İmdi bu yazının başlığını okuyanlar “Bu acayip bir şey. Anlamadık!” diyecekler ve ardından bin katar yüküyle tenvirat yerine tezvirat üretecekler.
Biliyorum.
Birileri de girizgah faslını okumak zahmetine katlanınca mal bulmuş mağribi gibi “Ahaa” diyecekler. “Yine başladı yabancı kelimeler kullanmaya.”
Onu da biliyorum.
Yabancı dedikleri kelime bu ülkede asırlar boyunca kullanılan kelimelerdir.
Çince ya da Karayipler dilinde konuşmuyorum.
Senin kelime hazinen ne kadar onu da bilmiyorum.
Entel ve dantel solcular iş dil meselesine geldiği zaman uyduruktan da olsa birdenbire ‘milliyetçi’ hatta ‘Şovenist’ kesilerek başkalarını ‘Dil faşisti’ olmakla suçlayacaklar.
Onu da biliyorum.
Onlar başkalarına kem gözle bakana kadar kendi dağarcıklarındaki sözcük sayısını geliştirmeye baksalar çok daha iyi olur, diyor ve kestirip atıyorum.
Sadede gelelim.
Adana’nın En’leri dedik. Evet bu kentin de kendine göre bir takım En’leri var.
‘En’ derken dünyayı saran enlem ve boylamdan bahsetmiyorum.
Onların önce En’lerini bulalım. Sonra nasıl olsa sıra boylamlarına da gelir/gelecektir!
Bu Adana’nın En’leri sırası geldiği zaman kendilerinin En Büyük olduklarını hissettirmek için halka burun kıvırırlar.
Sosyetik yerlere takılırlar. Kahvede halk ile bir çay içimi süresi kadar halkla yaklaşmazlar. Aslında bu En’ler Adana hakkında da kulaktan doyma laflardan başka bir şey bilmezler.
Kaç vekile “kaç HES” var diye sordurdum. En’lerden olduklarını anlatabilmek için “O konuyu görevli arkadaşlarımıza soralım da araştırsınlar” diyerek burunlarını kıvırıp, gerdanlarını kırıp yol aldılar.
Hele bu vekiller.
Hele bu vekiller!
Vallahi onlar zaten bambaşka alemlerdeki alemler!
Her birinde ayrı afra ve tafra.
Oligarşinin vekilleri olduklarını unutup kendilerini millete milletin vekiliymiş gibi yutturmayı çok iyi becerirler.
Ankara’dan gelirler, genel başkanlarının yanında arz-ı endam eylerler, milletin elini bile ya salya sümük bir şekilde cıvıklıkla, ya da tepeden bakan tavırlarla sıkarlar.
Millet derdini anlatmaya başlayınca da “Sonra konuşalım” derler.
Zavallı millet bunları bir şey sanıp Ankara’ya kadar gider de kimini ya makamında bulamaz ya da bulsa bile oligark vekil o kadar yoğundur ki milletle konuşmaya zaman dahi ayıramaz.
Vekiller ve gazeteciler!
Bu vekiller var ya bu vekiller..
Gazetecilerle olan ilişkilerinde de ikiyüzlüdürler.
Kutlama törenlerinde “Hoş geldin sayın basın” ya da “ Basınımızın güzide temsilcileri” lafını ezberledikleri için söylerler.
Ardından da “İttiret ulan basını” derler.
Seçildikleri kentin gazetecilerini küçümseyip uluslararası entelijansiya kartellerinin uzantılarının ağızlarının içine bakarlar.
Ehh ne de olsa sözüm ona ulusal, lakin aslında gayri ulusal olan basın yayın organlarında iki bilemedin üç sütunluk yer alacaklar.
Ya da belediye başkanlarının yaptıklarını yapıp parayı bastırıp gazete sütunlarında, televizyon ekranlarında boy gösterecekler.
O işin teferruatı.
Aslı ise şudur ki bu vekiller yalaka takımından birer basın danışmanı atayacaklar. Maaşlarını meclisten verecekler. Abuk subuk bültenlerini okumak zahmetine bile katlanmadan habire bülten gönderecekler.
Yerelde gazeteciler bu bültenlere yer verecekler. Elbet verecekler! Sanki oligark vekilin görevlisidirler ve dahi bültenleri yayınlamaya mecburdurlar.
Yerel gazeteciler de belki üç kuruş nasiplenirim diye bunların eteklerini öpecekler.
Yahu En vekil, hiç değilse haberini yayınlayana bayramda seyranda bir teşekkür etme nezaketinde bulun.
Hadi diyelim ki memleket meselelerinden dolayı yoğunsun, başını kaşıyacak zamanın da yok. O zaman bari senin yerine basın danışmanın bir teşekkür ‘emaili’ gönderiversin.
Iıhhh o da yok. Bu basit nezaket kuralını burunlarını Kaf Dağı’na sümkürmekle meşgul olan Basın Danışmanları da akıl etmezler.
Geçelim Trene gelelim.
Evet Allah’tan Adanalı birkaç milletvekilinin birkaç tane (!) akıllı basın danışmanı var da arada -başka vekillerden kopya çekerek dahi olsa- bir ciddi açıklamalar yapıyorlar. Onlar da olmasa halimiz hepten harap…
Biiznillah birkaçını dürte dürte son zamanlarda en azından hava kirliliğini söyletmeyi becerebildik.
Kalkınma Ajanslarını da nasıl olsa sıra gelir!
Hele vekillerimiz şu cici demokrasi hamasetinden bi kurtulsunlar o zaman belki Kalkınma Ajansları’nın ne menem faaliyet içinde olduklarını da hatırlarlar..
İleri demokrasi isteyenler yerel yönetimlere özerklik kavramının altında yatan it tuzağını fark ederlerse belki ondan da vazgeçerler..
Mi acaba? Kim bilir belki…
Ağızlarını açtıkları zaman “Adanalıyık Allahın adamıyık “derler …
Üstelik bununla da yetinmeyip duvarları milyonluk afişlerle süslerler.
Bir de buna Kuvayi Milliye ile Çanakkale destanı alıntılarını ilave ederler…
Lakin HES ler konusunda susarlar.
Havaalanı konusunda Allah vara arada bir Ayhan Barut çıkış yapıyor. Ötekiler zaten başka alem.
İsmail Koncuk Ankara’da eğitimcilerle meşgul.
Ankara’ya yerleşti, parti içi kısır çekişmelerin dışında Adana umurunda mı ya?
Karslılar kadar olamadık ya…
Ben Kars’ı severim. Çocukluğumun bir dönemi orada geçti. Biraz sisli, biraz puslu olsa da rüyalarımı süsleyen hatıralarım var.
* *
Arada bir bunaldığım zamanlar dostum sevgili Sinan Ay’ın Belemedikteki kulübesine giderim. Dağ havası Coah olmuş ciğerlerime iyi geliyor.
Ondan da iyi gelen yazıda yabanda iki ayaklı insan denilen mahlukun eksik olması halinde domuzlar çıkıyorlar.
Onları seyretmek bile insan kalabalıklarına bakmaktan daha çok mutlu ediyor beni.
Domuzların homurtuları insan yığınlarının gürültüleri kadar tiksindirmiyor.
Geçtiğimiz günlerde Sinay Ay ile Belemedik Tren İstasyonu’na kadar yürüdük. Yük trenlerini izledik. Teknolojiye bir kez daha saygı duyduk.
Belemedik Tren İstasyonu’nda birkaç kişi ellerinde fotoğraf makineleriyle bekliyorlardı. Fotoğraf makinesi de artık tarihe karıştı!
Bazıları ellerinde cep telefonlarıyla bekliyorlardı. Bir süre sonra Tren düdüğünün sesi duyuldu. Bekleyenler ayağa kalktılar. Yan yana dizildiler.
Kimilerinin öz çekim kimilerinin de selfie dedikleri gibi sırtlarını trene verip hatıra fotoğrafı çektiler/çektirdiler.
Tren..
Benim kara trenim. Benim Toros Ekspresim yoktu artık.
Terk edilmiş kasabaları andıran boş istasyonlarda yük trenleriyle hatıra fotoğrafı çektiriyorsak eğer, trenimiz nostalji olmuş demekti.
Adana’dan bunaldığım zamanlarda yataklı bilet alıp Haydarpaşa’ya kadar seyahatlerime ne olmuştu?
Önce “HTS hazırlıkları” dediler. O ne dedik?
Etkili ve yetkililer “Hızlı tren Servisi koyacağız. Çalışmalar sürüyor” dediler.
Bekledik.
Ardından corona dediler. “ Ne vakit tren seferleri başlayacak?” dedik. “Bilinmez” dediler.
Aklımızın mizanını deldiler.
Corona dediğin illet otobüste bulaşmıyor, uçakta bulaşmıyor da bu meret trenin çalışmasını mı fırsat kolluyor?
Akıl almaz bir acayip, bir garabet..
Dedim ya Karslılar kadar olamadık. Ona hayıflanırım.
Bundan bir süre önce televizyon ekranlarında Karslıların tren isyanı vardı.
Bu devirde sıkı mı öyle isyan etmek.
Hükümeti eleştirmek. Yürek ister yürek!
Bırak eleştirmeyi millet hökümet hakkında söylenenleri faceboklarda beğenmekten bile korkar hale gelmiş.
Facebok şövalyeleri dahi tırsıyorlar.
Lakin Karslılar öyle değiller..
Serhat şehrimiz Karslı halk ozanları Kars tren istasyonunda bir müzik şöleni düzenlediler. “Trenimizi istiyoruz” dediler.
Atışmalarla treninin Kars için ne kadar önemli olduğunu haykırarak seslerini Ankara’ya duyurmaya çalıştılar.
Biz Allahın adamı olduğumuz için Toros Ekpresi işini de Allaha havale etmiş olduk.
Her ne ise “Trenimi istiyorum” diyerek belki En’li vekillerin etkili ve yetkililerin dikkatini çekeriz.
Öyle umduk!