Hep böyle olur.
Bazen anlaşılmaz bir sıkıntı basar.
Yüreğim daralır, hafakanlar yoldaşım olur.
Koca dünya küçülür, küçülür de gelir ense köküme yerleşir.
Arı kovanları dolar beynimin içine, bürünürüm yılgınlığın, yorgunluğun kasvetine…
Sonra ardından ya bir yıkım ya da bir ölüm haberi gelir.
Ölüm dediğin de bir yıkım değil midir?
Ölümden sonra hayat ummak feylesof geçinenlerin dilbazlığı değil de nedir?
Bilenler bilirler. Son günlerde böyle bir acayip hallardaydım.
Ben mi dünyaya dünya mı bana küsmüştü belli bile değil…
Derken bir haber geldi gaiplerden…
Yitip uçmağa gittiğini öğrendik Güngör Türkeli’nin bakiye kalan birkaç Harbiyeli ağabeylerden.
Az gittim, uz gittim, anılarımızı çıkardım hayat denilen film şeridinin siyah beyaz karelerinden.
Yarbay Talat Turhan beğ düştü yadıma.
Genç Kemalistler Ordusu anıları.
İhtilal günleri…
Yiğit diye bilinenlerin itlikleri
Sonra Bomba Davası.
Ardından Talat Yarbay’ın birbiri ardına patlattığı Gehlen, Mont Pelerin, Küresel çete, Derin Devlet, Emperyalizmin Bataklığında İstihbarat, Küreselleşmenin Şifresi, Kontrgerilla Düzeni, Eymür, İç Savaşın Mitçisi…
Tam sayısını hatırlayamadım.
Yazdığı her kitap emperyalizmin yerli uşaklarının karargahlarına atılan bir bombaydı.
Azmiyle kaç sayrılıkla cebelleşmişti?
Harbiye terbiyesi almış yaşayan son Türk beyefendilerinden biriydi.
Güngör Türkeli ile tanıştıran da zaten Talat Turhan yarbayım değil miydi..
Güngör Türkeli …
Bırakın yazdıklarını bir yana…
Hani derler ya hayatı zaten bir roman.
Cezaevi anıları, Albay Türkeş ile birlikte cezaevinde yaşadıkları…
Türkeş’in yükselişinin perde arkası…
“Yazsana ağabey” dedim Yazdı. O vakitlerde İleri Yayınları bastı.
Harbiye’den Babıali’ye..
Okumalarını tavsiye ederim Türk siyasetinin perde arkasını merak eden herkese..
Bir yıl önce miydi ne? Basıp gitmiştim Anamur’a..
“Gel yahu buraya” derdi.
Küçük bir kitap dükkanı açacaktık. Bir sandal. Balığa çıkacaktık.
Hava Harp Okulu son snıf öğrencilerinin Uçuş seğitimleri için birbirlerine nöbet devrettiklerini, devredilen nöbet karşılığında zya bir iki paket sigara ya da bir iki kadeh rakının rüşvet teklif edildiğini konuşacaktık.
Millici pilotlar son imalat Türk Malı Uğur uçakları ile eğitim yapacaklardı yine..
Ötekiler için ise Amerikan Junkerleri tercih nedeniydi ne hikmetse..
Radar büyük olduğu için Uğur’a monte edilememişti de bizim Millici pilotlar kanatlarla, iniş kalkışlarla haberleşme metodu bulmuşlardı gökyüzünde..
Uğur’un ilk fotoğraflarını Güngör Türkeli vermişti kendi eliyle..
…
Offf Akşamları iki tek rakıyla Tanrı bilir ya dehe ne devrimler yapacaktık birlikte?
Söz, Türk Sözü her neyse güya Anamur’da çıkartacaktık.
Kaç kez gittim, kaç kez geldim.
Biz hesap kitap yaptık, Bizim hesap ile Tanrı’nın hesabı bir türlü birbirini tutmadı…
Galiba bakiyesi uyuşmadı…
Hasılı kelam aradığım huzuru bulmak Anamur’da da nasip olmadı.
Yorulmuştu.
Anamur’dan o da soğumuştu.
Hep Antalya’yı isterdi.
Eee ne de olsa oğlu Talat oradaydı …
Neriman Türkeli…
Cennet dedikleri yerde kadınlara da yer varsa eğer alınması gereken ilk kadınlardan biri mutlaka Neriman Türkeli olmalıydı.
O, Türk devrimcisi, ihtilalci Genç Kemalistler Ordusu’nun bir subayı ile evlenmişti.
Hayatı boyunca bir Türk devrimcisinin eşi olarak, dahası kendisi de bir Türk devrimcisi olarak yaşadı.
Zaten işler ters gittiği zaman kurdukları Kitabevi’nin adı da ‘Arkadaş’ değil miydi?
Arkadaşlık, yoldaşlık da böyle olmalıydı değil mi?
Yaşanılan dertler, sabırla geçmesi beklenilen gaileler ve çekilen çileler değer miydi?
Bilinmez.
Hayat öyle bir tuhaf ki bazen çetele tutulur da bakiyenin ne olduğu bir türlü hesap edilemez…
Hasılı kelam Teğmen Güngör Türkeli’yi de uçmağa, Tanrı katına, Yarbay Talat Turhan’ın yanına uğurladık.
Cenazesine katılamadım
Mazeret beyan edip de maruzat sunmadan beni anlayacaktır her iki kumandan.
Teğmen Güngör Türkeli’ye rahmet, sevenlerine metanet dilerim.
Başımız sağala.