1. Sakın “Çok Aldatıcı Sizi Allah İle Aldatmasın”
“Ey insanlar! Rabbinizin koruması altına girin. Ve babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlamadığı, çocuğun da babasına hiçbir şeyle yarar sağlamadığı günden ürperin. Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. O hâlde basit dünya yaşamı sizi aldatmasın. Ve sakın o çok aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın (velâ yeğurranne-küm bi’llâhi’l-ğarûr).” (Lokmân/33)
Lokmân suresi sonlarında yer alan bu ayet, tüm insanlara hitap etmektedir. İnsanlar takvaya, yani kendilerini Allah’ın koruması altına almaya davet edilerek, kimseye yardım edilmeyecek olan o güne haşyet /saygı duymaya çağırılmaktadır. Allah’ın vaadinin gerçek olduğu bildirilmekte, kimsenin dünya yaşamına aldanmaması, özellikle de hiçbir aldatıcının Allah ile aldatmasına kanılmaması istenmektedir.
Lokmân/33. ayette insanlar, müminler aldatılmaya karşı iki kez peş peşe uyarılmaktadır. Bu aldatmalardan,
– İlki, insanı geçici dünya çıkarlarının aldatmasıdır.
– İkincisi ise herhangi bir “Aldatıcı (el-Ğarûr)”nın insanı Allah’ı malzeme yaparak aldatmaya kalkışmasıdır.
İnsan,
* Ne dünyevi menfaatlerin kendisini aldatmasına izin vermeli,
* Ne de Allah’ın rızasını gözetiyormuş havasını veren aldatıcılara aldanma durumuna düşmelidir.
İnsan, mümin her iki durumda da aldatılmaya karşı uyanık olmalıdır. Ayette konu edilen “Aldatıcı” varlık,
– “Kötü birisi (şeytan)” olabileceği gibi,
– İnsanı kötülüğe yönlendiren (emmâre) nefsi (ham düşüncesi, İblis) veya;
– Bu özellikteki bir birey veya grup (örgüt) da olabilir.[1]
Bu ayetin benzeri iki ayet (Fâtır/5; Hadîd/14) daha vardır:
“Ey insanlar! Hiç şüphesiz, Allah’ın yapmak için verdiği söz gerçektir. Onun için bu basit dünya yaşamı sizi aldatmasın. Ve sakın o aldatıcı, sizi, Allah ile aldatmasın (velâ yeğurranne-küm bi’llâhi’l-ğarûr).”
6Şüphesiz o şeytan, sizin için düşmandır. Onun için siz de onu düşman edinin. Şüphesiz şeytan kendi taraftarlarını alevli ateşin ashabından olmaları için çağırır.” (Fâtır/5-6)
12O gün, inanan erkekleri ve inanan kadınları, ellerinin arasında ve sağlarında ışıkları olduğu hâlde koşar göreceksin. –Bugün müjdeniz, altlarından ırmaklar akan, içlerinde sonsuza dek kalacağınız cennetlerdir. İşte bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir!–”
13O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar, o iman eden kimselere:“Bize bakın da sizin ışığınızdan alalım?”derler.Denildi ki:“Arkanıza dönün de ışık arayın!”Sonra da aralarına içinde rahmet, dışında da kendi yönünden azap olan kapılı bir sur çekilir.”
14,15Onlara:“Biz, sizinle beraber değil miydik?”diye seslenirler. Müminler:“Evet ama, siz kendi canlarınızı ateşe attınız, gözlediniz, kuşkuya düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. Sonunda Allah’ın emri gelip çattı. O, çok aldatan da sizi, Allah ile aldattı (ve ğarra-küm bi’llâhi’l-ğarûr). Bugün artık sizden kurtulmalık alınmaz, kâfirlerden de. Sizin varacağınız yer ateştir. O, size yaraşandır. O, ne kötü bir dönüş yeridir!” (Hadîd/12-14-15)
Rabbimiz, çeldiricilerden biri olan “basit yaşam” konusunda birçok ayetiyle uyarıda bulunmuş ve bu dünyadaki yaşam uğruna ebedi olan ahret yurdunun feda edilmemesini istemiştir.
Lokmân/33; Fâtır/5; Hadîd/14. ayetlerde yer alan “Aldatıcı (el-ğarûr)”nın insanları “Allah ile aldatması” ise;
* Allah’ın emretmediği veya yasaklamadığı herhangi bir hususu, bilgisiz ve bilinçsiz kimselere Allah adına emretme veya yasaklama girişimidir.
* Allah’ın Rahman, Rahîm, Gafûr ve Vekîl gibi sıfatlarını çarpıtarak, insanların Allah’ın bu sıfatlarının çarpıtılmış hâline güvenmelerini sağlamak ve böylece günaha ve şirke girmelerine yol açmak da yine “Allah ile aldatma” kapsamındadır.
Herkesin bu konuda çok dikkatli ve uyanık olması gerekir.
Her üç ayetteki “el-ğarur (aldatan)” sözcüğünün sadece İblis’i işaret ettiğini düşünmek isabetli değildir. Aldatıcının Kur’an’daki ilk örneği kuşkusuz İblis’tir. O, Âdem ve eşine
– “Rabbiniz, başka bir nedenten dolayı değil, sırf ikinizin de birer melek /iradesiz güç /melik olmanız ya da
– Ebedî kalıcılardan olmanız için sizi şu ağaçtan men etti” demek suretiyle,
* Allah adına vesvese vermiş ve
* uydurduğu yalanla her ikisini de aldatmıştır.
Ancak Kur’an’da şeytanların da aldatıcı olduğu bildirilmektedir. Dolayısıyla buradaki “ğarur (aldatan)” sözcüğü
– Hem İblis’i,
– Hem de tüm insan şeytanlarını ifade etmektedir:
“İblis, onlara vaatte bulunur ve onları kuruntulandırır. Oysa şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez.” (Nisâ/120)
63-65Allah dedi ki: “Git! Sonra onlardan kim sana uyarsa, bilin ki, şüphesiz ki, cezanız yeterli bir ceza olarak cehennemdir. Onlardan gücünü yetirdiklerini sesinle sars. Ve atlılarınla ve yayalarınla onların üzerine yaygara kopar! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Ve onlara vaatlerde bulun.” –Ve şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez.– “Şüphesiz ki, Benim kullarım, senin için onlar aleyhine hiçbir güç yoktur.” –Tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan” olarak da Rabbin yeter.–” (İsrâ/63-64)
2. Tarihsel Gelişimde “Allah İle Aldatmalar”
“Din Adamı” Kisveli Kişilerce Sistemleştirilmiştir
(a) Kendileri Yazdıkları Halde “Bu, Allah Katındandır” Derler
Çünkü bu tip aldatmalar genellikle “din adamı” kisveli kişilerce yapılmaktadır. Rabbimiz Kur’an’da bu konu üzerinde çokça durmuştur:
“Artık yazıklar olsun o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz paraya satmak için, “Bu, Allah katındandır” derler. Artık o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara yazıklar olsun! O kazandıkları şeyler yüzünden kendilerine yazıklar olsun!” (Bakara/79)
“Elleriyle kitabı yazanlar” ifadesinden, şu sonuçları çıkarabiliriz:
(1) Bu tip insanlar, Allah’ın gönderdiği vahyi/kitabı değiştirmektedirler. Onlar, kendi arzularına, yaşam biçimlerine ve düşüncelerine uymayan ayetleri değiştirip kendileri yazıyorlardı. Böylece, ilahi vahyi değiştirme cüretini gösteriyorlardı.
(2) Allah’ın kitabını değiştirme girişimleri, kitabın beşerileştirilmesine kadar uzanıyordu. Beşerî düşünceleri İlâhî vahyin içine sokuşturmaları, bir zulüm halini almıştı. Gerçek bilgiyi yerinden çıkarıp ona denk olmayanla değiştirmelerinden rahatsız olduğu için Allah, bu durumu Kur’ân’da açıklamaktadır.
(3) Allah’ın ayetlerini değiştirmeleri ve onu beşerîleştirmekle kalmayıp, yaptıklarını Allah’a isnad etmeleri ve “Allah katından olduğunu” söylemeleri, zulmü doruk noktasına çıkarmıştır. Yazdıklarını Allah’a isnad ederek insanlara sunmaları hem iftira, hem de sahtekârlıktır.[2]
İsrailoğulları’nın böyle yapmalarının iki nedeni vardı.
– Bunlardan biri, (ayetten anlaşıldığına göre) ekonomik rant elde etmekti.
– Diğeri de Âl-i İmrân sûresinin şu ayetinde açıklanmaktadır:
“Ve Kitap Ehlinden, bazı söz ve ilkeleri, kitaptan olmamasına rağmen, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba doğru eğip büken akılsız, serseri bir gurup vardır. O, Allah katından olmadığı hâlde, “Bu, Allah katındandır” derler. Kendileri bilip dururken, Allah’a karşı yalan da söylerler.” (Âl-i İmrân/78)
“Okudukları bazı söz ve ilkeleri, kitaptan olmamasına rağmen, siz onu Allah’ın kitabından sanasınız diye” tanımlaması, yaptıkları işin insanları “Allah ile aldatmaya” yönelik olduğunu ifade etmektedir. Söylediklerinin halk arasında itibar görmesi ve onlara kutsallık kazandırması için, bu iftirayı bile bile yapmaktaydılar.
Bu tür eylemlerle “Allah’ın dinine savaş açanlara karşı” Yüce Allah, çağın her tür kitle iletişim araçlarıyla bilimle, kalemle, yazıyla, Kur’an’dan ve tarihten delillerle insanlığı aydınlatıcı doğru veri ve bilgilerle uyandırılmasına dikkat çekmektedir:
“Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek faaliyeti kalmayıp, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla mücadele edin. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur.” (Bakara/193)
(b) Allah İle Aldatanlar, İlahi Vahyi Nasıl Değiştiriyorlardı?
“Yahudileşmişlerden bir kısmı kelimelerin yerlerini /öz anlamlarını değiştirirler, dillerini eğerek-bükerek ve dine saldırarak Peygamber’e karşı, “İşittik ve karşı geldik (semi’nâ ve ’asaynâ)”, “Dinle, dinlemez olası”, “râinâ” (güdüşelim, bizim çobanımız) derler. Eğer onlar, “İşittik, itaat ettik (semi’nâ ve eta’nâ), dinle ve bizi gözet” deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha sağlam /doğru olacaktı; fakat bile bile gerçeği kabul etmemeleri nedeniyle Allah, onları dışlayıp gözden çıkarmıştır. Artık pek az inanırlar.” (Nisâ/46)
Nisâ/46’da, “Yahûdileşmişlerden bir bölümü kelimeleri yerlerinden /öz anlamlarından değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygamber’e karşı),“İşittik ve karşı geldik /iyice sarıldık, dinle, dinlemez olası, râinâ” derler. Eğer onlar, “İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet” deselerdi, şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha sağlam /doğru olacaktı” buyrularak, Yahûdilerin, Tevrat’ı nasıl tahrif ettikleri açıklanmaktadır. Yahûdiler Tevrat’ı;
– Sözcükleri değiştirmek,
– Sözcüklerin metindeki yerlerini değiştirmek ve
– Sözcüklerin asıl anlamları yerine farklı anlamlar yüklemek suretiyle tahrif ediyorlardı[3]:
“Ey Elçi! Kalpleri iman etmediği hâlde ağızlarıyla “İnandık” diyen kimseler ve Yahudileşmişlerden, durmadan yalana kulak veren ve sana gelmeyen kimseler için dinleyen /casusluk eden, küfür; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddediş içinde koşuşan şu kimseler seni üzmesin. Onlar, kelimeyi yerlerinden kaydırıp değiştirirler. “Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!” derler. Allah, bir kimseyi dinden çıkma ateşine düşürmek isterse, sen Allah’a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahrette onlara çok büyük bir azap vardır.” (Mâide/41)
3. “Allah İle Aldatmak” İçin İlahi Din Adına
Şer Üretenlerin Oluşturdukları “Uydurulan Din”dir
(a) Yahudilerin ve Hıristiyanların Elçilerini Tanrılaştırmaları
30Ve Yahudiler; “Uzeyr Allah’ın oğludur”dediler.
Hristiyanlar da, “Mesih Allah’ın oğludur” dediler.
Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözler olup, güya bununla, daha önce yaşayan kâfirlerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah, onlarla savaşmıştır. Nasıl da döndürülüyorlar!”
33Allah, ortak koşanlar hoşlanmasa da, kendisini, Din’in; hepsinin üzerine çıkarması için Elçisi’ni, doğru yol kılavuzu ve hak din ile gönderendir.” (Tevbe/30-33)
Bu ayetlerde de Yahûdilerin yanlış inançları ve din bilginlerinin karakterleri ifşa edilmektedir.
Kur’ân’da sadece burada geçen Uzeyr (Kitab-ı Mukaddes’te Ezra şeklindedir) hakkında bilgi yer almaz.[3]
Tevbe/34-35. ayetlerde, haham ve rahiplerin durumuna dair bilgi verilmekte, Tevbe/34. ayette de bu uyarıya bağlı olarak, “Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan kimseler; hemen onlara acıklı bir azabı müjdele! O gün, onların (altın ve gümüşlerin) üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!” ifadesiyle, kenz yapanlar kınanmaktadır. Onlar bâtıl yolla kazanıp biriktirdiklerini tedavüle de sokmamışlar, hatta bunları insanların sapmaları yönünde kullanmışlardır.
(b) Yahudi ve Hıristiyan Din Adamlarının İki Önemli Büyük Hatası /Yanlışları
34Ey iman etmiş kişiler! Şüphesiz, hahamlardan /bilginlerden, rahiplerden birçoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan /başta kendi yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını sağlamayan kimseler, hemen onlara acıklı bir azabı müjdele!”
35O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!” (Tevbe/34-35)
Tevbe/34’de din adamlarının yanlışına, yani Yahudi din adamları ile Hıristiyan rahiplerinin iki önemli büyük hatasına dikkat çekilmektedir:
– Halkın mallarını haksız yere yemek ve
– Allah yolundan alıkoymak.
Öyle anlaşılıyor ki Ortaçağ’da kilisenin Hıristiyan halkın elindeki mallan alıp toprak ağası haline gelmesi, altın ve gümüşü biriktirip halkı sömürmesi olgusu Allah tarafından burada gündeme getirilmektedir. O dönemdeki ekonomik gücü haham ve rahipler vasıtasıyla kilise elinde bulunduruyordu. Bu korkunç malî gücü İslâm nuru doğduktan sonra, onun ışığını söndürmek için kullanmaya başladılar.
Günümüzde de kilise, Batı ekonomisinde büyük bir güçtür. Bu gücü film sektörüne destek vererek Hıristiyanî değerlerini ihraç etmek için kullanmakta ve böylece medyanın büyük bir kesimini elinde bulundurmaktadır. Diğer kesiminde de etkin durumdadır. Bu malî gücünü yoğun misyonerlik faaliyetlerine harcamakta, müslümanları Allah’ın yolundan çevirerek hıristiyanlaştırmaya çalışmaktadır.
Batı dünyasında kilise siyasetin içindedir. Batı dünyası laik değildir, çünkü siyaseti etkileyen kilisedir. Kilisenin öngörmediği bir şeyin kararını alamaz. Başka bir ifade ile alınan siyasi kararlar kilisenin öngördüğüne ters düşemez.
Yüce Allah, Kur’ân’ı gönderdiği o dönemden bugüne ışık tutmakta, büyük malî güce sahip olan Hıristiyan din adamlarının, Allah yolundan insanları çevirmek için bu gücü nasıl kullandıklarını ve kullanacaklarını bir ihtar şeklinde anlatmaktadır.
Allah ile kul arasına giren bu din adamları, Allah ile kul arasına kimsenin giremeyeceğini öngören İslâm’ın ışığını söndürmek için ellerinden geleni elbette yapacaklardır. Maddî güçlerini bu yolda harcayacaklardır. Bu durum daha önce de Hz. Musa zamanında olmuştu. Firavun ve yakınları servetlerini, Allah’ın nurunu engellemek ve insanları, ondan alıkoymak için harcıyorlardı.[5]
“Ve Musa: “Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavun’a ve ileri gelenlerine basit dünya hayatında ziynet ve mallar verdin. –Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye– Rabbimiz! Onların mallarını sil-süpür ve kalplerine sıkıntı düşür. Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler” dedi.”(Yûnus/88).
Allah, haham ve rahiplerin durumunu anlatırken, Müslümanlan da servet edinip, onu İslâm’ın nurunu uzaklara kalemle, eğitim-öğretimle ulaştırmaları için kullanmaları konusunda uyarıda bulunmaktadır. Servetini birleştirip Kur’ân’ın nurunu söndürmeye çalışanlara karşı benzer faaliyetlerle karşılık vermek Müslümanın boynunun borcudur.
Yüzyıllar öncesinde hahamların ve rahiplerin “Allah ile Aldatma” bağlamında oluşturduklarıyla başlattıkları Haçlı Savaşları bitti mi?
10 ve 12. yüzyıllar arasında sıcak savaş olarak tam iki yuüzyıl yürütülen Haçlı Seferleri sona erdi mi?
20. yüzyılda Türklüğü ve İslamlığı tarihin arşivine kaldırmak üzere çıkarılan I.Dünya Paylaşım Savaşı ve sonunda Türk Milletine dayatılan Sevr Antaşması ile Haçlı Seferleri tamamlandı mı?
Şubat 1945 Yalta Konferansı ile başlatılan ve günümüze kadar getirilen ve ABD Başkanı George W. Buhs tarafından “Haçlı Seferi” diye nitelenen Büyük Ortadoğu Projesi, hâlen bir kâbus gibi stratejik ortaklık şalı halinde üzerimizde devam etmiyor mu?
Bu durumda Mustafa Kemal ATATÜRK ne yapmıştı?
“Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
“Ya istiklâl ya ölüm!”
“Türk öğün, çalış, güven!”
“Ne mutlu Türküm diyene.”
Sedat Şenermen
Kaynakça
[1] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.4, 543-544. [2] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2013, 4.Baskı, c.1, s.548. [3] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.7, 654. [4] Uzeyr (Ezra), yaklaşık M.Ö 450 yıllarında yaşadı. Süleyman’ın vefatından sonra Bâbil’deki esaretleri döneminde kaybolmuş olan Tevrat metinlerini ihya edici olarak ona büyük bir kutsiyet atfettiler. O dereceye kadar ki, onlar şeriatları, âdetleri ve dilleri (İbranice) hakkında bütün bildiklerini yitirmişlerdi. Daha sora dağınık rivayetler hâlinde bulunan Tevrat’ı yeniden toparlayıp yazan ve şeriatlarını tekrar ihya eden Uzeyr oldu. Bu hizmetlerinden dolayı Uzeyr (Ezra) İsrâîloğulları’nın aşırı takdir ve saygısını kazanmıştı. Bu saygı dolayısıyla hakkında kullanılan mübalağalı ifade, bazı Yahûdi mezheplerinin sapıtmasının ve onu “Allah’ın oğlu” sanmalarının medenidir. (Ebu’l Al’â MEVDÛDÎ, Tefhimu’l-Kur’ân, İstanbul, 1996, İnsan Yayınları, c.2, s.221.) [5] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2008, 3.Baskı, c.8, s.190.