Bu yıl, Cumhuriyetimizin 101. yılında yeniden, Cumhuriyetin kurucu değerlerine bağlılık ve sadakatle bir kez daha sahip çıkmanın bilinciyle “Ramazan /Kur’an Bayramı”nı milletçe kutlamanın sevincini yaşayacağız.
Bayramı, Kur’anca anlamağa çalışarak kutlayalım. Önce,
– Bu kutsal vatan toprağında aldığımız her nefesin canlarını vatan, bayrak, namus uğruna veren başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, tüm Şehit ve Gazilerimizin armağanı olduğunu bilerek,
– Tüm şehitlerimize yüce Allah’tan rahmet dilerken;
– Şehit ailelerinin, gazilerimizin ve onların yakınlarının
– Sınırda, sınırın ötesinde karada/denizde/havada gece gündüz /yaz-kış demeden vatan savunmasında bulunan kahraman Mehmetçiklerimizin;
– Yurtiçi ve yurtdışındaki tüm yurttaşlarımızın;
– Atatürk’e ve Cumhuriyetimizin kurucu değerlerine yürekten bağlı Siz Saygıdeğer okuyucularımın ve daha nicelerinin bayramını sevgiyle, saygıyla kutluyorum.
Söze, bir şairimizin gönül dünyasından “Bugün Bayram Günü” diyerek mısralara döktüğü şiiriyle başlayalım:
Atamdan emanettir Cumhuriyet bana,
Gönlüm hep özgürlük ve demokrasiden yana,
Mustafa Kemal rehberdir, önderdir sana,
Selam, selam sana ülkemin kalbi Ankara.
Bayram’da bayraklarla süslenir cennet vatanım,
Kefildir geleceğime, Çanakkale’de kefensiz yatanım,
İnkılâplarını ve ilkelerini öğretir eli kalem tutanım,
Bugün bayram günü, ellerinden öpüyorum Atamın.
Bugün bayram günüdür, yolum Atatürk Yolu’dur,
Düşmeyelim ümitsizliğe, buralar cevher doludur.
İçinde Kadir gecesinin bulunduğu Ramazan’ın önemi, bu ayda Kur’an’ın indirilmiş olmasından gelmektedir.
Esasen bu ayın ve bu gecenin “mübarekliği”
Tamamen ve sadece Kur’an’dan gelmektedir.
Çünkü Kur’an indirilmeden önce Ramazanın ve Kadir gecesinin bir önemi ve özelliği var mıydı?
Şimdi, “bu Ramazan ayında biyolojik arınma ile zihinsel arınmayı birlikte yapabildik mi?” sorusunu kendimize soralım lütfen…
Oruç tutularak uygulanan biyolojik saflaşma, temizlik genelde biliniyor. Ancak “Zihinsel Arınma nedir, nasıl gerçekleştirilir” bu konu Kur’an’dan Kur’anca ne kadar biliniyor?
* Şirkten, kin, haset, öfke, çekememezlik, düşmanlık, intikam gibi olumsuz duygulardan oluşan kirlerden,
* Beynimizdeki potansiyel selim aklı kullanmamaktan oluşan ricsten kendimizi arındırabildik mi acaba?
Esasen “zihinsel arınma ne şekilde yapılabilir?”, “selim akıl işletilerek nasıl aklıselim sahibi kişi olunabilir?” sorusunun doğru cevabını “Kur’an’dan Kur’anca anlamayı, doğru, analitik, eleştirel, sistematik düşünmeyi” öneren, açıklayan yüzlerce ayetten yararlanarak bulmak gerekiyor. Çünkü bu görev/sorumluluk hem İslam’ın hem imanın öncelikli ilk şartıdır. Kişi aklını selimleştirirse ancak beşer olmaktan çıkıp, insanlaşıyor, uygarlaşabiliyor. Müslüman olmak, aklıselim sahibi olmakla başlar. Aklını işletmeyen, selimleştirmeyen, aklıselim sahibi olmayan zihinsel arınma yapmış olamaz.
Kadın ya da erkek her kişi, aklını işletip işletmemesine göre;
* Ya Aklıselim egemen mümin, muttaki, salih, muhsin olur,
* Ya da aklını işletmeyen iblis egemen kişilikle müşrik, kafir, münkir, münafık, mücrim olur.
Bu ikisinin arasında bir başka kişilik yok, olamaz. Çünkü her kişide birbirine zıt, birbirinden farklı, yani fücûr’a (şirke, şerre, şeytanlığa) ve takvâ’ya (tevhide, hayra, insanlaşmaya) yönelten iki yetenek olduğunu Şems/8’de görüyoruz. Kim bunlardan kendi özgür iradesiyle/tercihiyle, hangisini aktif hale getirirse, kişiliği/benliği ona göre oluşur. Ya şeytanlaşır, ya da insanlaşır/uygarlaşır..
Beyindeki potansiyel selim aklımız, hem ilahi, hem beşeri olmak üzere gerçek ve doğru bilgi, doğru haberlere her zaman çok muhtaçtır. Kur’an’a bu açıdan baktığımızda şu ayetleri görüyoruz:
“Şüphesiz ki bu Kur’an, insanları en doğru ve en sağlam şeye; rüşte kılavuzlar ve düzeltmeye yönelik işler yapan müminlere kendileri için kesinlikle ve kesinlikle büyük bir ecir olduğunu ve ahrete inanmayan kişiler için Bizim, can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler.”(İsra; 9-10)
Takvaya yeteneği olan selim aklını işleterek “takva sahibi olmak isteyenlere kılavuz olan Kur’an”(Bakara/2), aynı zamanda “Muhataplarını reşit kılarak hidayete eriştiren” (Cin/2) kitaptır.
O halde Allah’ın koruması altına girerek takva sahibi olmak ve Kur’an’ın kılavuzluğunda reşit olmak isteyenler ve bunu gerçekleştirerek Müslüman/mümin olanlar için aslında iki bayramı birlikte kutlayabiliriz.
Biri, bedensel arınmayı sağlayan ‘Ramazan Orucu’ nedeniyle, Ramazan Bayramı;
Diğeri ise, Kadir gecesinde indirilen Kitap’la zihinsel arınmayı aklımızı selimleştirerek gerçekleştireceğimiz Kur’an Bayramı.
Her iki bayramınız da kutlu olsun.
- Tarihsel Gelişimiyle Bayram
Kaşgarlı Mahmut’un tespitine göre bayram sözcüğünün aslı Farsça “Bezrem /bezram” olup, “sevinç ve eğlence günü” demektir. “Beyrem ve bayram” telaffuzu Oğuzlar’a aittir.
Bezram’ın, “bezm” “yiyip içme, konuşup eğlenme meclisi” kelimesinin “m” sesi düşmüş şekli olan “bez” ile “hoş ve sevinçli” anlamını taşıyan “ram” sözcüğünün birleştirilmesi sonucu elde edilmiş, “neşeyle konuşup eğlenme, yiyip içme meclisi” anlamında bir birleşik isim olduğu kabul edilmektedir.
Bayram kelimesinin Arapçası, sözlüklerde “âdet halini alan sevinç ve keder; bir araya toplanma günü” anlamlarıyla karşılanan “el-iyd”dir. Bu kelimenin aslının “ı-v-d” olduğu ve “tekrar dönmek” manasını taşıdığı bilinmekte ve lügatçiler tarafından “çünkü o her yıl yeni bir sevinçle döner” şeklinde yorumlanarak, mevsimlerin dönmesine bağlanmaktadır.
Arapların en büyük bayramı Hac’dır. Arapçada “ziyaret etmek” şeklinde de açıklanan hac, “geri dönme, tekrar gitme” kelimesi İbranicede “bayram” anlamında kullanılmakta olup, (hag) “h-v-g” “bir şeyin etrafında dönmek, dolanmak” kökünden gelmektedir.
Öte yandan, hac ibadetinin en önemli rükünlerinden biri tavaftır (Kâbe’nin etrafında dönmektir). Bu rüknün diğer adı ise, “d-v-r” “devretmek, dönmek” kökünden türeyen “devar”dır. Ve bu sözcüğün anlamı “bir şeyin etrafında dönme, dolanma”dır.
Böylece tarihin ilk çağlarından beri Arabistan yarımadasının en önemli kült merkezi olan Kâbe’nin etrafında dönme ibadetine, hepsinin de kelime anlamı “dönme” olan hac, iyd, tavaf ve devar adlarının verildiği görülmekte ve bunlardan,
– Zamanla iydin Arapça, Süryanice ve İbranicede;
– Haccın ise, yalnız İbranicede “bayram” manasını kazandığı anlaşılmaktadır.
Kur’an’da “İyd” sözcüğü bir kez (MAİDE; 114’de) geçer.
- İslam Öncesinde Bayram
Bayramlar toplumların yaşamında görülen olağanüstü günlerdir. Bu günlerde yaşanan heyecanın derecesi, insanların ahlak anlayışlarıyla orantılı olmakta ve bazı toplumlarda, başka zaman yapılması hoş karşılanmayan, hatta suç oluşturan hareketlerin dahi bayramlarda, büyük bir serbestlik içinde yapılabildiği görülmektedir.
Örneğin; Katolik ve Protestanlarda büyük perhiz (paskalyadan önceki kırk gün) arifesine rastlayan karnaval ve faşing kutlamaları, bugün, “topluca deşarj olma” şeklinde yorumlanan bir eğlence çılgınlığına dönüşmüş durumdadır (Özellikle Rio karnavalı ve Münih faşingi).
- Eski Çağlarda Bayram
Bayramların en çok Eskiçağda kutlandığı görülmektedir.
Tasviri sanattan tanınan ilk bayram sahnesi, MÖ VI. binyıla ait Çatalhöyük duvar resimlerinde yer almaktadır.
Tasvir edilen sahne, bereketli geçen bir avdan sonra, boğa tanrının huzurunda yapılan, çok hareketli bir toplu dans şeklindedir.
- Çok Tanrılı Toplumlarda Bayram
İlkbahar yağmurlarının başlaması dolayısıyla,
– İlk tohumların toprağa atılması,
– İlk ürünün devşirilmesi,
– Hasat, bağ bozumu gibi tarımla ilgili hemen her doğa olayı,
* İlahi bir hüviyetle tanrıların evlenmesi,
* Doğurması ve buna benzer şekillerde yorumlanarak birer bayramla kutlanmıştır.
Dini bayramların dışında;
– Kazanılan yeni zaferler,
– Eski zaferlerin yıldönümleri,
– Hükümdar ailesinde meydana gelen evlenme ve doğum gibi olaylar
– Yeni tahta geçmeler de, bayramlara konu olmuştur.
Bayramlarda dikkati çeken başlıca özellik, yeme içmeye çokça yer verilmesidir.
- Cahiliye Dönemi Araplarda Bayram
Cahiliye Dönemi Araplarının, ibadetleri, tanrı, heykel ve sembollerinin etrafında dönme şeklinde idi. Gerek bu ibadete gerek tapınılan taşa devar adı veriliyordu.
Genellikle bayramlarda görülen bu ibadet şekline;
İranlılar, Budistler ve Romalılarda rastlandığı gibi,
Şamanist Türkler’le Kızılderililerin ve Afrika yerlilerinin de totemlerin etrafında dans ettikleri bilinmektedir.
Medinelilerin kendilerine has dini bir milli bayramları yoktu. İranlılardan aynen aldıkları iki ünlü Mecusi bayramını kutluyorlardı.
Bu bayramların birincisi, ilkbaharın başladığını belli eden Nevruz, diğeri ise, sonbaharın başlangıcı olan Mihricandı.
- Eski Türklerde Bayram
Türklerin, İslamiyet öncesi birçok bayramları vardı.
Hunların;
– Devlet büyüklerinin her yılın başında, hükümdarın karargâhında toplanarak yer ve gök tanrılarına kurban kestikleri,
– Beşinci ayda da Ötüken’e yakın bir yerde yine kurban kesildiği ve büyük törenler düzenlendiği bilinmektedir.
Hunların devamı olan Göktürkler’de;
– Halkın, beşinci ayın ilk yarısında, Gök Tanrı’ya ve yerin ruhlarına kurban keserek büyük bir bayram yaptıkları bilinmektedir.
Ayrıca, Çin kaynaklarından,
– Göktürk asilzadelerinin Ötüken’de atalarının çıktığına inandıkları mağaraya giderek, kutlama töreni yaptıkları öğrenilmektedir.
– Dede Korkut kitabında anlatılan Bayındır Han’ın yıllık toyları da birer bayram olarak kabul edilebilir.
- İslami Dönemde Bayram
İslam kültüründe, Ramazan ve Kurban olmak üzere iki bayram olduğu görülüyor. Arapçada iydü’l-fıtr ve iydü’l-adha şeklinde adlandırılan her iki bayram da hicretin ikinci yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Esasen Ramazan orucu da ilk kez bu yıl farz kılınmış, bu ayı oruçla geçiren müminler, sonraki şevval ayının ilk üç gününü bayram olarak kutlamışlardır.
Bu nedenle bu bayrama ramazan bayramı veya bayramdan önce fıtır sadakası verildiği için, fıtır bayramı denilmiştir.
Türkiye’de bazı çevrelerde büyük bir olasılıkla bayramda şeker, lokum ve tatlı ikramı şeklinden dolayı, buna şeker bayramı da denilmektedir.
Kurban bayramı ise, bu günlerde kurban kesildiği için kurban bayramı denmiştir.
Bu iki bayramın dışında, Cuma günü haftanın önemli bir günü olarak kabul görmüştür.
Saygıdeğer Peygamberimizden çok sonraki günlerde, İslam dünyasında bazı gün ve gecelerin de bayram gibi kutlandığı görülmektedir. Ancak bilginlerin çoğu, bu vakitlerle ilgili olarak İslam toplumlarında zamanla gelenekleşen bazı kutlama biçimlerine, dini dayanağı bulunmayan bid’at türünden davranışlar oldukları gerekçesiyle karşı çıkmışlardır.
- Osmanlı Döneminde
Türk geleneğinde de ramazan ve kurban bayramları çok önemli kabul edildiğinden, bunlar yerleşmiş ve tören halini almış bir şekilde kutlanırdı.
Fatih Sultan Mehmet tarafından kanunlaştırılan, saraydaki bayramlaşmaların belli usul ve kaideleri vardı.
Padişahın bayramını tebrik edecek olanların adları, önceden saptanırdı.
- Cumhuriyetin İlânından Sonra
Bu dönemde milli bayramlar, resmi protokole dâhil edilmiş,
Dini bayramların kutlanması ise resmi protokolün dışına çıkarılarak gelenek olarak korunmuştur.
Bu dönemde de ramazan ve kurban bayramları, tarihsel çerçevede hemen aynı düzen içinde devam etmiş, bayram namazından sonra bayramlaşmalar, akraba ve dost ziyaretleri yapılmakta, bahşiş ve hediyeler verilmektedir.
Her milletin tarihinde çok önemli olaylar olabilir.
1071’de Malazgirt Meydan Savaşı ile
Anadolu’nun Türk vatanı halini alması destanlaşan şekliyle de tarihimizde önemli yerini almıştır.
Daha sonra Türklüğün ve İslamlığın, tarihten ve dünyadan silinmesi bağlamında, şer ittifakının, Türk yurduna karşı başlattıkları savaşlarda, Çanakkale’de, Anafartalar’da, Sakarya’da Dumlupınar’da karşı çıkılmış;
İzmir’in, İstanbul’un ve yurdun dört bir yandan işgaline karşı Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliyeciler tarafından yürütülen Müdafaayı Hukuk Hareketiyle tam bağımsızlık ve İstiklal Savaşı çok büyük kahramanlıklar ve zaferle taçlandırılmıştır.
İşte, şu anda aldığımız her nefes,
Şehitlerimizin ve Gazilerimizin hediyesi olup,
Kutsal vatan da onların kutsal emanetidir.
Milli, özgürlük ve egemenlik uğruna milletçe kazanılan zaferlerden sonra bugünleri kutlamak, milli bayramlarımızı oluşturmuştur.
Milli Bayramlarız Şunlardır:
– 29 Ekimde Cumhuriyet Bayramı,
– 23 Nisan’da Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı,
– 19 Mayıs’ta Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı,
– 30 Ağustos Zafer Bayramı.
– Düşman işgalinden Yerel Kurtuluş günleri de bayram coşkusuyla kutlanmaktadır.
Milletçe kutlanan bayramlar milli birlik ve bütünlüğün harcı ve devamını sağlayan dinsel ve kültürel mirasımızdır.