Dilimizde olumlu ve olumsuz şekliyle çokça kullandığımız nefret sözcüğünün karşıtı olarak “sevmek” anlamındaki sözcük, Kur’an’da “h-b-b” kökünden gelmektedir. “Allah, kimleri sever”, “Allah, kimleri sevmez” cümlelerinde yer alan “sever”, “sevmez” sözcükleri de bu kökten gelmektedir.
Kur’an’da “habbebe, ahbebte, yuhıbbü, yuhbib, yuhibbûne, tuhıbbû, tühıbbûne ve uhıbbü” fiilleri “sevmek, sevdirmek, güzel göstermek” demektir. Bu arada “istehabbû” ve “yestehıbbûne” fiilleri “sevip tercih etmek”; hubb sözcüğü “sevgi”; ayrıca ehabb ismi tafdil kalıbı “en sevgili, daha sevgili”; ehıbbâ kelimesi “sevgililer” ve mehabbeh sözcüğü ise “sevgi”anlamına gelmektedir.[1] Bu “h-b-b” kökünden sözcükler Kur’an’da 95 yerde geçmektedir.[2]
“Şüphesiz ki Allah, taneyi ve çekirdeği yarıp çıkarandır (inn’Allâhe fâlıku’l-habbi ve’n-nevâ)”(En’âm/95) Bu ve benzer ayetlerde yer alan habb/el-habb[3] ve habbeh[4] sözcükleri “tohum, çekirdek, tane” gibi anlamlara gelmektedir. Bu sözcüğün “sevmek” ve “ürün” anlamından hareketle şunu söyleyebiliriz: Gerçek “mahbûb /sevgili” olan Allah’ın muhabbeti /sevgisi olunca, O’nun sevgisi tecelli edince habb denen ürünler oluşur. Bütün ürünler O’nun sevgisinin tecellisidir.[5]
1. Allah, İsraf Edenleri (el-müsrifîn) Sevmez
İsraf sözcüğünün esas anlamı “sınırı aşmak, hakka tecavüz etmek” demektir ve “insan davranışlarındaki her türlü sınırı aşma” bu sözcüğün kapsamına girmektedir.[6] İsraf eden kişiye müsrif denir. Dinsel anlamda kişinin sahip olduğu nimetleri gereksiz ve aşırı tüketmesi demektir. Kur’an’da, insanoğlunun yeme, içme ve harcama konusunda dengeli davranması buyrularak israf yasaklanmıştır:
“Ey Âdemoğulları! Her mescidin yanında; toplum içinde süslerinizi alın, yiyin-için; keyfinize bakın fakat Allah’ın hakkını da göz ardı etmeyin; kesinlikle Allah, hakkını göz ardı edenleri (el-müsrifîn) sevmez.” (A’raf/31)
Bir başka ayette ise “Ve elini boynuna bağlanmış yapma /cimri olma, onu büsbütün de saçma /savurganlık yapma. Aksi hâlde kınanmış ve yaptığına pişman olur kalırsın” buyrularak hem israftan, hem de cimrilikten kaçınılması öğütlenerek dengeli davranılması istenmiştir.
“Mescid”, “ziynet” ve “isrâf” sözcüklerinin yer aldığı A’raf/31. ayet, Rabbimizin “kıst”ı (hakk ve adaleti, dengeyi, orta yolu) emredip aşırılığı men ettiği A’raf/28-29. ayetlerin tefsiri mahiyetindedir. Burada insanoğluna verilen mesaj şudur: Kişi, her yerde ve her zaman maddî ve manevî ziynetlerini takınmalı (temiz ve bayramlıklarını giymiş olmalı, pis, kirli olmamalı), kişisel veya toplumsal tüm davranışlarında Allah’ın koyduğu sınırları aşmamalı, halim-selim, olgun ve onurlu olmalıdır.
Bu mesaja uygun kişisel davranış örneği olarak insanın yiyip içerken haddi aşmaması ve dengeli beslenmesi; toplumsal davranış örneği olarak da helâli haramlaştırmaması, haramı da helâlleştirmemesi verilebilir.
Rabbimiz bir şeyin helâl veya haram kılınmasını salt Kendine ait bir yetki olarak ortaya koyduğundan, insanların kendi kafalarına göre haramlaştırma veya helâlleştirme yapmaları tam anlamıyla hadlerini aşmaları anlamına gelmektedir. Bu davranış hiç kuşkusuz “isrâf” sözcüğü kapsamına giren bir davranıştır.[7]
İsraf, birey, aile ve toplum yaşamında onulmaz yaralar açar ve toplumsal bozulma ve çürümeye götürür. Bir Müslüman dünya üzerindeki maddi manevi imkân ve nimetleri kendisine emanet edildiği bilinciyle tüketmeli, bu nimetler üzerinde kendisinin olduğu kadar toplumun da hakkı bulunduğunu unutmamalıdır.[8] Özellikle Kamu hizmeti yürüten ve toplumu yöneten konumunda bulunanlar, bu konuda olumlu örnek olmalıdırlar. Çünkü Yüce Allah, israf edenleri sevmediğini ayette şöyle açıklamaktadır:
“Ve Allah, asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları, ürünleri çeşit çeşit ekinleri, zeytinleri ve narları, birbirine benzer ve benzemez biçimde inşa edendir. Meyve verince meyvesinden yiyin, hasat günü de onun hakkını verin ve onun hakkından eksiltme yapmayın. Şüphesiz Allah, hakkta eksiltme yapanları (el-müsrifîn) sevmez.” (En’âm/141)
2. Allah, Sınırı Aşanları (el-mu’tedîn) Sevmez.”
“Rabbinize alçala alçala ve gizlice /açıkça göstererek dua edin; namaz kılın. Kesinlikle O, sınırı aşanları (el-mu’tedîn) sevmez.”
Ve düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. O’na, ürpererek ve rahmetini umarak dua edin. Kesinlikle Allah’ın rahmeti, iyileştirenlere-güzelleştirenlere çok yakındır.” (A’raf/55-56)
A’raf/55’de geçen mu’tedîn sözcüğünün anlamı “sınırı aşanlar”dır. Peki ama hangi eylemlerle insan Allah’a karşı sınırı aşmış olur?
* Sorunun cevabı için A’raf/54 ile A’raf/55’in ilk bölümünü bir araya getirmek gerekir. “Gökleri ve yeri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah’a”, “alçala alçala ve gizlice /açıkça göstererek dua etmek” gerekir. Bunu yapmayanlar “sınırı aşmış”olacaklardır. Bu durumda olanlar Allah’ın sevgisini kaybedeceklerdir.
* Bu kez el-mu’tedîn olanları A’raf/55’e göre yanıtlayalım.
“Ve düzeltildikten /barışa kavuştuktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayınız!” Bu ayete göre barışın sağlandığı yerde bozgunculuk çıkarmak, “sınırı aşmak”, barışı ve düzeni bozmaktır.
İnsanlar, barışa, adalete, düzene kavuşan insanlığı fesada nasıl verirler?
Cana, akla, dine, mala, nesebe saldırarak bunu yaparlar.
– Cana, yaşam hakkını kaldırarak;
– Mala, mülkiyet hakkına saldırarak;
– Nesebe, haram lokma yiyerek, GDO’lu besinler yedirerek;
– Dine, şirk koşarak, Allah’ın buyruklarını haram, yasaklarını helâl sayarak, Allah’la aldarak, cehaleti yaygınlaştırarak;
– Aklın işletilmesini engelleyen her tür algı operasyonları ile kişilerin düşünmesini, akıllıca davranmasını engelleyerek fesat, fitne çıkarılmış ve ortama bozgunculuğu yaygınlaştırmış olurlar.
Bu konuyu şöyle de ifade edebiliriz:
Haddi /sınırı aşmak, Allah’ın hakkını yerine getirmemek, yaşam hakkını tanımamak, nesebi bozmak, beynin /selim aklın hakkını vermemek, yeryüzünde fesat çıkarmak ve Allah’ın sevgisini kaybettiren sınırı aşmaktır.[9]
Allah, Savaşta Aşırı Gidenleri Sevmez
“Ve sizinle savaşan kimselerle Allah yolunda savaşın; ölün, öldürün. Ve sınırı aşmayın /saldırganlık yapmayın. Şüphesiz Allah, sınırı aşanları (el-mu’tedîn) sevmez.” (Bakara/190)
Yüce Allah, iyi insanlar vasıtasıyla kötü insanların yeryüzünde bozgunculuk yaparak oluşturdukları tahribatını önlemek için savaşa izin vermektedir. Savaşa izin verilirken belli amaçlar güdülmektedir.
– Yeryüzünün fesada uğramaması (Bakara/193 ‘fitne’; Bakara/251 ‘fesad’);
– Değerler sisteminin yıkılmaması (Hac/40);
– Dini Allah’a has kılmak. “Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek faaliyeti (fitne) kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur.” (Bakara/193) Aynı buyruk Enfâl/39’da da yer alıyor. Bu “Allah uğruna” yapılacaktır.
Ancak “Saldırganlık (lâ te’tedû) yapmayın”..
Bakara/190’da yer alan lâ te’tedû ifadesine, “aşırı gitmeyin” anlamı verilirse, bu ifadenin savaştan önceki duruma işaret ettiği kabul edilirse, “ilk saldıran siz olmayın” manası oluşur. Ama savaşın sonundaki duruma işaret edildiği kabul edilirse, “galip geldiğinizde aşırı gidip kadınları, çocukları öldürmeyin, memleketin kültürel değerlerini tahrip etmeyin” anlamına gelir.[10]
“Şüphesiz Allah, sınırı aşanları (el-mu’tedîn) sevmez.” (Bakara/190)
Yüce Allah Müslümanların savaşta aşırı gitmelerini engellemek amacıyla, aşırı gidenlerden sevgisini esirgeyeceğini ayetin sonunda böyle açıklamaktadır.
Müslümanlara Allah’ın İki Yasağı
“Ey iman eden kimseler!
* Allah’ın size helal kıldığı temiz-nefis-güzel şeyleri haram saymayın.
* Ve aşırı gitmeyin.
Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri (el-mu’tedîn) sevmez.”
“* Allah’ın size verdiği rızıklardan helal ve temiz olarak yiyin ve
* Siz, inandığınız Allah’ın koruması altına girin.” (Mâide/87-88)
Allah, iman edenlere Maide/87’de iki eylemi yasaklarken;
Maide/88’de iki eylemin de yapılmasını istemektedir.
Helâl olan, haram edilemez. Yüce Allah, Kur’an’la din açısından helâl olanla haram olan şeylerin sınırlarını saptamış, Kur’an’ı göndermesinin ana amaçlarından birinin bu olduğunu tespit etmiştir. Demek ki Kur’an, helâl ile haramın ne olduğunun sınırlarını belirlemek, dünya-ahret dengesini kurmak, dünyayı ahret için terketmemeye ve ahreti dünyaya feda etmemeye özen gösterilmesini sağlamak için gelmiştir.
Beşeri görüşlerin özellikle haram alanına girmemesini sağlamak için bu ayetler indirilmiştir. Allah’ın insanlara helâl kıldığı bir şeyi insanlar kendilerine haram kılamazlar. Ayetin muhatap aldığı kimselere bakarsak, bütün Müslümanlar bundan sorumludurlar[11] (Bkz. Tahrîm/1; A’raf/32).
Mâide/87 ile örneklendirdiğimiz Tahrîm/1 ve A’raf/32. ayetlerinin ortaya koyduğu temel ilke şudur:
Kimse Allah’ın helâl kıldığı rızıkları veya davranışları kendine veya başkasına haram kılamaz. A’raf/51’de geçtiği üzere, ne dünya yaşamına kapılıp eğlenceyi ve geçici zevkleri dinleri haline getirme hatasına düşmeyi, ne birey ve toplum için zararlı olmayan güzellikleri, zevkleri ve iyi şeyleri haram kılmayı uygun görmektedir.
Helâli haram kılan, aşırı gider ve Allah’ın sevgisini kaybeder.
Mâide/87. ayetin ikinci yarısında, sınırın aşılmaması buyrulmaktadır. Haddi aşanları Yüce Allah sevgiden yoksun bırakacaktır: “Ve aşırı gitmeyin /haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri (el-mu’tedîn) sevmez.”
Buradaki “aşırı gitmeyin /haddi aşmayın” ifadesi ne anlama gelmektedir?
Allah’ın helâl kıldığı güzellikleri, zevkleri, hazları, temiz şeyleri haram kılmak, dinde haddi aşmaktır. Çünkü yanlış fetva vererek insanları yanlışa yöneltmeyi, Yüce Allah, şu ayetlerinde “zulüm” olarak nitelendirmektedir:
“Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir?” (En’âm/93)
“Ve kendi dillerinizin yalan nitelemesi ile Allah’a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar.” (Nahl/116)
– En’âm/93’de “Allah’a iftira”, “zulüm” olarak nitelenmekte;
– Mâide/87’de bu “zulüm”, “haddi aşmak” olarak anlam kazanmaktadır.
3. Allah, Bozguncuları(el-ferihîn) Sevmez
“Şüphesiz Karun, Musa’nın toplumundan idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, şüphesiz onun anahtarları güçlü kuvvetli bir topluluğa ağır gelirdi. Bir zaman toplumu ona demişti ki: “Şımarma! Şüphesiz ki Allah şımarıkları (el-ferihîn) sevmez.”(Kasas/76-77)
Kasas/ 57-61. ayetlerinde Mekkeli müşriklerin dünya nimetlerini tercih ederek doğru yoldan çıktıkları belirtilmiş, akıllı insanın dünya kazançlarını değil de kalıcı ahret kazançlarını tercih etmesi gerektiği yolunda uyarılar yapılmıştır. Bu uyarılara somut örnek oluşturacak bir kıssanın anlatımı Kasas/76-82. ayetlerinde yapılmaktadır. Akıl sahiplerinin çok büyük ibretler alabileceği bu kıssanın baş aktörü, vurgunun, kapitalist zihniyetin sembolü olarak tanıtılan Karun’dur. İlk bakışta Karun ile ona muhatap olan iki grup insandan söz eden kıssa, pasajın içeriğine bakıldığında sadece o iki grubu değil, tüm zamanların servet düşkünlerini ve onlara imrenen akılsızları gözler önüne sermekte, ayrıca bu servet düşkünlerini ve onlara imrenen akılsızları uyaran bilgili ve bilinçli kişilerin bunu hangi sorumluluk bilinciyle yaptıklarını ortaya koymaktadır.
Kur’an’ın mesajından rahatsız olanlara bakıldığında, eski dönemlerde de olduğu gibi, bu kimselerin daima kendi kurdukları ekonomik ve sosyal düzenlerin alt üst olacağından korkan büyük sermayedarlar, tefeciler ve sömürgenler olduğu görülmektedir. Başka bir ifadeyle tarih, uluslararası ticaret, faiz ve sömürü ile Karunlaşmış kişilerle doludur. Bu kişiler, Hümeze suresinde de bildirildiği üzere, en akıllı işin servet kazanıp biriktirmek olduğuna inanan ve kendi bilgi ve becerisi sayesinde elde ettiğini zannettiği servetleriyle kendilerini zengin hisseden tağutlaşmış kimselerdir:
“Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Dönüş Rabbine olmasına rağmen insan, kendisini yeterli gördüğünde, kesinlikle azar.” (Alak/6-8)
Karun adı Kur’an’da ayrıca Ankebut/39, Mümin/23, 24’de yer almaktadır.
Yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığına göre, Elçi Musa, Karun’a da elçi olarak gönderilmiştir. Bu, Karun’un Firavun’la işbirliği içinde olduğunu ve servetini İsrailoğulları aleyhine kullandığını göstermektedir. Yani Karun, kendi kavmine ihanet eden, İsrailoğullarına zulmeden Firavun’un destekçisi ve işbirlikçisi bir kimsedir;[12] Firavun katındaki yerini de kendi halkına ihaneti ile kazanmıştır. Bir İsrailoğlu olan kapitalist Karun’un kazandığı mevki o kadar önemlidir ki, Firavun’un destekçisi ve yandaşı olan saray erkânının adı, onun adının yanında ikinci plânda kalmış, Firavun ve başrahibi Haman’dan sonra Musa peygamberin elçi olarak gönderildiği üçüncü önemli kişi olmuştur.[13]
4. Allah, Kendilerinin Büyük Olduğuna İnananları(el-Müstekbirîn) Sevmez
17Öyleyse yaratan /Allah, yaratamayan sözde ilâhlar gibi olur mu? Hâlâ düşünmeyecek misiniz?”
18Ve eğer Allah’ın nimetlerini sayacak olsanız, onları sayamazsınız. Şüphesiz ki Allah kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.”
19Ve Allah, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilir.”
20,21Ve onların Allah’ın astlarından yakardıkları şeyler herhangi bir şey oluşturamazlar, kendileri oluşturulmuşlardır, ölülerdir, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerini de tam bilemezler.” (Nahl/17-21)
Rabbimiz, gerçek ilahlığını, her şeyin yaratıcısı olduğunu ve her şeyi Kendisinin idare ettiğini açık kanıtlarla ortaya koyduktan sonra, “Öyleyse yaratan (Allah), yaratmayan (putlar) gibi olur mu? Hala düşünmeyecek misiniz?” buyurarak Kendisini gereği gibi takdir edemeyen inkârcıları kınamakta, akılsızlıklarını ve nankörlüklerini eleştirmektedir.
Kur’an’da, sahte ilahlar ile “Tek Gerçek İlah”ın farkını ortaya koyan ve “Gerçek İlah”ın doğru olarak tanınması gerektiği mesajıyla Tevhit inancını veren daha onlarca ayet vardır.
Tevhit İnancını Bozan Psikolojik Nedenler
“Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Artık ahrete inanmayan şu kimseler; onların kalpleri, tanıtmamaya çalışmaktadır ve onlar, kendilerinin büyük olduğuna (el-Müstekbirîn) inanan kimselerdir.”
23Allah’ın, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bildiğine hiç şüphe yoktur. Şüphesiz Allah, kendilerinin büyük olduğuna inananları (el-Müstekbirîn) sevmez.” (Nahl/22-23)
Yüce Allah tevhîd inancını ifade eden hükmünü ya da formülünü Nahl/22’de şöyle belirliyor: “Tanrınız tek bir tanrıdır.”
Nahl/22’deki bu ifadenin ayakta kalması, evrensel bir nitelik taşıması yönünden Yüce Allah nice elçiler göndermiş, onun uğruna nice mücadeleler verilmiştir.
Burada sorulacak soru şudur:
Tevhîd inancını, yani tek tanrı inancını ortadan kaldırmaya çalışan insanların psikolojisi ne idi?
Yüce Allah, evrensel manada onların psikolojisinin analizini (tahlilini, açıklamasını) şöyle yapmaktadır:
“Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Ama, ahrete inanmayanların kalpleri /akılları inkâr etmektedir ve onlar büyüklük taslarlar (el-Müstekbirîn).”
( a ) Ahrete inanmamak.
Dinin en büyük iman esaslarından biri ahrete inanmaktır. Ahrete iman bir vahyi ya da inanç sistemini din haline getirmektedir. Ahret hayatı olmayan felsefeler bu nedenle din olamamış ve olamayacaktır. Şimdi bu inanca sahip olmayanlar başka bir eyleme doğru gitmektedirler.
( b ) Kalplerin /akılıninkâr etmesi.
Aslında ayette “ahrete inanmayanların kalpleri/akılları inkâr etmektedir” denilmektedir.
Kalplerin inkârı sonuç;
Sebep ise ahreti inkâr etmek olmaktadır.
Ayetteki bu ifade bize şunu öğretmektedir:
– İman kalpte /selim akılda olduğu gibi
– İnkâr da akılda /kalptedir.
Kalbin inkâr etmesinde “kalp/akıl” özne, inkâr ise yüklem olmakta, yani inkâr işini kalbin/aklın kendisi yapmaktadır. İnsanın kalbini önce Allah inkâra sevketmez. İnsanın kendisi kalbini/aklını inkâra sevkeder. Demek ki ahret inancı, kalbi/aklı inkâr etmekten kurtarmaktadır.
Ahreti inkâr etmek, insanın aklını bütün öğütlere ve uyarılara kapatmaktadır. İnsanın içindeki kötü oluşumlar iyi oluşumları engellemekte ve onların ortaya çıkmasına mani olmakta, insanın iç âleminin İlâhî âleme açılışını durdurmaktadır.
( c ) Kibretmek
Tevhîd inancına karşı çıkılmasına neden olan üçüncü psikolojik oluşumun adını Yüce Allah “kibir” olarak koymaktadır. Dikkat edilirse ayetteki kibrin de faili insandır.
Bu ayetin analizine benzer bir ayeti Zümer/59’da buluyoruz:
“Hayır! Ayetlerim sana gelmişti de sen onları yalanladın, büyüklük tasladın ve inkârcılardan oldun.”
Yorumunu yapmakta olduğumuz Nahl/22 ile bu ayetin ortak noktaları “inkâr” ve “kibir”dir. İşte tevhîd ile, yani tek tanrı inancı ile mücadele verenlerin psikolojisi bu olmuş, olmakta ve olacaktır.
– Bir taraftan kibir, inkâr psikolojisini besleyip büyütmekte,
– Diğer taraftan da inkâr psikolojisi kibri besleyip büyütmektedir.
Tevhîd inancına karşı koyan davranışların arkasında inkâr ve kibir vardır. Bu davranışlar, gübresi içinde tohumunu yetiştirdiği inkâr ve kibir tepkilerini İlâhî vahye ve elçilere kadar uzatan kocaman bir ağaç haline gelmektedir.
Yüce Allah, Nahl/22’de inanmayanların bozuk psikolojilerinin analizini yaparak nasıl düzeltileceklerinin yöntemlerini de öğretmektedir. Tanrının tek olacağını benimseyenlerin akıllarındaki manevi hastalığın tedavi edilmesi için vahy ile elçiler gönderilmiştir.
Kibir İlâhî Sevgiyi Uzaklaştırır
“Doğrusu Allah, onların gizlediklerini de açıkladıklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları asla sevmez.”
Yorumunu yapmakta olduğumuz Nahl/23. ayetteki cümle içeriğindeki sözcükler dikkatle değerlendirildiğinde söz konusu ifade “inkâr ve kibirleri onlara pişmanlığı, kötüyü, günahı kazandırdı ve onları zarara soktu” anlamını vermektedir. Olumsuzluk edatı lâ ile cerame sözcüğü bir araya gelince bu ifade olumlu bir anlam, yani “doğrusu”, “kuşkusuz” manasını kazanmaktadır.
İnkârcılar ve kibredenler, başka bir ifade ile kibreden inkârcılar planlarını, duygularını, kinlerini ve düşmanlıklarını ikiye ayırırlar: Bir kısmını açıklarlar, bir kısmını da gizlerler. Bunun anlamı onlarda kişilik parçalanması vardır, demektir. Beyinleri ile dillerini tamamen ortaya koymazlar. Çifte standart uygulamaya düşkündürler. Onların sinelerinde, söyledikleri ve davranışlarıyla ortaya koyduklarından daha fazla şeyler vardır.
(i) “Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerden) belli olmaktadır. Kalplerinde/akıllarında sakladıklan ise daha büyüktür” (Âl-i İmrân/118). Bu ayette İslâm düşmanlarının kalplerinde sakladıkları kin ve düşmanlıklarının, dışarıya sözlerle vurduklarından daha büyük olduğu söylenmektedir.
(ii) “Allah’ın, sırlarını da fısıltılarını da bildiğini ve gaybları çok iyi bilen olduğunu hâlâ anlamadılar mı?” (Tevbe/78). Bu ayete göre, münafıkların olumsuz tepkilerinin her çeşidini, gaybı bilen Allah bilmektedir. Allah, onların bu durumunu anlatırken, müminleri terbiye etmektedir. “Kızım sana derim, gelinim sen işit” tekerlemesinden hareketle “ben münafıklara söylüyorum, ama:
Ey mümin! Sen de işit” şeklinde bir eğitim metodu kullanılmaktadır.[14]
Yüce Allah yorumunu yapmakta olduğumuz Nahl/23’ün sonunda bir cezalandırma şeklini gündeme getirmekte ve bu ceza şeklinin “sevgiyi esirgemek” olduğunu söylemektedir. Yüce Allah,
“Allah büyüklük taslayanları sevmez” buyururken,
Kibirli insanların Allah sevgisini kaybettiğine dikkat çekmektedir.
Sevgiden yoksun bırakmak, ceza şekillerinin önde gelenlerindendir. Yüce Allah bu cezayı sadece kâfirlerin kibirlilerine uygulamıyor, bütün kibredenlere uyguluyor. Allah’ın sevgisinden mahrum kalmak, her tür belaya açık olmak demektir. Allah’ın sevgisinden mahrum olmak, manen Allah’tan uzak kalmak ve itilmek demektir. Sevginin mahrumiyeti hiçbir cezaya benzemez.[15]
Sedat Şenermen
Kaynakça
[1] [5] Prof.Dr. Mehmet OKUYAN, Çok Anlamlılık Bağlamında KUR’AN SÖZLÜĞÜ, İstanbul, 2017, 7.Baskı, Düşün Yayıncılık, s.225; 226. [2] M. Fuad ABDÜLBÂKÎ, el-Mu’cemu’l-Müfehres, Beyrut, 1987, s.191-193. [3] Bkz. EN’ÂM/99; KÂF/9; RAHMÂN/12; YÂ-SÎN/33; NEBE’/15; ‘ABESE/27. [4] Bkz. BAKARA/261; EN’ÂM/59. [6] İbn MANZUR, Lisânü’l-Arab, c.4, s.563-564; Râgıb el-İSFEHÂNÎ, el-Müfredât, s.231, “S-r-f” mad. [7] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.2, s.320. [8] Dr. Mehmet CANBULAT, Dinî Kavramlar Sözlüğü, Ankara, 2006, DİB Yayınları, s.328. [9] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2008, c.7, s.174. [10] Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.2, s.482. [11] Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.6, s.133. [12] H. YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.3, s.436-437. [13] Kitab-ı Mukaddes’te Karun adı geçmez. Ancak “Sayılar”, “Çıkış”, “Tarihler” ve “Tekvin” bölümlerinde bahsi geçen “Korah” ile Karun’un çoğunlukla aynı kişi olduğu kabul edilir. Bu kişiyle ilgili, Kitab-ı Mukaddes’in Sayılar; 6. Bab’ında ayrıntılı bilgi mevcuttur. [14] B. BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.10, s.461-463. [15] “Allah kimleri sevmez” ana başlığı altında yaklaşık dokuz alt başlık şeklinde daha ele alabileceğimiz 16 ayet var ki bunları, nasipse bir başka yazı halinde sunacağım. Bkz. Bakara/276; Enfâl/58; Nisâ/107; Rûm/45, Âl-i İmran/32; Şûrâ/40, Âl-i İmran/57, 140; Lokmân/18, Hadîd/23, Nisâ/36; Nisâ/148; Hacc/38, Kasas/77, Bakara/205, Mâide/64.