABD’nin Avrasya politikasının üç yönde geliştiğini görürüz.  Bu yönleri siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel olmak üzere tanımlamak mümkündür.  Siyasi politikasına uluslar arası ilişkilerin yanı sıra bölgede insan hakları ve demokrasini gelişmesi vb konularda  ilgisini söyleyebiliriz. Ekonomik açıdan baktığımızda bölgenin zengin petrol, doğal gaz, hammadde kaynakları ve bunlara ABD’li şirketlerin yatırımları, söz konusu kaynakların dünya pazarlarına nakledilmesi konularında ilişkiler ve uygulanan politikalar akla gelmektedir. Sosyo-kültürel açıdan bakıldığında bölgedeki yoğun Hristiyan misyonerlik faaliyetleri, gönüllü kuruluşların yaptığı psikolojik harekatlar, ABD’nin eğitim kurumları  açması  ve  benzeri ilişkiler söz konusudur.

II. Dünya  Savaşından sonra başlayan  Soğuk Savaş döneminde  ABD, Sovyetler Birliğini yakından takip etmiş olmanın, sağlıklı analizler yapmanın ve de iyi uzmanlar yetiştirmiş olmanın avantajlarını 1991 sonrasında çok iyi değerlendirmiştir. Buna süper güç olmanın avantajlarını da katarak, Avrasya’da  etkili olmaya çalışmaktadır.

Soğuk savaş döneminde iki süper güç arasında askeri ve ekonomik rekabetle birlikte, propaganda savaşı da yaşanmıştı. ABD, bu dönemde SSCB’deki Müslümanları ve Türkleri Sovyet yönetimine karşı kışkırtıyordu. 1989’lardan itibaren Amerikalı akademisyenler, işadamları, gazeteciler ve hükümet dışı organizasyonlar Orta Asya’ya akın ettiler. Orta Asya’dan da benzeri gruplar ABD’ye gitmeye başladı.

Bağımsızlıktan sonra ABD’nin Orta Asya politikasını üç devreye ayırmak  mümkündür.   1990’ların başındaki ilk dönemde ABD’nin karar vericileri, Orta Asya’nın iç işlerine fazla karışmadan uyumlu bir politika izlemeye çalıştı. Daha çok Moskova ağırlıklı olarak bölgeye bakıyordu. Bölge  liderleriyle bireysel bağlarını kuvvetlendirdiğini, Pazar ekonomisine geçişi ve demokratikleşmeyi  teşvik ettiğini görüyoruz Bu ülkelerin böylece Rus çekim merkezinden uzaklaşabileceği düşünülüyordu.  Bu arada çok sayıda analist ve uzman, Rusya’nın Bağımsız Devletler Topluluğu ile Sovyetler Birliğini yeniden canlandıracağını düşünüyordu. Bunun gerçekleşmeyeceği ihtimalini gören   ABD bölgeye daha tutarlı, daha anlaşılabilir bir politika  ile yaklaşmaya başladı.

1990’ların ortalarındaki ikinci dönemde ABD  değişiklikler yapıp çok yönlü politikaları uygulama safhasına koydu.  Hedeflerine  ulaşmak için  yeni yardım programları  başlatıldı. Rusya ve İran’ın etkisinden kurtarabilmek için bölge ülkeleriyle doğrudan yakınlaşmaya gidildi. İkinci Yeltsin dönemindeki idarede bu kolayca planlanıyordu. Bazı akisliklerle karşılaşıldıysa  da dikkate değer değişiklikler yerini aldı.

1990’ların sonundaki üçüncü dönemde Yeltsin’in yerini Putin’in almasıyla Rusya’nın Orta Asya, Kafkasların güneyindeki politikasında çok sayıda değişiklik oldu. ABD’nin desteğine ihtiyaç duymadan seçilen Putin, tamamen farklı bir politika izliyordu. Dolayısıyla 1990’ların sonunda ABD’nin  Avrasya politikası çok değişken bir yapıda seyretmeye devam etti. Ancak, 11 Eylül saldırılarından sonra durum tamamen farklılaştı.

Terörizm ve Radikal İslam  tehdidinden uzun zamandır çekinen ABD, Rusya ve Çin ile ortak tavır aldı. Ancak, jeostratejik çıkarlarından dolayı Afganistan operasyonu sonunda aralarında görüş ayrılıkları çıktı. Yeniden farklı senaryolar yazılmaya başlandı. Yine eskiden olduğu gibi Avrasya’da ABD’nin en büyük rakipleri ve çıkar çatışmaları Rusya Çin ile olacaktır.

Bu arada    ortaya atılan  Orta Asya’nın jeostratejik önemini vurgulayan kalbgah(heartland)  teorisine  göre demir yollarının gelişmesiyle beraber, kara hakimiyetinin deniz hakimiyetine göre önemi  artmıştır. Avrasya kara kütlesini ve onun merkezi olan kalbgahı kontrol eden dünyayı kontrol edecektir. Başka bir deyişle Avrasya’nın merkezini yöneten ve geliştiren dünyaya hakim olacaktır. Şeklindeki teoriler gündemde yerini almıştır.

Bölgenin stratejik konumunun yanında, doğal kaynaklar, özellikle petrol ve doğal bakımından zengin olması, altın uranyum gibi  madenlere sahip olması yüzünden önemi daha da artmıştır.  Böyle bir bölgeye günümüzün süper gücü ABD’nin ilgisiz kalması düşünülemez. Başta Rusya, Çin, İran ve Türkiye olmak üzere global ve bölgesel güçler ABD’nin Orta Asya politikasının  şekillenmesinde rol almaktadır.

En başlarda ABD, ortaya çıkacak belirsizlik, istikrarsızlık, nükleer silahların yayılması riski, nükleer hırsızlık, veya nükleer kaza korkularından dolayı SSCB’nin dağılmasını pek istemedi. ABD için tehdit etmeyen, işbirlikçi, daha açık ve demokratik Sovyetler Birliğinin sürmesinin iyi bir seçenek olduğu düşünülüyordu. Fakat,  1991’deki askeri darbeden sonra Sovyetlerin kesin olarak dağılması üzerine ABD’nin politikası değişti. Bağımsızlını ilan eden 12 cumhuriyet tanındı. Rusya Federasyonu, bir anlamda eski Sovyetlerin devamı olarak görüldü. Akabinde Orta Asya elçiliklerini açtı. ABD’nin öncelikleri bu sırada: Kazakistan’ın nükleer silahları konusunu çözmek, Radikal İslam’ın yayılmasını önlemek, İran’ı kontrol altında tutup Türkiye’yi model olarak ortaya sürmek, bölgenin doğal kaynaklarının işletilmesinde rol oymak, bu cumhuriyetleri batı güvenlik ve ekonomi  sistemine bağlamak, demokrasiyi ve insan haklarını ortaya atmak, bu amaçlara Rusya ile ilişkileri  bozmadan tehlikeye atamadan erişmek.

ABD’nin bu yaklaşımı 1993 sonlarına kadar devam etti. Kafkaslarda  ve Orta Asya’daki devletlerin bağımsızlıklarını güçlendirmelerini isterken, Rusya’yı da dengelemeye çalışıyordu. İnsan haklarına daha fazla saygı ve demokrasinin yayılması  ABD’nin önem verdiği konulardan biriydi. Fakat,  iktidarda kalmaya  çalışan Orta Asya liderleri ile çatıştı. Bölge gerçeklerini göz önünde bulunduran ABD, demokrasi ve insan hakları konusunu , stratejik ve ekonomik çıkarlarını ön planda tutarak, daha dikkatli değerlendirmelere başladı. Radikal değişikliklerin getireceği olumsuz sonuçlar ABD yönetimi tarafından fark edilmişti. Çünkü uyumsuz liderler ortaya çıkacak ve İslami grupların iktidara gelmelerine yol açacaktı. Bunu yanında milletleşme sürecinin tamamlanmamış olması da radikal demokrasi reformlarını önleyen bir başka sebepti.

İnsan hakları konusunda Rusya ile yakın ilişki kuran Kazakistan Devlet başkanı N.S.Nazarbayev, ABD tarafından eleştirilirken, Özbekistan Devlet Başkanı Kerimov, İran ve Rus karşıtı olduğu için   hoş karşılandı. ABD’nin hali hazırdaki yöneticileri desteklemesi Orta Asya’daki demokratik ve milliyetçi kesimleri hayal kırıklığına uğrattı. Bu durumun  Radikal İslam’ın yükselmesine katkı yaptığını düşünen analizciler de vardır.

ABD, gönüllü kuruluşlara da bölgeye yönelik politikasında yer vermekte,. Nüfuzunu artırmaya çalışmaktadır. Psikolojik propaganda ile nüfuz sahası haline getirilecek ve Pazar olarak kullanılacak ülkelerin öncelikle dini ve kültürel eğilimlerinin incelenmesi, sosyal, kültürel ve beşeri envanterlerinin  iyi çıkarılası ve insan  düşünce kalıplarının ve şuur altlarının keşfedilmesi gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında misyonerlik Batı  Emperyalizmine büyük hizmet etmiştir.  Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte çok yeni ve boş bir alan misyonerlik faaliyetleri için açılmıştır.  SSCB’nin dağılmasıyla oluşan çoğunluğu Müslüman nüfuslu Orta Asya ve Kafkasya ülkelerinde halkı anlamak, Hristiyanlık propagandası yapmak ve Batı ve ABD ile işbirliği  için uygun psikolojik zemin hazırlamak amacıyla büyük bir mali finansman ile misyonerlik faaliyetleri son on yıldır bu bölgede görülmektedir.  ABD, Almanya, Fransa  ve İngiltere faaliyetlerini devlet-vakıf-kilise iş birliği içerisinde  yürütmekte, 1992’de başlayan faaliyetler 1995’de hız kazanmıştır. Misyonerler çoğunlukla başka kimlikler altında faaliyetlerini sürdürmekte ve psikolojik seviyede bölge halkını Batı ve ABD ile iyi ilişkiler kurmaya hazırlamaktadır. Özbekistan’da yedi ayrı misyonerlik teşkilatına bağlı 63 cemaatte kayıtlı protestan üyelerin sayısı 10 bin civarındadır. Yapılan sadece dini propaganda  değil aslında bölgeye nüfuz edebilmek için yapılması gereken psikolojik propagandadır.  Bu yöntemle ABD bölgeye yönelik politikalarını daha az dirençle gerçekleştirmektedir.

Ekonomik çıkarlar  ABD’nin bölgeye yönelik politikasında en önemli temel amaç olma özelliği kazanmıştır.  Bu amacın korunabilmesi için ABD şirketlerinin rahat çalışabilmeleri için  politik ve hukuki zeminin uygun olmasına çalışmaktadır. ABD’nin dev petrol şirketleri bölgede büyük yatırımlar yapmışlardır. Örneğin  21.9 milyar dolarlık yatırımı bulacak Kazakistan’ın Tengiz petrol sahasında Chevron şirketinin yatırımı dikkat çekmektedir.  Orta Asya’ya çok fazla mikarda para ABD’nin devleti kanalıyla değil, özel şirketlerle gelmiştir.

ABD, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde özel sektörü desteklemeyi, serbest Pazar ekonomisini yerleştirmeyi, işletmeyi ve ticareti artırmayı amaçlamaktadır. Ticari engellerin ortadan kaldırılması, mülkiyet hakkı ve karın transferi için uygun koşulları yaratmak, enerji ve maden kaynaklarında rekabet girişini ve serbest  ticareti sağlamak için desteklerde bulunmaktadır.

Orta Asya enerji kaynaklarını, dünya  piyasalarına sunacak olan güzergahlarını kontrol etme çabası soğuk savaş sonrası uluslar arası politikanın en önemli konularından biridir. Rusya sadece kendi topraklarının tek güzergah olarak  kalması için çaba sarf ederken ABD, bütün tarafların petrol sahalarına eşit katılımını savunmaktadır. Petrollerin Batıya ulaşması bölge ülkelerini zenginliğe kavuşturacağı gibi ABD ve Batı’da   ucuzluğa dolayısıyla refaha yol açacağı düşünülmektedir.

İran’daki rejim ABD’nin en önemli rakiplerinden biri olma özelliğini yirmi yıldan fazla bir süreden beri devam ettirmektedir. Orta Asya’dan çıkacak bir Radikal İslami hareketin ABD’nin bölgedeki müttefiklerine sıçrayabileceği endişesi vardır. Tacikistan iç savaşından sonra kökten dinciliğin Orta Asya’da  yayılma endişesi daha fazla hissedilmeye başlanmıştı. Günümüzde İslamcı grupların aktiviteleri hala devam etmektedir.

Bazı stratejistler kökten dinciliğin Rusya ve ABD için  jeopolitik boşluğu dolduracak tehlikeli bir girdap halini alacağından endişe etmektedirler.

Her ne kadar soğuk savaş sonrası ABD açısından Türkiye’nin öneminin azaldığı  ileri sürülse de, bu bölge açısından bakıldığında Türkiye’nin stratejik bir ortak konumuna yükseldiğini söylemek mümkündür. Türkiye’nin AB politikasında başarısız olması ABD’nin önemini artırmıştır. Fakat, Türk-ABD   çıkarları bazen örtüşmekte, bazen ayrılmaktadır. ABD’nin Türkiye ile işbirliği menfaatlerine uygundur.

Bilindiği gibi Sovyetler dağıldıktan sonra Türkiye, Radikal Dinci İrana karşı Orta Asya devletlerine bir model olarak sunuldu. Çünkü, Türkiye demokrasiyi, laikliği, açık Pazar ekonomisini ve daha da önemlisi Batı’ya yakınlığı temsil etmekteydi. İkinci önemli sebep Orta Asya halklarının çoğunun Türk kökenli ve Müslüman oluşlarıydı. Türkiye’nin serbest Pazar ekonomisindeki tecrübesinin onların ekonomik transformasyonları için faydalı olacağı düşüncesiydi.

İlk yılların ardından ABD ve Batı’nın Türk modeline desteği sona erdi. Bunda  İran’ın önemli stratejik avantajlarına rağmen fazla etkili olamayacağının anlaşılmasının rolü vardı. Başta mezhep ayrılığı olmak üzere  İran’ın bir çok  handikapı bulunuyordu. Diğer taraftan Rusya’nın eski Sovyet topraklarından vazgeçmediği ve yakın bölge politikasının ilanıyla ciddi bir çaba içine giren ABD, bunu istikrar getirici bağlamda değerlendirdi. Neticede Türk modelinin başarılı olduğu görüldü ve görevini tamamladığı düşünüldü. Daha fazla desteklenirse Pantürkizmin canlanmasına sebep olabilirdi. Böyle bir birliğin oluşması Batı ve ABD açısından hiçbir zaman istenmezdi. Ayrıca  Türkiye kendi içinde bölücü problemlerle karşı karşıya kalmıştı.  Kısacası Türk modeli ilk zamanlarda üzerine düşen görevi tamamladığı gerekçesiyle sonlandırıldı.

İlerleyen yıllarda Kafkaslar ve  Orta Asya’da coğrafi, tarihi ve kültürel  yakınlığı tarihi bağları, Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkaslar gibi sorunlu bölgeler arasındaydı. Dolayısıyla ABD için önemini devam ettiriyordu.

ABD bölgeye yönelik politikasında önemli amacı olan petrol ve doğal gazın şirketleri tarafından üretilmesi için projelere destek vermektedir.   Şirketlerin önündeki engellerin kaldırılması için Kafkas ve  Orta Asya ülkelerine yardım etmektedir.

Güvenlik açısından istikrarı korumaya ve bölge ülkelerini Avrupa güvenlik sistemine dahil etmeye çalışmıştır. Fakat, Rusya’nın hala nükleer silahlar açısından önemli bir ülke olması gelecekte ABD ile Rusya’yı karşı karşıya getirecektir.

ABD, Kafkaslarda  Ermeni lobisinin etkisinde kalarak Dağlık Karabağ probleminde Ermenilerin tarafını tutmaktadır. ABD , 1996 sonrası dönemde Gürcistan’ı desteklemiştir. Ermenistan ise Rusya ve İran ile işbirliği yapmış olmasına rağmen ABD lobilerin etkisinde kalmaktadır. Bu durum  gelecekte bazı problemlere yol açacaktır.

Bölgedeki etnik çatışmaların çözümüne ABD’nin yardım etmesi Rus ve Çin rollerini azaltması bakımından faydalıdır. Aksi halde Rusya’nın müdahalesi bölge iç işlerine karışmak için bahane meşrulaştırma aracı haline gelecektir. Bu bağlamda Afganistan operasyonu ABD’nin Avrasya’da etkili olacağını gösteren bir işarettir.

Türkiye ile işbirliği  ABD’nin finanse ettiği gönüllü kuruluşlarla yapılan psikolojik propaganda ve misyonerlik faaliyetleri ters tepki yapabilir. Radikal İslamcı tehlikenin artmasına sebep olabilir Bu yönde ABD daha ılımlı ve doğru politika izlemelidir.

İnsan hakları ve demokrasi konularında bölge şartlarını yani toplumsal siyasi etnik yapı, milletleşme sürecinin tamamlanamadığını göz önüne alarak daha yavaş ve dikkatli adımlarla yaklaşmalıdır.

Rusya,Çin  İran ve Türkiye global ve bölgesel güçler olarak, ABD’nin Orta Asya politikasının şekillenmesinde rol oynamaktadırlar. Rusya-İran-Çin işbirliği yapabilirler ve Hindistan da bunlara katılabilir. Şanghay işbirliği örgütü Anti-ABD blokunu oluşturabilirler.   Bu ABD’nin çıkarlarına zarar vereceği gibi bölge ülkelerinin bağımsızlıklarını korumalarında sorunlarla karşılaşmalarına yol açabilir.

Türkiye’nin Avrasya’da yürütmeye çalıştığı aktif politika, ABD’nin politikası ile bağlantılıdır ve derinden etkilenmektedir. 1990’ların ortasından itibaren ABD, Avrasya’da önemi gün geçtikçe artan   bir politika izlemektedir. Aynı ABD, Baku-Ceyhan boru hattına, Trans Kafkasya Gaz hattına olduğu gibi destek vermektedir. Doğu batı enerji koridorunda Türkiye’nin desteklenmesi İran’ın ve Rusya’nın durdurulmaları için önemlidir. Özellikle Kafkaslarda ABD-Türkiye işbirliği bu günlerde elzemdir. Ankara ve Vaşington, Gürcistan ile işbirliği yaparak bu ülkeyi kuvvetli hale getirmeye çalışmaktadırlar. Türkiye’nin rolünün Kafkaslarda artması Moskova ile Gürcistan ve Azerbaycan’la karşı karşıya getirmiştir.

Terörizmle savaş işbirliğine yeni bir yön  vermiştir.  Ancak, ABD politikalarının Ermeni lobisinin etkisiyle Azerbaycan’a kayıtsız kalıp destek vermemesi, ileri de kendi aleyhine olabilir.

Önümüzdeki on yıllarda ABD gibi bir süper gücün Avrasya’da etkili olmak için politika uygulayacağı kesindir. Rusya ve Çin  gibi diğer önemli güçlerin karşısında ABD’nin Türkiye’nin stratejik ortaklığına, ve işbirliğine her zamankinden  daha fazla ihtiyacı vardır. Türkiye  kendi konumunu güçlendirerek, Avrasya’da etkin rol oynayabilmek için kendi sağlam politikasını oluşturmalı ve ABD ile gerektiğinde stratejik ortaklığa gitmelidir. Aslında ortaklık kaçınılmaz gibi görünmektedir. Burada önemli olan Türkiye’nin ortaklıktan ne kadar karlı çıkacağı konusudur.

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.