“Devrim, mevcut kurumları zorla değiştirmek demektir. Türk
milletini son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak
yerlerine, milletin en yüksek uygar gereklere göre ilerlemesini
sağlayacak yeni kurumları koymuş olmaktır.”[1] ATATÜRK
A-) ATATÜRKÇÜLÜĞÜN GENEL NİTELİKLERİ VE BAŞKALIKLARI
Atatürkçülük ve Atatürkçü olmanın ne olduğunu anlamak için her şeyden önce ATATÜRK ilke ve devrimlerini bilmek gerekir. Bu ilke ve devrimleri bilmeden ve onları içtenlikle benimsemeden Atatürkçü olunamaz. Bu ilkeler ve devrimlerle bunların dayandığı temeller Atatürkçülüğü oluşturur. Atatürkçü olmak bunlara bağlı olmak demektir.
Atatürkçülük dendiğinde özellikle göz önünde bulundurulması gereken hususlar şunlardır:
- Atatürkçülük Bir Bütündür
İlke ve devrimleri ayrı ayrı değerlendirmek olmaz. Onları bir bütünü oluşturan unsurlar olarak anlamak ve değerlendirmek gerekir. “Şu ilkeye uymayalım, bu devrimi benimsemeyelim, ama Atatürkçü olalım” denemez. ATATÜRK ilkelerinin ve devrimlerinin Atatürkçülük’te birbirinden daha az önemli olması diye bir şey düşünülemez. Her ilkenin ve her devrimin bütünü oluşturmada aynı düzeyde önemi ve değeri vardır. Örneğin, “Şapka giyinip Arap yazısı kullanalım; Cumhuriyetçi olalım ama halkçı olmayalım; laik olalım ama devleti şeriatla yönetelim…” denemez.
- Atatürkçülük Herhangi Bir Yabancı Siyasal Akım Ya Da İdeoloji İle Açıklanamaz
Atatürkçülük Türk halkının ve Türk vatanının tabiatından, tarihinden ve ihtiyaçlarından doğmuştur. Türk ulusunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma anlayış ve çabalarının bir sonucudur. Başka ulusların sorunlarının çözümü Atatürkçülüğün ilgi alanına girmez. Ancak, Atatürkçülüğün insani ve gerçekçi yönleri başka uluslara da etkili bir örnek olmuştur. Özellikle geri kalmış ve yabancı egemenliği altından kurtulmak isteyen uluslar, Atatürkçülüğü kendilerine örnek, ATATÜRK’Ü manevi önder kabul etmişlerdir. Cezayir’den Çin’e kadar bunun belirtilerini görme olanağı bulunmaktadır.
Bu arada, şu noktayı belirtmekte de yarar vardır; Türkiye’de kendilerini kabul ettirme çabasında olan bazı aşırı ideoloji ve akımlar, Atatürkçülüğe işlerine geldiği biçimde anlam verip onun etkisinden yararlanmaya çalışmaktadırlar. Atatürkçülüğün özellikle kaynağı dışta bulunan bu gibi akım ve ideolojilerle hiçbir ilgisi yoktur. Atatürkçülük, bir Türkiye ve Türk ulusu gerçeğidir. Bu gerçeğin kaynağı Türk tarihidir, Türk’ün Kurtuluş Savaşı’dır. Türk’ün karakteri ve insan yapısıdır. İnsanın insanı, toplumun toplumu sömürmesine dayanan; halkı sınıflara bölen; ulusu halklar biçiminde gören; insanları ve toplumu zulümle zorbalıkla yönetmek isteyen; uygarlık ve insanlık anlayışına ters düşen hiçbir akım ve ideoloji ile Atatürkçülük arasında bağ ve yakınlık kurulamaz. Bunu yapanlar ya Atatürkçülüğü anlamamışlardır ya da kasıtlı olarak böyle yapmakta ve düşünmektedirler.[2]
ATATÜRK, yaptığı Devrimlerin milletçe içselleştirilmesi hakkında ne demişti, anımsayalım:
“Arkadaşlar! Devrimimiz Türkiye’nin yüzyıllar için mutluluğunu üstlenmiştir. Bize düşen onu kavrayarak ve takdir ederek çalışmaktır.”[3]
B-) ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİNİN DAYANDIĞI TEMELLER
“Türkiye’nin her köşesinde ihtilâl ve devrim, gerçek Türklüğe kavuşma mücadelesi olmuştur.”[4]
“Bağımsızlık Savaşı ve Türk Devrimi, her hamlesinde ve her evresinde, milletimizin yüksek siyasal ve uygar karakteriyle memleket işlerindeki bilinçli birliğine dayanarak başarılmıştır.”[5] ATATÜRK
- Ulusal Tarih Bilinci
Bir Atatürkçü için ulusal tarihi bilmek, atalarımızın yaptığı olumlu ve büyük işleri hatırlamak gereklidir. Türk tarihinin uygarlığın en eski çağlarına kadar uzandığı hakkında bilgi sahibi olmak, her Türk için onur ve gurur verici bir şeydir. Böylece ulusumuzun geçmişteki başarıları ve uygarlık atılımları ve övünme fırsatını buluruz.
Tarihi olmayan bir ulus köksüz ağaca benzer. Güçlü bir rüzgâr karşısında dayanamaz, yıkılır, gider.
- Vatan Ve Ulus Sevgisi
Atatürkçülüğün temel unsurlarından en önemlisi ve başta geleni engin bir vatan ve ulus sevgisidir. Vatanı ve ulusu uğurlarında bile bile, isteye isteye canını vermekten çekinmeyecek kadar sevmek gerekir. Maddi ya da manevi hiçbir değer onların üstünde tutulamaz. Bu sevgi aynı zamanda insan ve insanlık sevgisidir. Türk ulusunun her bireyine olduğu gibi dünyadaki öteki insanlara da sevgi ile bakmak esastır. Yeter ki onlar ulusumuzun ve vatanımızın kötülüğünü istemesinler. Kutsal bildiğimiz vatanımıza ve ulusumuza karşı kötü niyet beslemesinler.
Bu sevgi anlayışı saygı ile birlikte oluşmuştur. Türk vatanının ve ulusunun varlığına ve haklarına en büyük saygıyı gösterme koşulu başta gelir. Başkalarının da bu saygıyı göstermesini bekleriz. Çünkü Atatürkçü olan bir kimse başka ulusların da varlık ve haklarına saygı gösterir. Dünyadaki insanların ve ulusların karşılıklı sevgi ve saygı anlayışı ‘içinde barış ve huzuru daha kolay elde edeceğine inanır. Uygarlık yolunda daha hızlı ve güvenilir adımlarla ilerleyeceklerini bilir.
Başkalarının varlık ve haklarına sevgi ve saygı göstermek hiçbir biçimde kendi ulusal varlık ve haklarımızdan fedakârlıkla olamaz. Bu sevgi ve saygı karşılıklı olduğu takdirde değer kazanır. İnsanların bir bölümünü köle gibi kabul eden, aşağı gören anlayışın Atatürkçülükle bağdaşmasına olanak yoktur. Hele Türk ulusunun, ulusal duygu ve inançlarına saygı göstermeyenlere hiç tahammülü yoktur. Olmadığını da Kurtuluş Savaşı’nda en güzel biçimde göstermesini bilmiştir.
- Ulusal Dil
Ulusal birliğin, sevgi ve saygının başta gelen unsuru ulusal (milli) dildir, Türkçe’dir. Onu canımız, gözümüz gibi sevmeli ve korumalıyız. Onun, çağın gereklerini karşılayacak nitelikte gelişmesine hizmet etmeliyiz. Dilini seven ulusunu da sever, vatanını da… Bunun içindir ki ATATÜRK:
“Türk demek dil demektir. Milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. Türk milletindenim diyen insanlar her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır” demiştir.
- Bağımsızlık Ve Özgürlük
Vatanın bağımsızlığı ve ulusun özgürlüğü anlayışı da Atatürkçülüğün temel unsurlarındandır.
Tarihi boyunca bağımsız bir vatanda özgür yaşamış Türk ulusu için bundan doğal bir şey olamaz. Türk her zaman kendi vatanının göklerinde kendi bayrağının dalgalanmasını ister. Kendi ulusal işlerini kendi bildiğince yapar. Başkalarının işlerine karışmadığı gibi başkalarının da kendi işlerine karışmasını istemez. Türk ulusu için tutsak ya da başkalarının egemenliği altında olmaktansa ölmek, yok olmak en iyisidir. Onurlu ve soylu bir ulus için bundan başkası düşünülemez. Bu görüş ve anlayışta, başka ulusların da başkalarının tutsağı olması ya da egemenliği altına girmesi diye bir şey kabul edilemez.
- Egemenliğin Ulusa Ait Oluşu
Egemenlik kesin olarak ulusundur. Çünkü her şey, her güç ve her değer ulusa aittir. Gücünü ulustan almayan hiçbir hareketin değeri yoktur. Bir kişi ya da zümre ulusun egemenlik hakkını kullanamaz. Türk ulusu kendine ait işleri, kendi içinden seçtiği temsilcilerden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisinin yaptığı yasalarla yürütür. Bu işler herhangi bir kişi ya da zümrenin istek ve buyruğuna göre yürütülemez. Ulusal çıkarlar gerektirdiği için savaşa mı girişilecek buna ulus karar verir. Halktan vergi mi toplanacak, karar ulusundur. Gençler askere mi alınacak; yurdun kalkınması için çeşitli büyük işler mi yapılacak; kız ve erkek çocuklarımız mı eğitilecek, bütün bu konularda söz sahibi ulustur. Yargıçlar bile mahkemelerde ancak Türk ulusu adına karar verirler. İşte bütün bunlar egemenliğin “kayıtsız ve şartsız” ulusa ait olduğunu gösterir.
- Çağdaş Uygarlık Düzeyinin Üstüne Çıkma Hedefi
Türk ulusunun hedefi çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmaktır. Binlerce yıl uygarlıkta insanlığa öncülük yapmış Türk ulusunu geri bırakan nedenleri kısa sürede ortadan kaldırmak gerekir. Bunun için de her şeyden önce bilim esaslarına dayanmak gerekir. Bilimi kılavuz olarak, yol gösterici olarak kabul etmek gerekir. Bilim dışı yol gösterici ve kılavuzlara bağlanmak bizi ilerlemekte olduğumuz uygarlık yolundan alıkoyar.
- Ulusal Kültürü Geliştirme Hedefi
Ulusal kültürümüzü geliştirip onun gereklerini yerine getireceğiz. Yabancı kültürleri benimseyip onlara bağlanmak bizi ulusal benliğimizden uzaklaştırır. Ulusal varlığımızı tehlikeye sokar. Çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmamızı engeller. Başkasının tekniğinden ve bilimde elde ettiği sonuçlardan yararlanacağız.
Ama bunları yaparken şu hususlara büyük önem vereceğiz:
(a) Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve en uygar ülkeleri düzeyine çıkaracağız,
(b) Ulusumuzu en geniş refah araç ve kaynaklarına sahip kılacağız,
(c) Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız.
- Türk Ulusuna İnanmak Ve Güvenmek
Atatürkçü olmanın en önemli koşullarından biri de Türk ulusunun sağduyusuna, zekâsına ve yeteneklerine inanmak ve güvenmektir.
Bu inançladır ki ATATÜRK, Kurtuluş Savaşı’nda ve ‘bu savaştan sonra, başkalarınca olmayacak gibi, yapılamayacak gibi görülen ve sanılan şeyleri yapmış ve gerçekleştirmiştir. Örneğin, bin bir yokluk içerisinde, iç ve dış düşmanlara karşı savaşmış ve zafere ulaşmıştır. Türk halkını tanımayanlarca gerçekleşmesine inanılmayan şapka devrimini, yazı devrimini, gerçekleştirmiştir. Hiçbir zora başvurmadan devrimleri oluşturmuştur. Bu devrimlere karşı koyanlar çıkmışsa bunlar ancak halkın içerisinde yanılmış, bilgisiz ve dar görüşlü kimselerdir. Yoksa halk, büyük çoğunluğu ile inanıp benimsemesiydi bütün bu işler gerçekleşebilir miydi? “Türk halkı devrimleri, benimsemiyor” demek Türk halkını tanımamak ve ona inanmamak demektir. Çünkü Türk halkı her güzeli, her iyiyi ve her doğruyu benimser, sever ve tutar. Çünkü bunlar onun ruhunda vardır. Nasıl olmasın, Türk halkı inanç sahibidir. İnandığı ve bağlı bulunduğu din de ona hep iyiyi, güzeli, doğruyu emretmiyor mu?
- Ulusal Birlik Ve Beraberlik Anlayışı
Atatürkçülük deyince, ulusal birlik ve beraberliği akla getirmek gerekir. Türk vatanının bölünmez bir bütün olduğu anlayışı bu birlik ve beraberliğin en önemli unsurudur. Türk vatanında Türk ulusu yaşar. Türklüğe inanan, Türklük için çalışan, Türk halkının birlik ve beraberliğini bozacak bir davranıştan kaçınan her vatandaş Türk’tür. Türk ulusunu birtakım ayrı nitelikte unsurlardan meydana gelmiş bir varlık olarak görmenin Atatürkçülük anlayışında yeri yoktur. Vatan ve tarih gerçekleri Türk ulusunun bir bütün olduğunu bize göstermektedir.
- Ordunun, Okulun Ve Dinin Politika Dışı Tutulması
(a) Atatürkçülük anlayışının en önemli unsurlarından biri de ordunun yani askerin, okulun ve dinin politika dışında tutulmasıdır. Ordunun esas görevi yurdun savunmasını yapmaktır. Ulusun haklarını korumaktır. Ordu, kendine verilen bu görevin dışına çıkarsa, politikaya karıştırılırsa bu büyük tehlike doğurur. Çünkü bu durumda esas görevini yapamaz. Aslında politikaya karışmamak, politika çalkantılarının dışında kalmak Türk ordusunun bir geleneğidir. Başka ulusların orduları ile karşılaştırdığımızda ordumuzun bu seçkin niteliği kolaylıkla ortaya çıkar.
(b) Ordu gibi, okulun da politikanın dışında tutulması gerekir. Okul bir eğitim ve öğretim yeridir, bilim alanıdır. Orada Türk çocukları, ulusal kültür, ulusal ihtiyaçlar, ulusal inançlar ve bilim doğrultusunda eğitilir iyi birer Türk vatandaşı ve iyi birer insan olarak yetiştirilmelerine çalışılır. Ulusumuzun varlığı ve geleceği Türk gençlerinin birbirini seven, birbirine inanan ve güvenen insanlar olarak yetişmelerine bağlıdır. Okula politika sokulursa, Cumhuriyetimizin güvencesi olan gençlik bölünür. Ulusal varlığımız tehlikeye girer. Ayrı siyasi inançların etkilemesiyle gençlerimiz birbirine düşman gruplara ayrılır. Milli birlik ve beraberliğimiz bozulur. Bu durum ancak ve ancak vatan ve ulus düşmanlarının işine yarar. Atalarımız, “Kuvvet birlikten doğar” demişler. Ne doğru söylemişler. Ayrı ayrı olursak özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı yitiririz. Tanrı göstermesin, kutsal vatanımız düşman çizmeleri altında ezilir. Namus ve şerefimiz elden gider. Hâlbuki Türk gençliğinin inançlı olarak birlik beraberlik içinde bulunması bütün bu tehlikeleri yok eder. Düşmanlarımızın hevesi kursağında kalır. Milletimiz sevinir, mutlu olur. Bunun da yolu, okula politikayı sokmamak, eğitim ve öğretimi ulusal varlığımızın gereklerine göre gerçekleştirmektir.[6]
(b) Din de böyle. Din bir aklıselim işi, bir vicdan işidir. Allah ile kul arasında bir durum olduğu için araya kimse giremez/girmemelidir. Eğer din, siyasete bulaştırılırsa siyaset de çığırından çıkar, din de. O zaman yapan da suçlu olur, yaptıran da. Milli birlik ve beraberlik sarsılır. Vatandaşlar arasında sevgi ve saygı dengesi bozulur. Kargaşa başlar. Ulusun gücü azalır.
ATATÜRK, İslam Dini’nin Her Türlü İstismarına Karşıydı
Atatürk,
* Aslî hüviyeti içerisinde ve hurafelerden uzak dinî gerçeklere ne kadar taraftar ise,
* Dinsel bağnazlığa ve dinin çeşitli amaçlarla istismar edilmesine o derecede karşı bulunmaktadır.
Esasen Atatürk’ün dinsel anlamda verdiği mücadelenin dinin aslına değil, aksine
– Din perdesi altında yürütülen taassuba ve
– Dinin çeşitli maksatlarla istismar aracı yapılmasına karşı olduğunu aşağıdaki sözlerinde açıkça görülmektedir.
2 Temmuz 1932’de toplanan Türk Tarih Kongresi’nin son günlerinde Atatürk, tarih öğretmenlerini ve öğretim üyelerini Gazi Orman Çiftliğinde çaylı toplantıya çağırdı. Bu toplantıda bizimle iki saat konuştu. Bu arada öğretmenlerden biri Atatürk’e sordu:
“– Paşam, din lüzumlu bir şey midir?
Halifeliğin kaldırılması iyi mi olmuştur?”
Atatürk, bu soruya şu karşılığı verdi:
– Evet, din lüzumlu bir kurumdur. Dinsiz milletin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası vardır ki, din Allah ile kul arasındaki kutsal bir bağlılıktır. Mutaassıp İslamcıların din komisyonculuğuna izin verilmemelidir. Dinden maddi çıkar sağlayanlar alçak kişilerdir. İşte biz, bu duruma karşıyız. Buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan kimseler, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizin mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir.”[7]
“Din’le hilafeti birbirinden ayırt etmek lazımdır. Birincisi ne kadar yararlı ise, ikincisi o kadar lüzumsuz bir hal almıştır. Halifeliği kaldırdığımız günden bu güne kadar kimsenin buna sahip çıkmaması, Müslüman dünyasının halife olmaksızın da yürüyeceğine ve yürümekte olduğuna en güzel örnek değil midir?”[8]
“Bütün müstebit hükümdarlar hep dini âlet edindiler. İhtiras ve istibdatlarını geçerli kılmak için hep ulema sınıfına müracaat eylediler. Gerçek ulema, dini bütün bilginler hiçbir zaman bu müstebit taç sahiplerine boyun eğmediler. Onların buyruklarını dinlemediler; tehditlerinden korkmadılar. Bu gibi ulema kamçılar altında dövüldü; memleketlerinden sürüldü; zindanlarda çürütüldü, darağaçlarında asıldı. Fakat onlar yine o hükümdarların keyfine dini âlet etmediler.”[9]
Cehalet ve bağnazlık, dini istismar için en uygun ortamı oluşturmaktadır. Bunu gidermenin tek çaresi gerçek din bilginlerinin yetişmeleridir. Bu gerçeğe işaret etmek üzere Atatürk şöyle diyor:
“Fakat bunca yüzyıllarda olduğu gibi, bugün dahi, milletlerin cehaletinden ve taassubundan yararlanarak, bin bir türlü siyasal ve kişisel amaç ve menfaat için dini âlet ve araç olara kullanmak girişiminde bulunanların yurtiçi ve dışındaki varlığı, bizi bu alanda söz söylemekten, henüz uzak kılmıyor. Beşeriyette din hakkında ihtisas ve vukuf, her türlü hurafelerden arındırarak gerçek bilimler ve fenlerin ışıklarıyla saflaşmış ve mükemmel oluncaya kadar din oyunu aktörlerine her yerde rastlanılacaktır.”[10]
Dini lüzumlu bir kurum olarak kabul eden, dinsiz milletin varlığını sürdürmesine olanak görmeyen ve kendi ifadesiyle “din
oyunu aktörlerinin” meydanı boş bulmaması için, dinin “her türlü hurafelerden arındırarak”, “gerçek bilimler ve fenlerin ışıklarıyla saflaşıp ve mükemmel hale gelmesi” gerçeğine işaret eden Atatürk, bütün bu gerçeklerden hareketle, kurduğu devletin bünyesinde Diyanet İşleri Başkanlığı kurumuna da yer vermiş bulunmaktadır. Her konuda olduğu gibi işi sadece sözde/teoride değil, aynı zamanda konuyu /olguyu kurumlaştırarak toplumun yaşamında gerçekliğini sürdürmesini sağlamıştır.
İşte yukarıdan beri maddeler halinde sıraladığımız bu temel unsurlara dayalı ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİNE içtenlikle bağlanmak, onları eksiksiz gerçekleştirmeye çalışmak Atatürkçülüğü oluşturuyor.[12] Öyleyse, konumuzu, bütün bu temel unsurları özetleyen, ATATÜRK’ün şu özlü sözleriyle bağlayalım:
“TÜRK, ÖĞÜN [12], ÇALIŞ, GÜVEN.”
“NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!”
Kaynakça
[1] Prof. Afet İNAN, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara, 1959, Türkiye İş Bankası Yayınları, s.250. [2] Osman Güngör FEYZOĞLU, Atatürk İlkeleri Ve İnkılâbımız, İstanbul, 1982, MEB Yayını, s.93, 94. [3] ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, cilt: II, s.187. [4] Ayın Tarihi, 1938, Sayı: 49, s.44; Prof.Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1971, s.204. [5] Ulus gazetesi, 16 10 1938. [6] Bkz. Osman Güngör FEYZOĞLU, Atatürk İlkeleri Ve İnkılâbımız, s.95-98. [7] KILIÇ ALİ, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, s.116; U.KOCATÜRK, Atatürk’ünFikir ve Düşünceleri, s.193.
[8] Kültür Devrimi, Atatürk Önderliğinde Kültür Devrimi, Ankara, 1972, Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği Semineri Tebliğleri (RCD), 9-11 Kasım 1967, s.53-54. [9] Sadi BORAK, Atatürk ve Din, İstanbul, 1962, s.39; Prof.Dr. Enver Ziya KARAL, Atatürk’ten Düşünceler, Ankara, 1969, İş Bankası Kültür Yayınları, s.70; Prof.Dr. İsmail YAKIT, Atatürk ve Din, İstanbul, 2010, Ötüken Yayınları, s.52. [10] E.Ziya KARAL, Atatürk’ten Düşünceler, s.72. [11] Sedat ŞENERMEN, Atatürk Devrimleri Kur’an Temellidir, İstanbul,2022, Şira Yayınları, s.271-281. [12] Öğün: “Öğ /aklı işletmek” kökünden gelen bu sözcük “aklını işlet” demektir. Öğünmek, “akıllanmak”, “akıllı davranmak”, “aklıselim sahibi olmak” anlamına gelmektedir.