Site icon Söz Gazetesi

Türkçülük Halkçılıktır.

Siyaset tezgâhında dokuyamadıkları iplerini koparıp piyasaya salan ne kadar âdemoğlu varsa tekmili birden son günlerde başımıza Türkçü kesildiler.
Bunlara bir de belirli odaklardan nemalanarak piyasaya çıkanları eklersek Türkçülük kavramı da pespaye oldu dersek yeridir.

Laboratuvar Türkçülerinden Kürşat bıyıklılara, ‘Anda’, ‘Kanda’ söylemleriyle on bin yıllık Türk kültür ve medeniyetini kabile seviyesine düşüren yeni yetmeleri de ilave edersek ülke genelinde sözde Türkçülük adı altındaki yapılanmaların sayılarının 30’lara vardığını görürüz.

Türk olmanın ahlak ve erdeminden yoksun siyaset bezirgânlarının profesyonelliğini de ilave edecek olursak bu sayı katbekat artar.
Hüseyin Nihal Atsız’ın romantik Türkçülüğünden bu güne kadar Türkçülüğe bir tek tuğla koymamış/koyamamış olan duayenlerle ‘aksakal’ grupları ise başlı başına ayrı bir mesele…
Belirli mahfillerde sözüm ona sohbetlerle, konferanslar verip, ahkam keserek hamasi nutuk atıp etiket peşinde koşanlar zaten ayrı bir alem…

Türkçülük dedikleri nedir? Mantık sistemi midir, ekonomik bir sistem midir, fikir midir, düşünce tarzı mıdır?

Küreselleşme karşısındaki nasıl bir yöntem izlenmelidir?
Bu sorulara cevap aramak yerine, oturup nutuk çekmek böylelerinin kolaylarına gelir.

İyi niyetli inanmış Türkçülerden daha çok, Türkçü geçinenlerin ve Türkçülerden geçinenlerin ne olduğu bir türlü anlaşılamayan hırıltı ve homurtuları Türkçülüğü ilim, bilim bir yana sosyolojik gerçeklerden bile uzak fasarya haline getirmektedir.

Bunlar ve benzerleri Türkçülük bahsi açıldığı zaman İlahi Kelimetullah ile söze başlarlar. “Kanımız aksa da zafer İslamın” diyerek bitirirler. Arabistan çöllerindek Bedevilerden misaller ve meseller vererek de sözlerini süslerler.

Bazıları ise o kadar aşırıya giderler ki aralarında Ayetullahi olanları da vardır, Hizbullahi olanlarına bile rastlamak mümkündür!
Bu konuda söylenecek çok söz var.
Lakin her sözün de zamanı var, sırası var…
* * *

Özellikle sağ partilerde konuşlanmış, izzet ve ikbal aramış bir kısım zevat kendi karakterleri ve milliyetçilikleri gibi Türkçülüğün de ‘işbirlikçi ‘ olarak algılanmasını sağlamışlar / sağlamaya çalışmışlardır.

11 Kasım 1938 tarihli İstanbul’da yayınlanan Kurun Gazetesi Sayfa 3 O sarayları değil halkın arasında olmayı tercih ediyordu.

Bunlar, münferit olmaktan çok daha ötede belirli espiyonaj faaliyetlerinin meyvesidirler.

Dünyanın her yerinde milliyetçi hareketler antiemperyalist olarak bilinirken bizde bu çark tersine döndürülmüştür.

‘Milliyetçilik’ piyasa milliyetçileri sayesinde ve Amerika’nın Yeşil Kuşak projesi gölgesinde evvelinde ‘İşbirlikçi’ ahirinde ise küreselci olmuştur.
Ne Amerika, Ne Rusya, ne Çin” diyenler ötelenerek, ezilerek ve hatta öldürülerek saf dışı edilmiş meydanlar “Kahrolsun komonizm” sloganı etrafında birleşen sözüm ona ‘Milliyetçi’ gruplara bırakılmıştır.

Milliyetçiliğin antiemperyalist olmasında direterek daha da ileri gidenler zaman zaman trajikomik bir şekilde “Komonistlikle” itham edilmişlerdir.

Gazi Paşa düşmanlığı…

Bu tür milliyetçilerin en büyük ihanetlerinden biri de Mustafa Kemal düşmanlığıdır.
Sam Amca’nın ‘Our boys’ları tarafından yapılan 12 Eylül 1980 darbesi sonrası sağda yer alan özellikle ülkücü kesim Atatürk ile tanışmıştır.

Ülkücülerin fikir babaları olarak monte edilen Arvasi’ler, Kısakürek’ler, ve daha bilmem kimler, antiempeyalist olması gereken milliyetçiliği dine kanalize etmişler ve küreselci-enternasyonalist- bir sistem olan Panislamizme hizmet edilmesini sağlamışlardır.

O tarihe kadar Ülkücüler de bizim ‘Ecmain’ dediğimiz gruplarla birlikte Atatürk düşmanlığını akıl almaz bir şekilde uygulamışlardır.
Onlarla ağız birliği yaparak Atatürk’e tağut, put demişler, resimlerini yakarak üzerinde tepinmeyi marifet bellemişlerdir.
Bakmayın siz şimdilerde Atatürk posterleri asmalarına ve gerektiği zaman takiye yaparak söylemlerinde Atatürk’ten alıntılar yapmalarına.. “Kanımız aksa da zafer İslamın” diyerek “Hira Dağı kadar Müslüman” olduklarını söyleyip “Türkler İslamiyet ile şeref kazandılar” diyenler Gazi Paşa’yı ne kadar severler?
Hesabını siz yapın!
* * *

Bu manzara ‘Milliyetçi’ denilen cephenin panoramik fotoğrafı.
Bir takım solcular ise ağız birliği yapıp Atatürk düşmanlığında birleşerek Mustafa Kemal’i zaman zaman İngiliz uşaklığı ile suçlayıp, sözüm ona devrim adına ahkam kesmişlerdir.
Tıpkı zamanın İslamcıları gibi onlar da Gazi Paşa’ya İngiliz Kemal demekten dahi geri durmamışlardır.
Bu da ayrı bir fasıl.

Türkiye’de 10 Kasım 1938’den sonra karşı devrim atağa geçmiş, sindiği yer altından burnunu çıkarmış ve bu gün egemen hale gelmişse bunda sağcılar kadar solcu geçinenlerin de paylarının olduğunu unutmamak gerekir.

1945 den sonra Atatürk’ün kurduğu parti bile Gazi Paşa’nın CHP programına koyduğu Milliyetçilik ve Cumhuriyetçilik meselesinden vaz geçerek sadece ‘Halkçılık’ı kavramını ele almışlardır. Bari Halkçı olsalar gam yemem!

CHP ana ilkelerinden ödün verdiği tarihten itibaren bürokrat ve eşraf partisi olmaya başlamıştır.
Oysa Türk siyaset tarihine baktığımız zaman sağda zaten aramak mümkün değil de solcu geçinenlerde de söylemden öte ‘Halkçı’ bir tavır ve siyasi uygulama görülmemiştir.

Bunca kavram karmaşası neden yaratılmıştır?
Bunun bir tek nedeni vardır. Kelimelerle oynayarak önce zihinleri sömürge haline getireceksin. Sonrasında ülke nasıl olsa kendiliğinden sömürge olmayı isteyecektir!

Nitekim öyle olmuştur. Marshall yardımları ile başlayan sömürgeleşme bu günlerde kademe kademe ilerleyerek neredeyse müstemleke aşamasına gelinmiştir.
Amerikan doları başta olmak üzere bilumum gâvurun parasına muhtaç bir ülkenin bağımsızlığından tımarhanelerdeki deliler bile bahsetmezler/edemezler…
Bu satırların her biri aslında ayrı bir yazı konusu..

Amma velakin değinmek istediğim konu özellikle Türkçülüğün halkçı olduğudur. Olması gerektiğidir.
Atatürk ilkelerini bilen, inanan her kimsenin Türkçü ve Halkçı olmaktan başka yapacağı hiç bir şey yoktur.
Türkçüler evvelinde bunu öğrenmek ve ilke edinmek zorundadırlar.
Var olmak istiyorlarsa “Tanrı dağlarında at koşturmaktan” önce bu ekonomik ve sosyolojik prensibe sıkı sıkıya sarılmalıdırlar.

Peki, nedir bizim anladığımız Halkçılık? “Emperyalist devletlerin devlet ve milletimizin hayatını açıkça kastetmeleri karşısında Meclisimiz haklı müdafaa için toplanmıştır. Meclis, Türkiye halkının hayat ve istiklalini biricik gaye bilir. “Bu gayeye, Türkiye halkını, emperyalizmin ve kapitalizmin zulmünden ve taassubundan kurtarmak, kendi irade ve hâkimiyetinin sahibi kılmakla varabileceği kanaatindedir. Büyük Millet Meclisi, halkın öteden beri maruz bulunduğu sefalet sebeplerini yeni icraat ve teşkilatla kaldırmayı, yerine refah ve saadeti getirmeyi, başlıca hedef addeder. Binaenaleyh toprak, maarif, adliye, maliye, iktisat ve evkaf işlerinde ve diğer meselelerde içtimai uhuvvet ve teavünü (Bu günkü dille sosyal adalet ve yardımlaşma şeklinde çevrilebilir.) hâkim kılarak halkın ihtiyacına göre teçhizat ve tesisatı vücuda getirmeye çalışacaktır.

Birinci büyük Millet Meclisi’nin 21 Ekim 1920 tarihli beyannamesinin özeti budur.

Gazi Paşa çeşitli konuşmalarında altını çizerek: “Halk devrindeyiz, halk hükümetiyiz ve Halkçılık yapacağız” diyerek Halkçılığı; “ Sosyal nizamı emeğin hukukuna dayandıran sosyal meslek” olarak tanımlamamış mıdır?

Dahası, şu satırlar hiç dikkatinizi çekmemiş midir?
Örnektir milletlere açtığımız yeni iz;
İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz.”

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL / Behçet Kemal ÇAĞLAR / :Cemal Reşit REY…
Hadi diyelim ki siz bu isimleri de hiç duymadınız ve bilmiyorsunuz.

Hiç 10 Yıl Marşı’nı da mı duymadınız?
Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar o marşın söz yazarlarıdır. Cemal Reşit Rey ise bestekârıdır.

Bu dizelerde asıl anlatılmak istenilen, özlenen ve uğruna gayret sarf edilen Halkçılık değil midir yahu?
* * *

Aziz Türkçüler!
Hadi bunları geçtik. Şimdi bir de şu satırları okuyalım.
Halkçılık esareti, reayalığı, feodalizmi, istibdadı, hülasa hürriyete ve eşitliğe aykırı ne kadar kurumlar varsa hepsini ortadan kaldırmaya çalışan bir ülküdür. Bir esirin efendisine, bir yarıcının ağasına, bir amelenin patronuna bir cahilin bir zata eşit olması doğal eşitsizlik midir? Yoksa insanların sun’i olarak meydana getirdikleri esaret, serflik mülkiyet, miras gibi sosyal kurumların sonuçları mıdır? Şüphesiz bunlar doğal eşitsizlikler değildir. Halkçılığın en büyük hedefi, bu sun’i eşitsizlikleri ortadan kaldırmaktır… Eşitlik ülküsünün hükümran olduğu bu halkçılık devrinde, artık sosyal eşitsizliklerin devamı caiz görülemez. Halkçılık devri toplumların siyasi tekâmülde eriştikleri en son, en yüksek merhaledir. Bu merhalede, sosyal eşitsizliklerin kaldırılması en esaslı şarttır.

Bu satırları da mı okumadınız?
Sahi siz nasıl Türkçüsünüz yahu?
Sıkıştığınız zaman ‘Türkçülüğün Esasları’ ve Ziya Gökalp dersiniz. Demesine dersiniz de anlaşılan o ki siz, Ziya Gökalp’i bile yeterince bilmezsiniz…

Bu satırları Ziya GökalpYeni Türkiye’nin Hedefleri’nde yazmadı mı?

Görüldüğü gibi, Kuvayı Milliyeciler kurtuluşu Halkçılıkta görüyorlardı. Halkçılık kapitalizme, ağa ve eşraf idaresine karşı olması, doğrudan doğruya çalışan sınıfların iktidarı ele alması demekti. Bu gün bu görüşün adına Sosyalizm diyoruz. Halkçılık da diyebiliriz
Buyurun, bu da Doğan Avcıoğlu’nun Kasım 1972 de Yayınladığı Yön Dergisi’nden…

Doğan Avcıoğlu’nu bilmeyebilirsiniz. Normaldir.
Ehh ne de olsa size göre ‘Komonistin tekidir’ !

“İlk Türkçüler Solcu
İlk solcular da Türkçüydü” desem…

Ne o çok mu şaşırdınız?
Kafanız mı karıştı?
O halde biraz tarih okumalısınız.
Merak etmeyin bu sözler bana ait değil. Attila İlhan’a aittirler…
Türk siyasi hayatındaki gelişmeleri yakından bilenler büyük Usta’nın altını çizdiği satırları bir kez daha okumalıdırlar.

Sıkı durun daha bitmedi:
Sanırım konuşmuştuk: ‘Türkçü’nün tabanı Rusya’daki ‘Cedit’ hareketidir; yani en baştaki ‘Türkçüler’!.. Gaspıralı İsmail Bey (Gaspirinskiy), daha o zaman, Türkçülüğü, Çarlık istibdadı ve emperyalizmi ile işbirliği yapan, Buhara ‘irticaı’na karşı anti/emperyalist, laik ve ulusal bir zemine oturtmamış mıdır?: Dilde, işde ve kültürde, Türklerarası bir ‘cephe’den yanaydı.
Bu tarih gerçeğinden, hemen iki önemli sonuç çıkar: 1/ Osmanlı döneminde ‘ittihatçı’ Enver Paşa’nın Wilhelmstrasse (Kayzer’in Dışişleri Bakanlığı) kökenli İslamcı Pan/Türkizm’inin, Türkçülük’le alakası çok tartışmalıdır. 2/ Buhran döneminin gerçek Türkçüleri, 1919’da Enver Paşa’dan yana değil, Mustafa Kemal Paşa’dan yana çıkmışlardır; çünkü, o da Türkçüydü, hem de gerçeği!
Örnek kolay: Yusuf Akçura da Ziya Gökalp de, Müdafaa-i Hukuk’un baş destekliyicisi olmuşlardı; Mustafa Kemal Milliyetçiliği, bu ikisinin fikir sentezidir. Daha ilginci, Cihan İslam İhtilali için, Basmacılar’la Türkistan’da ihtilal yapmaya giden, Enver Paşa’yı, yanılmıyorsam, Buhara’da bir başka Türkçü, Zeki Velidi Togan (Validof) bulmuş, konuşmuş, caydırmaya çalışmıştır.
Gerçekte, Türkçülük, Gaspirinskiy’den Molla Nur Vahidof’a, Validof’tan Sultan Galiyef’e, Mustafa Kemal’den Ziya Gökalp’e, Mustafa Suphi’den Şevket Süreyya’ya, Türklerin ‘tam bağımsızlık’çı anti/emperyalist halk cephesiydi. Bunu böyle saptamadıkça, ‘Türkçülüğü’, çıkarları için kullanmak isteyen ‘ecnebi’nin tuzağına düşülür.
Düşülmüştür de!

Attila İlhan.
‘Türkçü’nün ‘Ülkücü’ye Tepkisi ” , 19.12.1997 Cumhuriyet Gazetesi
* * *

Hadi bakalım son satırları bir kez daha okuyalım.
Gerçekte, Türkçülük, Gaspirinskiy’den Molla Nur Vahidof’a, Validof’tan Sultan Galiyef’e, Mustafa Kemal’den Ziya Gökalp’e, Mustafa Suphi’den Şevket Süreyya’ya, Türklerin ‘tam bağımsızlık’çı anti/emperyalist halk cephesiydi. Bunu böyle saptamadıkça, ‘Türkçülüğü’, çıkarları için kullanmak isteyen ‘ecnebi’nin tuzağına düşülür.
Düşülmüştür de!

Şimdi anladınız mı niye isyan halinde olduğumu?
* * *

Bu satırları yazmaktan maksadım ne kimseyi incitmek ne de küçümsemektir.
Bütün dileğim kendilerine ‘Türkçü’ diyenlerin birilerinin taktıkları gözlükleri çıkartarak olaylara çıplak gözle, yalın olarak bakmalarını sağlamaktır.
Haa bir de, samimi Türkçülerin, Türkçü geçinenlerle, Türkçülerden geçinenlerin safsata ve uydurmalarına karşı uyanık olmalarını sağlamaktır.
Zira onlar Türkçülük adı altında olmadık herzeleri yedikleri gibi başkalarına da yedirmeye çalışıyorlar.

Türkçü neye inandığını bilmek zorundadır. Aksi takdirde inandıkları ileri sürdükleri Türkçülük, köy kurnazı düzeyi ya da varoş aydını seviyesinde kalarak sosyal psikolojik mastürbasyon unsuru olmaya mahkûmdur.
Buna da kimsenin hakkı yoktur.

Exit mobile version