Site icon Söz Gazetesi

“ADALET”

 

Sosyoloji ve Kur’an bilimleriyle donanımlı, 21 ciltlik “Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri” ile “Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an-ı Kerim Meali”nin ve otuzu aşkın bilimsel ve önemli eserin yazarı Değerli Dostum Prof. Bayraktar BAYRAKLI’nın yeni çıkan eserinin[*] konusunu “Yüce Allah’ın adaleti ile beşeri adalet” oluşturuyor. Her zaman olduğu gibi, ilahi mantığı ve kendi bütünlüğü içinde Kur’an’ı, “konu konu” ele alan bu çalışmasında da Prof.Dr. BAYRAKLI Hoca, tamamen Kur’an’ı Kur’an’dan Kur’anca anlatmak üzere “İlahi adaleti”, “dünyevi ve uhrevi olmak üzere” iki­ye ayırmakta ve “Yüce Allah’ın adaletini, yani dünyevi adaletini, yaratma ol­gusu ile başlatıyor”. Ve “Yaratmadaki mükemmellik ve bu mükem­melliğin üzerinde oturduğuölçü”, yaratmada adaletle ölçüiç içe getirmiştir. Adalet hayatın her alanına ölçü ile girmektedir” diyor.

Sn. Dostum Pof.Dr. Bayraktar Bey, eserinin birinci bölümünde İlahi adalet ana başlığı altında “Dünyevi Adalet”i on dört alt başlıkla (s.15-143); “Uhrevi Adalet”i dört alt başlıkla (s.144-196) ele alıyor. İkinci ana bölüm “Beşeri Adalet” 9 alt başlık halinde açıklanıyor (s.199-258).

 

  1. Allah Kâinatı Akıl İçin Yarattı Adalet İçin Yıkacaktır

İnsanın Hak ve Özgürlükleri

 

Sn. Dostum Pof.Dr. Bayraktar Bey şöyle devam ediyor:

“Yüce Allah, insanı yaratırken kendini kendine eşitledi; başka bir ifade ile, insanı kendine eşitledi. İnfıtâr/7’deki “adalet” sözcüğü bunu ifade etmektedir. Allah, insanı kendi benliğine eşitledi, ama insan da kendini kendine eşitlemelidir.

Maddenin kimyasal özellikleri ile fiziki ve biyolojik özel­likleri arasındaki ölçülü yaratmada bu eşitlemeyi, yani adaleti görmemiz mümkündür.

Fıtrat kanunundaki güç ile sorumluluğu eşitlemesi, ilahi dünyevi adaletin zirvesi olmaktadır. İşte, “Ne kadar güç, o kadar sorumluluk var” dediğinde Yüce Allah, adaletin güneşini ortaya çıkarmış oldu.

Yüce Allah, insanla ilgili adaletin hamurunu yoğururken onun en önemli unsurlarından birini “özgürlükler” olarak belirlemiştir. Özgürlükleri inanç özgürlüğü, dileyip davranma özgürlüğü, ifade özgürlüğü vs. şeklinde belirleyebiliriz. Doğru bilgi verip insana doğru yolu öğretmek, insanın hakkıdır. Allah dileseydi tüm insanları hidayete erdirirdi. O zaman adalet te­celli etmeyecekti. Bu noktada adalet, kulun dilemesi ile Allah’ın dilemesinin eşitlenmesiyle gerçekleşecektir.

İnsanlarda inanç özgürlüğü olmasaydı, onlar Allah’ın dışındaki varlıklara tanrı diye inanabilirler miydi? Başka bir ifade ile söylersek, Yüce Allah kuluna şirk koşturup başka tanrılara kulluk ettirir mi? Yalanlayan, inkâr eden, şirk ko­şan, kötü davranışları üretenler hep şu ayete göre iş görmektedirler: “Dilediğinizi yapınız.”(Fussilet/40) Yaratan, Allah olmasına rağmen, insanı iman ile inkâr arasında özgür bırakmıştır.(Te- ğâbün/2)

Bilgi Allah’tan, istek kuldan, doğru yola iletmek de yine Allah’tan olacaktır.(Hacc/16)

İnsanın özgürlüğünü şundan anlayabiliriz: Münafıkları Allah’ın indirdiğine ve peygambere çağırınca, çağıran peygamberden uzaklaşıyorlar.(Nisâ/61)

Özgür olmayan insanlar bunu yapamazlar.

Müslümanlar, Bedirde düşmanlarına tattırdıkları yenilgi­den sonra, Uhud’da kendileri yenilince şöyle dediler: “Bu nasıl oldu? De ki: O sizin eserinizdir…”(Âl-i İmrân/165)

Davranış özgürlüğü olmasayO sizin eserinizdir” demez­di. Eğer insan, davranışında özgür olmasaydı, “Nereye gidiyorsunuz?”(Tekvir/26) sorusu sorulmazdı.

Yüce Allah hem kuluna öğüt verip hem ondan yüz çe­virtmez. (Müddessir/49-51) A’râf/53’e göre, mahşerde insanlar pişman olacak, tekrar bu dünyaya dönmek isteyecek ve şöyle diyecekler: “Yaptıklarımızdan başkasını ya­palım.” Demek ki, dünyada iken yaptıklarını kendileri özgürce yaptılar. Kendine yazık eden insandır; Allah ona yazık etmedi.

Kötüyü işleyen insan, “Kötüyü bana Allah emretti” diyemez. (A’râf/28)

Peki, Allah neyi emreder? Allah adaleti/tevhidi emreder. Yüce Allah insana eşcinsellik yaptırır mı? İnsanı can­lıların en kötüsü haline getirir mi? Peygamberlerine tuzak kurdurtur mu?

Mescid-i Dırar’ı yaptırtıp peygamberini orada tuzağa düşürtmek ister mi? Firavuna kule yaptırtıp kendisine ulaşması­nı emreder mi? “Ben anıldığımda içini sıkıntı bassın, benden başkası anılınca mutlu ol” der mi? Özgür davranışın olmadığı yerde ne ahlak ne de hukuk olabilir.

Allah’ın ayetlerini ve peygamberlerini yalanlama işini insan kendi özgürlüğü ile gerçekleştirmektedir. Bundan dolayı cezalandırılacaklardır. Sad/4-8. ayetlerine bakınca, müş­riklerin bu söylevlerine Yüce Allah’ın izin verip özgürce davrandıklarını görebiliriz.

 

Özgürlük olmasaydı, ceza ve ödül de olmayacaktı.

Ceza ve ödül, ilahi adalet gereği gerçekleşmektedir. Ortada insan yapısı bir suç ve günah dururken onu cezalandırmamak ilahi adalete ters düşer. Özgürlüğü istismar edip kötüye kullananlar ile öz­gürlüklere engel olanlara ceza verilecektir.

Özgürlük, yanı başında ödülü getirmektedir. Ödül alabilecek bir eylem zorla yaptırılmış olamaz. Zorla yaptırılan bir ey­lem, iyi de olsa ödüle layık değildir. Dayatmanın, zorlamanın ne cezası ve ne de ödülü olur.

A’râf/35’e gidersek; Allah ayetlerini anla­tacak elçiler gönderiyor, ama “sakınma” ve “düzelme” işini insan kendisi yapıyor. Kendi özgür iradesi ile bu eylemleri yaptığı için, korkusuzluk ve üzüntüsüzlük ödülünü elde ediyor olduğunu görebiliriz.

Özgürlüğün olmadığı eylemler evreninde adalet aranıp bulunamaz. Başarıyı ödüllendirmek, ilahi adaletin ilkesi olmakta­dır. Adaletin kimyasında bu, ilk yeri almaktadır.

 

  1. Adaletin Altyapısı Bilgidir

 

Nahl/89. ile 90. aye­tinin ilişkisini şöyle belirleyebiliriz:

* 89. ayette bilgi,

* 90. ayette adaletin emredilmesi gelmektedir.

Adaleti, bilginin olmadığı, cehaletin kol gezdiği toplumlarda bulmak mümkün değildir.

Yüce Allah’ın, elçi göndermesi merhameti gereği­dir. Bilgilendirmeden cezalandırmaması da adaleti gereğidir. (Şu’arâ’/208-209)

Dünyada adaletsizliği insanlar oluşturuyor. Adaletsizlik zulme dönüşünce, Yüce Allah müdahale ediyor.

Yaratılış gere­ği bitki, hayvan ve insanlar âleminde farklılıklar yaratması ile insanların çalışarak farklılıklar oluşturmasına ön vermesi, Yüce Allah’ın adaleti gereğidir.

Spastik, otistik gibi anormal yaratışta olan çocukların anneleri, durumu Allah’ın adaletsizliğine kadar götürebilirler; ama Ra’d/8. ayetine bakarsak, bu farklılıkların rahim­lerden kaynaklandığını görmemiz mümkün olacaktır. Çünkü Allah’ın yaratması mükemmeldir.(Neml/88)

Farklı millet, kabile şeklindeki sosyal yaratmanın yanı sıra, ekonomik farklılıkları takdir etmesi ilahi adalet gereğidir. Hırsızlık, yolsuzlukla oluşturulan ekonomik farklılık, adaletin dışındadır.

Ekonomik farklılıklarda adaletin yeri emeğin, akıtılan terin hakkının verilmesidir. Nahl/71 bunu anlatmak­tadır. Yüce Allah, adaleti gereği ekonomik farklılıklar verirken, insanlar da emeğin hakkını vererek bu adaleti yaşatmalıdırlar. Adaleti yaşatmak da adalettir.

Aklı kullanmak veya kullanmamak, insanlığa, toplumlara ve fertlere farklılıklar meydana getirmektedir. Aklını kullanmayanlar, çalışanla çalışmayanlar farklıdırlar. Bu farklılığın tescili adalet gereği yapılmalıdır. Aklını kullanmayanlar, çalışmayan­lar yerde sürünmeye mahkûmdur. Aklına uyan yücelir, hevasına uyan yere çakılıp kalır. (A’râf/176)

İyilik, doğruluk, güzellik, yararlılık adına bir şey üretenle,

Kötülük, çirkinlik, günah, suç, fitne ve fesat adına bir şeyler üreten arasındaki farkı görüp ona göre muamelede bulunmak, Allah’ın adaletidir.

 

Adalet netlik ister. Onun içindir ki Yüce Allah, iyi ile kö­tüyü, doğru ile yanlışı, hak ile batılı, güzel ile çirkini net bir şekilde ortaya koymuş, bunu fark etmek için de insana aklı vermiştir.

Farkın büyük bir miktarını oluşturan insandır. Ama farkı değerlendirip adalet gereği farklı muameleyi yapan Allah’tır. “Öyle ya, Allah’a teslim olanlarla suçluları bir tutar mıyız hiç?” (Kalem/35) diyen Yüce Allah, adaleti gereği, farklı olana farklı davranacağını söylemektedir.

Eğer hukuk doğruyu anlatırsa adalet doğacak, bu sefer adalet de doğru çözüm olacaktır. Demek ki,

* Doğru çözüm adaleti;

* Adalet de doğru çözü getirmektedir.

Nahl/39 ile 64. ayetler de bunu ifade etmektedir.

Yüce Allah, adaleti gereği insanları hemen cezalandırmayıp, dönerler diye mühlet tanımaktadır. Mühlet tanımak da adale­tin kendisindendir. Ama Yüce Allah, bazı toplumlara mühlet tanımanın hiçbir fayda vermeyeceğine de dikkat çekmektedir. (Şu’arâ’/202-207)

Hayat, aynı zamanda bir mücadeledir. Bu mücadelede zorluklar vardır. Zorluklarla mücadele verebilmek için hemen onun yanında kolaylık yaratmıştır.

Her hastalığın şifasını yarattığı gibi, her zorluğun kolaylı­ğını da yaratmıştır. İnkâr ve şirk, gönlün çok büyük bir zorluk altına girmesidir. Bu zorluktan kurtulmasının yolu, tevhit inancından geçmektedir. Şirk ve inkârın fıtratta yeri yoktur; ama tevhit inancının yeri vardır. Akıl/Zihin inkâra sapınca, hemen yanı başında tevhit inancı denen kolaylaştırıcı büyük bir güç vardır. Yüce Allah adaleti gereği bu kolaylığı oraya koydu. Onun için, şu çıkarımı yapabiliriz: A’râf/29’a göre tevhit inancı adalettir. Adalet ise, bütün işleri kolaylaştırmaktır. Onun için, Mü’rnin/51. ayetinde, yardımı ile elçilerin ve mümin­lerin zorluklarını kolaylaştıracağını söylemektedir.

İnkâr ile şirk, Allah ile olan ilişkileri zora sokarken; tevhit inancı bunları kolaylaştırmaktadır.

İyilikler kötülükleri gidereceği (Hûd/114) gibi, kolaylıklar da zorlukları giderecek kimyaya sahiptir. İlahi adalet gereği bu özellik ona verilmiştir.

Zorluğun yanında kolaylığı yaratan Yüce Allah, Leyl/5-7. ayetlerde, kimlere zorlukları kolaylaştıracağını, kimlere kolayı kolay kılacağını da söylemektedir.

 

  1. İmtihanın Adaletle İlişkisi

 

Yüce Allah, adaleti gereği insanların gelişebilmesi ve gelişim basamaklarında alacakları unvanlar bakımından, dünya hayatını bir imtihan yeri yapmıştır. Kötü insanlara da bazı sıfatlar vermesi için imtihan şarttır. Bu imtihan, gerçek hayat şartları altında olmaktadır.

 

İmtihanın adaletle ilişkisi, insanların zerre miktarı yaptıklarını da kayıt altına almaktadır. Mahşerde yapılacak olan sor­gulama kayıt altına alman söz ve eylemlerle yapılacaktır. Yüce Allah, imtihanın nasıl yapılacağını, hangi konularda gerçekle­şeceğini ve imtihanı kazanmanın yollarını önceden haber ver­mektedir. İşte, adalet budur.

İmtihan kullar içindir. Yoksa Allah her şeyi bilmektedir. İmtihandan elde edilecek olan delillerle insanlar “Allah bize  zulmediyor”, ödül verilenlere de “Haksız yere verildi” diye bir söz söyleyemeyeceklerdir. İlahi adaletin kimyasında yer alan imtihan, beşeri adalette de yer almalıdır.

Yüce Allah, adaleti gereği, verdiği sözde durmaktadır. Kimlere yardım edeceği, kimleri süründürüp cezalandıracağı konularında söz verdi ve yerine getirmiş ve getirecektir. Bu açıdan bakarsak adalet, verdiği sözü yerine getirmektir, diyebiliriz.

Yüce Allah, yarattığı bütün canlılarla adaleti gereği ilgilenmektedir. Her canlının ihtiyaçları farklıdır. Bu farklı bilip yerine getirmek, ilahi kudretin sonsuz olduğunu ifade etmektedir. İlahi ilgi dediğimiz adalet, bu sonsuz kudretin içinden çıkmaktadır. İhtiyacı olana ihtiyacını vermek adalettir.

Hak edene hakkını vermek adalettir. Fetih/26: “Müminlere takva sözünü aşılamıştı. Zaten onlar bunu hak etmiş ve ona layıktılar.” Hak eden, hak ettiğine kavuşmalı, bu hak ona verilmelidir.

Zalime meyleden de ateşi hak etmektedir.(Hûd/113)

Toplumun halkı veya ileri gelenlerinin, toplumun çürümek-te olduğunu görmelerine rağmen veya görebilecekleri halde görmemeleri, helâki getirmektedir. Bu körlüğü seçenleri, adaleti gereği yaşatmak istememektedir.(Ankebût/38; Fussilet/17; A’râf/64)

Adalet deyince, farkı fark etmek olarak anlaşılmalıdır. Haklı olanla haksızın farkını görmektir adalet. Yüce Allah, suçu, gü­nahı ferdileştirerek, adaleti gereği toplumları ilkellikten kurtar­mıştır. Bu şekilde, toplumların hakkı olan gelişmeyi, adil olarak gerçekleştirmiştir. Güce göre sorumluluk yüklemesi de adaletindendir. Yüce Allah daima yükü hafifletmek istemektedir.

Kalem/17-33. ayetlerine baktığımızda, Yüce Allah’ın halka verdiği cezanın doğru ve adil olduğunu itiraf et­tiklerini görebiliriz. Gerek bu ayetlerde ve gerekse Nahl/112’de, nimetlere karşı nankörlüğün cezasımahrumiyet” olmuştur. İnsanların yaptıkları nedeniyle Allah’ın verdiği ceza örtüşünce, oradan adalet süzülüp bir güneş gibi doğmaktadır.

İşlenen suç ve günah mutlaka adalet gereği cezalandırılma­lıdır. Cezalandırılmayan suç ve günah, ortada leş gibi duracak, hem topluma yük olacak, hem de her tarafı kokutacaktır. Örneğin; birileri çıkıp, suç veya günah işleyen kendi adamı olun­ca yargıyı etkileyip cezalandırmaz; ama ideolojik olarak başka partiden/görüşten ise cezalandırırsa, bu uygulama adaletin kalbine hançeri saplamak olacaktır. Yüce Allah, adaleti gereği geçmiş toplumlara verdiği cezaları, merhameti gereği ışık alsın­lar diye gelecek nesillere anlatır.

Geçmişi düşündüğümüzde adaleti,

– Geleceği düşündüğümüzde merhameti görürüz.

İla­hi cezalandırmayı analiz edersek böyle bir çıkarım yapmalıyız. Ama, merhametin adaletin bir elementi olduğunu hatırdan çı­karmamak gerekiyor.

 

  1. Hak Edene Hak Ettiği Cezayı Vermek Adalettir

 

İlahi vahye müdahale etmenin cezası, peygamber bile olsa çok ağır olacaktır. Yûnus/15; İsrâ/73-75, Hâkka/44-47. Ayetleri, adaletin gereği olacak cezaları açıklamaktadır. Bu suç ve günahta, istisna olamaz. İlahi vahye kötü anlamda yaklaşmak, cezayı hak etmektedir. Hak edene cezayı vermek de adaletin kendisidir.

Yüce Allah’ın gönderdiği kitaba iman etmekle, o antlaşma­ya imza koymuş oluyoruz. O antlaşmayı yerine getirmemek de adalet gereği cezayı getirecektir.

Yüce Allah, iman edip iyi iş yapanları ödüllendirmek, yani “mutlak adaleti” gerçekleştirmek için, bu kâinatı yıkıp ahret âlemini kuracaktır. Demek ki uğruna kâinat yıkılıp yeni bir kâinat kurulacak olan değer ADALET”tir. Başka bir ifadeyle, uğruna insanların yeniden yaratılacağı değer ADALET’tir. İşte, ahrette “mutlak adaletin” gerçekleşmesi için büyük hesap günü olacaktır. Şunu unutmamak gerekiyor:

Bu kâinat akıl için ku­ruldu, adalet için yıkılacaktır.

Ahrette Yüce Allah, sorgulamadan, yargılamadan infaz yapmayacaktır. Peygamberler de dâhil herkes sorgulanacaktır. Sorgulamada kimsenin dışarıda bırakılmaması, istisna edilmemesi, mutlak adaletin ilk adımı olmaktadır.

Yüce Allah’ın anası-babası, akrabası, hevâsı, zengini-fakiri olmadığından, sorgulamasını mutlak adalet için yapacaktır.

Mutlak adalet olabilmesi için, insanların yapıp ettikleri­ni onlara sayıp dökmek gerekiyor. (Mücadele/6) Bu, cezanın ve ödülün keyfi verilmediğinin haber verilmesidir. İnsanlar bu dünyada yaptıklarını unutabilirler, ama Yüce Allah onlara amellerini sayıp dökecektir.

O gün insan, bu dünyada neyin uğruna çaba sarf ettiğini hatırlayacak ve o amellerini görecektir. Mutlak adalet bu hatırlama ve görme ile devam edecektir.

Mahşerde, bu dünyada Allah’ın verdiği nimetleri ne yaptık­ları konusunda insanlar sorguya çekilecektir. Özellikle “zaman katili” olup-olmadıkları konusunda sorgulanacaklardır.

Yüce Allah, Âl-i İmrân/103 ve Zuhruf/43. ayetlerinde, Kurana, yani ilahi vahye sarılmamızı emrediyor. Bu emri yerine getirip getirmediğimiz, mutlak adalet gereği sorgulanacaktır.

Ahrette mutlak adaletin gerçekleşmesi için, sorgulama de­lille yapılacaktır. Bu deliller kitap, beden ve Allah’ın bilgisidir. İnsana meleklerin yazıp tespit ettiği kitabı bizzat okutulacaktır.

Mutlak adaletin gerçekleşmesi için, kimsenin kimseye fay­dası dokunmayacaktır. Ebeveynin çocuğuna, çocuğun ebevey­nine hiçbir faydası olmayacaktır. Kimsenin kimseye faydası olmayacağını anlatmak için, ebeveyn ile çocuk arasındaki ilişkiyi örnek vermektedir.

Ahrette Allah ile kulu arasına kimse giremeyeceği için, sorgulama temiz olacak ve mutlak adalet gerçekleşecektir.

Kimse kimseye fayda veremeyecek, çünkü herkesi kendi ameli rehin alacaktır. (Tûr/21; Müddessir/38) Böylece, kendi amelinin yanma başkası giremeyecektir. Kimse kimsenin bedenine kendi amelini kaydettiremez. Kimse başkasının meleklerine amel yazdıramaz. Kimse kendi amelini Allah’a başkası için kabullendiremez. Ne ilahi bilgi, ne beden ve ne de melekler başkasının ameli­ni başkasına yazar. Mahşerde hükümsadece Allah’a ait olduğu için, kimsenin torpil yapmasına izin verilmez.

Mutlak adalet, tarafsızlık ister. Tarafsızlık da ölçü ve tartı ile olacaktır. Ameller mutlaka tartılacak ve sonra hüküm verilecektir.

Böylece cennetliklerle cehennemliklerin “farkı” ortaya çıkacak­tır. Mutlak adalet, farkı fark ettirendir.

Ahretteki sorgulamada, kimsenin unvanı geçerli olmayacaktır. Peygamberin hanımları, peygamberin babası veya oğlu diye bir ayrım olmayacak, suçlu olanlar cezalandırılacaktır. Sorgulanan, iman ile amel, ya da inkâr ile kötü amel olacaktır. Kişi hakkında verilecek hüküm, bunlara göre olacaktır.

Ahrette zalimlere bile adil davranılacak ve onlar adaleti orada göreceklerdir.

Sorgulamada, Allah’a çağrıldığında inkâr edenler ve şirk koşulduğunda iman edenler de önemli bir yer tutacaklardır. Orada şeytan ile insan cezalandırılırken, aralarında fark gözetilmeyecektir. “Bu benim mükemmel yarattığım insandır, seni onunla bir tutmam” diyerek insana farklı davranmayacak, aynı ameli işleyene eşit ceza verilecektir.(Haşr/16-17)

 

  1. Adaleti Oluşturan Unsurlar Ve Eşit Yurttaşlık Özgürlükleri

 

Adaleti oluşturan bir kimya vardır. Bu kimyanın elementleri şunlardır: Varlık, akıl, hikmet, doğruluk, özgürlük, refah ve gelir dağılımı, hak, güçler ayrılığı, merhamet, kolaylık.

Adalet, uğruna kâinat yıkılıp âlem kurulurken aynı zaman­da uğruna anayasa ve hukuk sistemi yapılan yüce bir değerdir.

Yüce Allah, göksel ve yersel âlemleri kanunlarla, yani anayasa ile idare etmektedir. Ra’d/59 ayetini böyle anlamak gere­kiyor. İnsanlar âleminin mutluluğa, huzura doğru yol alabilmesi için de bir anayasa olmalı ve bir hukuk sistemi hayata uyarlanmalıdır.

Yüce Allah yaratırken, ölçüye göre yaratmış. Hukuk demek ölçü demek; adalet demek ölçü demektir. Demek ki, ilahi eylemlerin temelinde anayasa, anayasanın temelinde de ölçü var­dır. Onun içindir ki, Yüce Allah ölçüyü adaletle tutmayı emret­mektedir. Hayatın hangi cephesi olursa olsun, her işte ölçüyü adaletle tutmak gerekiyor. Anayasa demek, ölçüyü hukuka sok­mak demektir. Onun için, anayasa adaletin ilkelerine göre yapılmalı ve o ilkeleri tatmin etmelidir. Adaletin ilkelerini tatmin edince, adalet farklı ideolojilerin, farklı kültürlerin tartışması­nın dışında kalır. Böylece bağımsız bir hukuka kaynaklık etmiş olur. Bağımsız olmayan anayasa, bağımsız hukuka kaynaklık edemez; bu kez de adalet kendisini gösteremez. Bağımsız ve tarafsız olmayan hukuk, adaleti yaşatamaz.

Anayasa eşit yurttaşlık özgürlüklerini koruma altına aldığında, adaleti tatmin etme yoluna girmiş demektir. Eşit yurttaşlık özgürlükleri olmayınca, halk bölünür. Bir grup tutulur, diğerleri hak ve özgürlüklerinden mahrum olur. Adaleti yok eden bu durum, Firavunun zulmüne dönüşür.

Bu noktada şu soruyu sorabiliriz:

Nedir eşit yurttaşlık öz­gürlükleri? İnanç özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, ifade özgür­lüğü, siyasal hak ve özgürlükleri yerine getirme özgürlüğü, öğrenim özgürlüğü gibi özgürlüklerdir. Bunları sağlayan ve garanti altına alan anayasa, adil anayasa olacaktır. Onun içindir ki Yüce Allah, kendi anayasası hakkında iki temel özellik belirledi:

DOĞRULUK ve ADALET

Doğruluk ve adalet bakımından mükemmel olan hüküm, “yasa” olmaya layıktır.

  1. Beşeri anayasa için mükemmelliğin özellikleri

 

Toplumun huzurunu, güveni, barı­şı, hak ve özgürlükleri garanti altına alması onun mükemmel anayasa olduğunu ifade eder. İşte, Kuran bunları garanti altına almak için gönderilmiştir.

Anayasanın mükemmel oluşunu, BENZERLİK ilkesini ye-rine getirmesinden de anlarız. Suçu işleyenin kim olduğuna bakmaksızın, benzer suçlara benzer ceza verme ilkesidir. Kendi taraftarının işlediği suça az ceza, aynı suçu işleyen ama ken­di taraftarı olmayana çok ceza veriyorsa o devlet, adil hukuk devleti değildir. Benzerlik ilkesi yaralanmış demektir. Bu ben­zerlik ilkesini Yüce Allah, Haşr/16-17’de uygulamaktadır. Aynı suçu işleyen şeytan ile münafığa aynı cezayı verip, insanın tarafını tutmamaktadır. Yüce Allah, geç­miş toplumların helâk olma cezalarını anlatırken, aynı suçları işleyecek olan gelecek toplumlara benzer ceza vereceğini anla­malarını istemektedir. Böylece, yaşamakta olan toplumlar, gele­cek toplumların kendi suçlarını izleyebilme imkânına sahip olacaklardır.

Bu BENZERLİK ilkesi, siyasilerin ve yargıçların kişiye göre muamele etmelerini, kişiye göre hüküm vermelerini sınırlayabilir. Çünkü adil yargının kimyasında bu benzerlik unsuru olmalıdır.

Yüce Allah, mahşerde sorgulama konusunda peygamberler­le kullar arasında, kul olma yönünden sorgularken bu benzerlik ilkesini çalıştıracaktır.

Yüce Allah, kulun gücü ile sorumluluğu arasında bir eşitlik kurarak adil davranmaktadır. Birileri çıkıp, “Adil olmayan anayasadan doğan adil olmayan hukuka itaat etmek zorundayız” diyemez. Adil olmayan hukuk, zalim idareciler doğurur. Zalim idareciye muhalefet, peygamberlerin isyan ahlakında vardır.

Geri kalmış ülkeler, kamunun yararını gözeten, tarafsız ve bağımsız anayasa yapamazlar. Bunu yaptıkları an, ilkellik gömleğinden, yılanın derisinden sıyrıldığı gibi sıyrılacaklardır. Çoğunluğun reyini alan anayasa, demokratik olabilir ama adil olmayabilir. Onun adil olduğunu kim söyleyecek? İşte, işin can alıcı noktası budur. Onun can verdiği hukukun demesi ve tat­bikatı bunu söyleyebilir. Başka bir ifade ile, kamunun ortak aklı ile ortak menfaati bunu söyleyebilir. Aynı şekilde Yüce Allah, anayasasını, vahyini düzenlerken insanların sorunlarını çöz­meyi, onların mutluluğunu ve faydasını gözetmektedir.

Anayasayı yapan güç, o toplumun ileri gelenleridir. On­lar, anayasayı bilmeyenlerin, onu okumayanların onayına sunacaklar, bunlar da karanlığa rey vereceklerdir. Bu insanlar onun adil olup olmadığına karar veremezler. O zaman halkın itaati, bilinmeyene, karanlığa, egemenlere olacaktır. Bilmediği anayasaya itaat etmesi, istismara açık olduğunu gösterir.

Hevâ, kin, yakınlık, statü, insanı yalan yere şahit etmeye ve adil hüküm vermemeye sevk edebilir. Onun için, adaletin güneşini görmek istiyorsak, hukuku bunlardan temizlemek gere­kiyor. Tanıklığı gizlemek (Bakara/42) ve doğruyu bildiği halde söylememek, zulmün en büyüğüdür. Farklı inancın etkisinde kalarak adil davranmama kiri de vardır; içi kirli olanın adaleti temiz olmaz.

Emanet, ehliyet ve adalet çizgisi işlemelidir. Bu çizgi işlerse hukukun temizlendiğinin işareti olacaktır.

 

Adaletin görevleri şunlardır:

Hak ve özgürlükleri korumak, ahlaka hayat vermek, psikolojik dengeyi korumak; bunlar ana­yasal demokrasiyi sağlar, hangi esaslar üzerinde çalışılacağını belirler, kabiliyetlinin ve çalışıp fark yaratanın kıskanılmasını önler. Adaletin bir amacı da kamu yararını ekonomiye sokmak, ölçüyü korumak, toplumu ve insanlığı gözetmektir.

Suç ve ceza arasındaki ilişki, adalete göre belirlenmelidir. Adaletin olduğu yerde, hâkim suçtan kişiye gitmeli, kişiden suça gitmemelidir. Yargıladığı “suç”tur. Adalet ekonomik alan­da kendini gösterir; emek ve ter ırmakları “hak” denizine akar, orada adalete dönüşür. İstihdam için farklılıklar olacak, çalışan fark yaratacak, ama kimse temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmayacaktır.

Eğitimde adalet, eğitimin herkese açık olması, çalışanın fark yaratmasına ön vermek anlamına gelmektedir.

Adalet, İslam’ın öncelikli ilk farz olan şartlarından biridir. “Adalet”i bir de Kur’an’dan Kur’anca anlatan Prof.DR. Bayraktar Bayraklı Hocamızdan okuyalım. Buna değer Değerli Dostlarım.

 

Kaynaklar:

[*] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, ADALET, İstanbul, 2023, Destek Yayınları.

Exit mobile version